AHLAK KURAMINDA GERÇEKÇİLİK
|
Erdal CENGİZ
Bilginin değeri ve kapsamı üzerine sorulan sorular yıllardır hem felsefecilerin ilgi odağını oluşturmakta hem de felsefenin önemli bir parçası olan bilgi kuramının alanını belirlemektedir. Bilgi kuramı bu bakımdan bilginin doğası ve bilgiyi edinme ve temellendirme süreçleriyle ilgili bir uğraştır. Bilimsel bilgiden ahlaksal bilgiye kadar her türlü bilginin sorgulandığı çağımız bilgi kuramında temel konu bilginin temellendirilmesiyle ilgili. Geleneksel bilgi kuramı bilgi'i kesinlik kavramıyla özdeşleştirmiş, kendisini de kesinliğin arayışı olarak tanımışti. Bunun nedeni,kesin olmadığı durumda hiçbir şeyin bilinemeyeceği görüşüydü. Bu anlamda, birşeyi bildiğini savlamak savlanan şeyin doğruluğundan şüphe duyulmadığı anlamına geliyordu. Günümüz bilgi kuramı artık kesinlik kavramının dışına çıkmış, hangi tür sanıların bilgi alanına konulması gerektiğine temellendirme süreçlerinin güvenirliliğinin araştırılmasıyla karar veriyor. Bu araştırmadan ahlaksal bilgi de payını almakta. Bundan ötürü günümüzde ahlak felsefesinde tartışılan baş konu ahlaksal bilginin varlığından gerçekten sözedilip edilemeyeeeğiyle ilgili. Yazımızda bu tartışmaları yansıtıp, anlak felsefesindeki gerçekçilik ve karşı-gerçekçilik görüşlerini genel çizgileriyle tanıtacağız.
Genel olarak, insanlar kimi eylemlerin, davranışların ve kuramların iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, adil ya da adil olmadığı konusunda inançlara sahiptir. Örneğin, nezaket iyi ve dürüstlük değerli ya da adam öldürme yanlış ve kölelik adil değildir. Bunlar açık doğrular olarak görülür ve herkesçe bilinir. Bunun yamsıra bu tür genel inançları temellendirmek oldukça güçtür. Yüzyılımızın son bölümünde felsefede başat olan görüş bu inançların temellendirilemeyeceği yönündeydi. Bu başat görüş, ahlaksal söyleyişlerin bizim kişisel ilgimizi, tutumumuzu ya da dar önyargılarımızı yansıtan ve bilişsel olarak boş ifadeler olduğu savındaydı; dahası bu inançların ya da yargıların ahlaksal olguları belirtmediği düşüncesindeydi. Bu tür inançlara yönelik ortak tutum da ahlaksal savlarımızın üzerinde konuştuğu ahlaksal olguların olmadığı yönündeydi.
Ahlak kuramında, bilim felsefesinde ve dil felsefesinde son düşünceler ahlaksal olguların olduğu inancını pekiştiriyor. Sonuç olarak ta ahlaksal gerçekçilik diye adlandırılan -keşfedebileceğimiz ahlaksal olgular olduğunu savunan görüş- ve ahlaksal olguların, önermelerin olmadığını savunan başat görüşe karşı çıkan bir akım ortaya çıkıyor. Bu ahlaksal gerçekçi görüş ve rakipleri arasındaki karşıtlık, gerçekçi görüşün ahlaksal düşüncenin amacının ahlaksal olguları keşfetmek olduğu savı üzerinde düğümleniyor. Karşı-gerçekçi görüş kendi içinde iki ana gruba ayrılıyor. Kimileri ahlaksal bir olgu olduğu düşüncesini tutarsız buluyor, kimileri de ahlaksal olguları aramanın beyhude olduğunu söylüyorlar. Birinci taraf ahlaksal savların bilişsel olarak boş olduğunu ve hiçbir ahlaksal olguyu belirtmediğini savunuyor; ikinci tarafsa,günlük ahlak kavramlarının ahlaksal olguları varsaydığını kabul ediyor, ama bütün ahlaksal savların yanlış olabileceğini, ayrıca ahlaksal olgularla ilgili inançlarımızın bütünüyle temelsiz olduğunu da ekliyorlar.
