Panteizm Üzerine

Felsefe profesörleri arasında teizm ve panteizm ile ilgili çekişme Milano'daki bir tiyatronun orkestrasının arkasındaki girintide, bir oyunun sergilenmesi esnasında iki kişi arasında cereyan eden bir konuşmayla alegorik veya dramatik bir yapı içinde verilebilir. Konuşmacılardan biri, Girolamo'nun ünlü büyük kukla