Ahlak yargılarının bilgisel durumları üzerine yapılan tartışmalar, ahlak kuramında usçu ya da görgücü olarak adlandırılan geleneksel ayırıma dayanıyor. Bu anlamda, yapılan ayırım ahlaksal doğruları önsel ya da görgül bir biçimde bilebileceğimizle ilgili. Usçu için, Kant ahlakı örneğinde olduğu gibi, ahlaksal doğrular kesin buyrukların ışığında önsel olarak bilinebilir. Örneğin, Kant'a göre ahlak kavramları akılda bütünüyle önsel olarak vardır. Bu kavramlar görgül ya da olumsal bilgiden soyutlanarak elde edilemezler. Evrensel yasalar vardır ve ussal varlıklar bu yasalara göre davranmak yetisine sahiptir. İyiyi seçmek için istenç evrensel bir ülkeye bağlıdır, bu ilke de kesin buyruktur. Bu durumda, Kant ahlakı, eylemlerini evrensel yasalara dayandıran bireylerin ussal varlık olarak görüldüğü bir anlayışa sahiptir.
Diğer bir etkin görüş de yararcılık olarak bilinen ahlak anlayışıdır. Yararcılar, eylemi yönlendiren güdünün nedeni ne olursa olsun, eylemi sonuçlarına göre değerlendirmek gerektiğini savunurlar. Örneğin yararcı ahlak anlayışının temsilcisi J.S. Mill'e göre, ahlak kurallarına öngörülen hazza ya da acıya göre değer verilir ve uyulur. Temel ilkelerin ve mutlak amaçlann olduğunun doğrudan kanıtı bulunamaz, bundan ötürü de ahlak yargılarının kanıtı sorunu, eylemde bulunanın ussal onayı sorununa indirgenmiştir. Dolayısıyla, şeylere yönelim ya onlarda bulunan hazdan ötürü ya da acıdan kaçınmak içindir. Sonuçta ahlaksal değerlendirmeler eylemlere ve bu eylemlerin genel mutluluğu etkileme biçimine yöneliktir. Bu anlamda, yararcılar temel ahlaksal doğruların, yeterli kanıt sağlayan deneyimlerle bilinebileceğini savunurlar.
Usçu ve görgücü arasındaki bu karşıtlık ahlaksal doğruların kanıtlanma biçimleriyle ilgili. Görgücü anlayış yakın dönem ahlak felsefesini, ahlaksal bilginin bilimsel bilgi gibi temellendirebileceği görüşüne götürmüştür. Bu anlamda ahlak felsefesindeki son tartışmalar ahlak yargılarının anlamsal durumunu belirlemek noktasında yoğunlaşıyor. Bir yanda, bilişselcilik (cognitivism) diye adlandırılan ve ahlakyargılarının önermeleri betimlediğini, doğru ya da yanlış olarak türlendirilebilecek şeyleri belirttiğini önesüren görüş var, diğer yandan da bilişselci-olmayan (non-cognitivist) ve ahlaksal doğruların olmadığını ve ahlak yargılarının temellendirilmesinin tutumlara göre yapılabileceğini, önermelere uygulanamayacağını savunan anlayış var. Görüldüğü gibi, bu görüşler arasındaki ayırım, ahlaksal temellendirmenin önermelere ya da tutumlara uygulanması gerektiği sorusundan kaynaklanıyor. Kısaca, bilişselciler doğru ya da yanlış ahlak önermelerinin olduğunu, bilişselci olmayanlarsa ahlaksal olguların, doğru ahlak önermelerinin olmadığını, bunun sonucunda da ahlaksal bilginin olamayacağını savunuyorlar.
Bilişselci olmayan görüş yararcı ahlak felsefesinin bir biçimi, Savundukları görüş, ahlak yargılarının temel işlevinin bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunu söylemek değil, belirli tutumları ifade etmek olduğudur. Bu tür ahlak bilgisi anlayışı gerçekçi diye adlandırdığımız ahlak anlayışı -ahlaksal olguların ve önermelerin oludğu ve bunların varlığının neyin doğru ya da yanlış olduğu konusundaki inançlarımızdan bağımsız olduğunu savunan görüş- ile karşıtlaşıyor. Gerçekçilik denilen görüş bilişselciliği ve ahlak yargılarının bazılarının tamamiyle doğru olduğu savlarını içeriyor. Ahlaksal gerçekliğin arkasında yatan metafizik görüşse, ahlakın nesnel olduğu düşüncesi. Ahlak nesnel bir alandır çünkü iyi ve doğru olarak değerlendirilen şeyler vardır, örneğin insanlar ve eylemler. Bu düşünce, ahlak yargılarının varlığını ve temellendirilebileceğini kabul eden usçu ahlak anlayışının bir biçimi.
insanlar belirli biçimlerde davranmak için. ahlak yargılan oluştururlar. Bu ilkeler insanların eylemlerini yönlendirir .ve davranış biçimlerinin nedenlendirilmesini sağlar. Ahlak ve yönelim arasındaki ilişki, ahlaksal inançların temellendirilmesi bağlamında bir ahlak anlayışını gerektirir. Apakın ussal olduğunun savunusu, birey ve dünya hakkında, ussallık ve olgular kuramı içeren bir ahlak anlayışını zorunlu kılar. Gerçekçiliğin benimsendiği bir ahlak anlayışında ahlak yargılarının ussal olup olmadığı tartışması, nesnel olan ahlaksal niteliklerin bulunduğu ve bireyin ahlak yargılarının süregelen tarihsel bilginin parçası olduğu savına götürüyor. Ahlaksal inançların doğruluğu, bizim onaylama ya da onaylamama anlamında kanıt sağlama girişimimizden bağımsız. Dolayısıyla, ahlaksal inançlar nesnel doğruluk değerlerine sahip. Bir inancın bilgisel durumu yalnızca onun doğruluk değerine de bağlı değil, aynı zamanda bireyin başka inançlarıyla da ilgili. Bir inancın bir bilgi olup olmadığı sorunu inançların süregelen tarihsel yapısına bağlıdır.
Tek tek nesneler ve eylemlerin değeri hakkında sahip olduğumuz inançların çoğu kaynağını yaşantıda saklıyor. Bu anlamda, bize iyi olarak görünen şeyi iyi olarak yargılıyoruz ya da bir eylemi doğru olarak değerlendiriyoruz çünkü bize öyle görünüyor. Deneyim dünya hakkındaki inançlarımızın biçimlenmesi ve temellendirilmesi konusunda önemli bir rol oynuyor. Ahlaksal deneyim de belirli duygulanımlara sahip olmaktan oluşuyor. Duygularla ilgili olması ahlaksal deneyimin bilgisel konumunun tespitini oldukça güçleştiriyor. Yine de bilginin temellendirilmesi ve inancın doğruluk olasılığı arasında bir bağ var. Doğru olma olasılığı yüksek inançlarımızı bilgi olarak nitelendirme, ahlak kuramında kaçınılmaz olarak onaylamak zorunda olduğumuz bir görüş. Sonuç olarak, ahlak kuramında elimizdeki önermelerin, bilgisinden bağımsız olarak varlığını kabul ettiğimiz bir gerçekliğe bağlı olduğu ve gerçekliğin her önermeyi doğruluk değerinin bilinmesinden bağımsız olarak doğru ya da yanlış diye belirlediği bir gerçekçilik anlayışı daha doğru bir görüş olarak ortaya çıkıyor.
Bilginin değeri ve kapsamı üzerine sorulan sorular yıllardır hem felsefecilerin ilgi odağını oluşturmakta hem de felsefenin önemli bir parçası olan bilgi kuramının alanını belirlemektedir. Bilgi kuramı bu bakımdan bilginin doğası ve bilgiyi edinme ve temellendirme süreçleriyle ilgili bir uğraştır. Bilimsel bilgiden ahlaksal bilgiye kadar her türlü bilginin sorgulandığı çağımız bilgi kuramında temel konu bilginin temellendirilmesiyle ilgili. Geleneksel bilgi kuramı bilgi'i kesinlik kavramıyla özdeşleştirmiş, kendisini de kesinliğin arayışı olarak tanımışti. Bunun nedeni,kesin olmadığı durumda hiçbir şeyin bilinemeyeceği görüşüydü. Bu anlamda, birşeyi bildiğini savlamak savlanan şeyin doğruluğundan şüphe duyulmadığı anlamına geliyordu. Günümüz bilgi kuramı artık kesinlik kavramının dışına çıkmış, hangi tür sanıların bilgi alanına konulması gerektiğine temellendirme süreçlerinin güvenirliliğinin araştırılmasıyla karar veriyor. Bu araştırmadan ahlaksal bilgi de payını almakta. Bundan ötürü günümüzde ahlak felsefesinde tartışılan baş konu ahlaksal bilginin varlığından gerçekten sözedilip edilemeyeeeğiyle ilgili. Yazımızda bu tartışmaları yansıtıp, anlak felsefesindeki gerçekçilik ve karşı-gerçekçilik görüşlerini genel çizgileriyle tanıtacağız.
Genel olarak, insanlar kimi eylemlerin, davranışların ve kuramların iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, adil ya da adil olmadığı konusunda inançlara sahiptir. Örneğin, nezaket iyi ve dürüstlük değerli ya da adam öldürme yanlış ve kölelik adil değildir. Bunlar açık doğrular olarak görülür ve herkesçe bilinir. Bunun yamsıra bu tür genel inançları temellendirmek oldukça güçtür. Yüzyılımızın son bölümünde felsefede başat olan görüş bu inançların temellendirilemeyeceği yönündeydi. Bu başat görüş, ahlaksal söyleyişlerin bizim kişisel ilgimizi, tutumumuzu ya da dar önyargılarımızı yansıtan ve bilişsel olarak boş ifadeler olduğu savındaydı; dahası bu inançların ya da yargıların ahlaksal olguları belirtmediği düşüncesindeydi. Bu tür inançlara yönelik ortak tutum da ahlaksal savlarımızın üzerinde konuştuğu ahlaksal olguların olmadığı yönündeydi.
Ahlak kuramında, bilim felsefesinde ve dil felsefesinde son düşünceler ahlaksal olguların olduğu inancını pekiştiriyor. Sonuç olarak ta ahlaksal gerçekçilik diye adlandırılan -keşfedebileceğimiz ahlaksal olgular olduğunu savunan görüş- ve ahlaksal olguların, önermelerin olmadığını savunan başat görüşe karşı çıkan bir akım ortaya çıkıyor. Bu ahlaksal gerçekçi görüş ve rakipleri arasındaki karşıtlık, gerçekçi görüşün ahlaksal düşüncenin amacının ahlaksal olguları keşfetmek olduğu savı üzerinde düğümleniyor. Karşı-gerçekçi görüş kendi içinde iki ana gruba ayrılıyor. Kimileri ahlaksal bir olgu olduğu düşüncesini tutarsız buluyor, kimileri de ahlaksal olguları aramanın beyhude olduğunu söylüyorlar. Birinci taraf ahlaksal savların bilişsel olarak boş olduğunu ve hiçbir ahlaksal olguyu belirtmediğini savunuyor; ikinci tarafsa,günlük ahlak kavramlarının ahlaksal olguları varsaydığını kabul ediyor, ama bütün ahlaksal savların yanlış olabileceğini, ayrıca ahlaksal olgularla ilgili inançlarımızın bütünüyle temelsiz olduğunu da ekliyorlar.
Ahlak yargılarının bilgisel durumları üzerine yapılan tartışmalar, ahlak kuramında usçu ya da görgücü olarak adlandırılan geleneksel ayırıma dayanıyor. Bu anlamda, yapılan ayırım ahlaksal doğruları önsel ya da görgül bir biçimde bilebileceğimizle ilgili. Usçu için, Kant ahlakı örneğinde olduğu gibi, ahlaksal doğrular kesin buyrukların ışığında önsel olarak bilinebilir. Örneğin, Kant'a göre ahlak kavramları akılda bütünüyle önsel olarak vardır. Bu kavramlar görgül ya da olumsal bilgiden soyutlanarak elde edilemezler. Evrensel yasalar vardır ve ussal varlıklar bu yasalara göre davranmak yetisine sahiptir. İyiyi seçmek için istenç evrensel bir ülkeye bağlıdır, bu ilke de kesin buyruktur. Bu durumda, Kant ahlakı, eylemlerini evrensel yasalara dayandıran bireylerin ussal varlık olarak görüldüğü bir anlayışa sahiptir.
Diğer bir etkin görüş de yararcılık olarak bilinen ahlak anlayışıdır. Yararcılar, eylemi yönlendiren güdünün nedeni ne olursa olsun, eylemi sonuçlarına göre değerlendirmek gerektiğini savunurlar. Örneğin yararcı ahlak anlayışının temsilcisi J.S. Mill'e göre, ahlak kurallarına öngörülen hazza ya da acıya göre değer verilir ve uyulur. Temel ilkelerin ve mutlak amaçlann olduğunun doğrudan kanıtı bulunamaz, bundan ötürü de ahlak yargılarının kanıtı sorunu, eylemde bulunanın ussal onayı sorununa indirgenmiştir. Dolayısıyla, şeylere yönelim ya onlarda bulunan hazdan ötürü ya da acıdan kaçınmak içindir. Sonuçta ahlaksal değerlendirmeler eylemlere ve bu eylemlerin genel mutluluğu etkileme biçimine yöneliktir. Bu anlamda, yararcılar temel ahlaksal doğruların, yeterli kanıt sağlayan deneyimlerle bilinebileceğini savunurlar.
Usçu ve görgücü arasındaki bu karşıtlık ahlaksal doğruların kanıtlanma biçimleriyle ilgili. Görgücü anlayış yakın dönem ahlak felsefesini, ahlaksal bilginin bilimsel bilgi gibi temellendirebileceği görüşüne götürmüştür. Bu anlamda ahlak felsefesindeki son tartışmalar ahlak yargılarının anlamsal durumunu belirlemek noktasında yoğunlaşıyor. Bir yanda, bilişselcilik (cognitivism) diye adlandırılan ve ahlakyargılarının önermeleri betimlediğini, doğru ya da yanlış olarak türlendirilebilecek şeyleri belirttiğini önesüren görüş var, diğer yandan da bilişselci-olmayan (non-cognitivist) ve ahlaksal doğruların olmadığını ve ahlak yargılarının temellendirilmesinin tutumlara göre yapılabileceğini, önermelere uygulanamayacağını savunan anlayış var. Görüldüğü gibi, bu görüşler arasındaki ayırım, ahlaksal temellendirmenin önermelere ya da tutumlara uygulanması gerektiği sorusundan kaynaklanıyor. Kısaca, bilişselciler doğru ya da yanlış ahlak önermelerinin olduğunu, bilişselci olmayanlarsa ahlaksal olguların, doğru ahlak önermelerinin olmadığını, bunun sonucunda da ahlaksal bilginin olamayacağını savunuyorlar.
Bilişselci olmayan görüş yararcı ahlak felsefesinin bir biçimi, Savundukları görüş, ahlak yargılarının temel işlevinin bir şeyin doğru ya da yanlış olduğunu söylemek değil, belirli tutumları ifade etmek olduğudur. Bu tür ahlak bilgisi anlayışı gerçekçi diye adlandırdığımız ahlak anlayışı -ahlaksal olguların ve önermelerin oludğu ve bunların varlığının neyin doğru ya da yanlış olduğu konusundaki inançlarımızdan bağımsız olduğunu savunan görüş- ile karşıtlaşıyor. Gerçekçilik denilen görüş bilişselciliği ve ahlak yargılarının bazılarının tamamiyle doğru olduğu savlarını içeriyor. Ahlaksal gerçekliğin arkasında yatan metafizik görüşse, ahlakın nesnel olduğu düşüncesi. Ahlak nesnel bir alandır çünkü iyi ve doğru olarak değerlendirilen şeyler vardır, örneğin insanlar ve eylemler. Bu düşünce, ahlak yargılarının varlığını ve temellendirilebileceğini kabul eden usçu ahlak anlayışının bir biçimi.
insanlar belirli biçimlerde davranmak için. ahlak yargılan oluştururlar. Bu ilkeler insanların eylemlerini yönlendirir .ve davranış biçimlerinin nedenlendirilmesini sağlar. Ahlak ve yönelim arasındaki ilişki, ahlaksal inançların temellendirilmesi bağlamında bir ahlak anlayışını gerektirir. Apakın ussal olduğunun savunusu, birey ve dünya hakkında, ussallık ve olgular kuramı içeren bir ahlak anlayışını zorunlu kılar. Gerçekçiliğin benimsendiği bir ahlak anlayışında ahlak yargılarının ussal olup olmadığı tartışması, nesnel olan ahlaksal niteliklerin bulunduğu ve bireyin ahlak yargılarının süregelen tarihsel bilginin parçası olduğu savına götürüyor. Ahlaksal inançların doğruluğu, bizim onaylama ya da onaylamama anlamında kanıt sağlama girişimimizden bağımsız. Dolayısıyla, ahlaksal inançlar nesnel doğruluk değerlerine sahip. Bir inancın bilgisel durumu yalnızca onun doğruluk değerine de bağlı değil, aynı zamanda bireyin başka inançlarıyla da ilgili. Bir inancın bir bilgi olup olmadığı sorunu inançların süregelen tarihsel yapısına bağlıdır.
Tek tek nesneler ve eylemlerin değeri hakkında sahip olduğumuz inançların çoğu kaynağını yaşantıda saklıyor. Bu anlamda, bize iyi olarak görünen şeyi iyi olarak yargılıyoruz ya da bir eylemi doğru olarak değerlendiriyoruz çünkü bize öyle görünüyor. Deneyim dünya hakkındaki inançlarımızın biçimlenmesi ve temellendirilmesi konusunda önemli bir rol oynuyor. Ahlaksal deneyim de belirli duygulanımlara sahip olmaktan oluşuyor. Duygularla ilgili olması ahlaksal deneyimin bilgisel konumunun tespitini oldukça güçleştiriyor. Yine de bilginin temellendirilmesi ve inancın doğruluk olasılığı arasında bir bağ var. Doğru olma olasılığı yüksek inançlarımızı bilgi olarak nitelendirme, ahlak kuramında kaçınılmaz olarak onaylamak zorunda olduğumuz bir görüş. Sonuç olarak, ahlak kuramında elimizdeki önermelerin, bilgisinden bağımsız olarak varlığını kabul ettiğimiz bir gerçekliğe bağlı olduğu ve gerçekliğin her önermeyi doğruluk değerinin bilinmesinden bağımsız olarak doğru ya da yanlış diye belirlediği bir gerçekçilik anlayışı daha doğru bir görüş olarak ortaya çıkıyor.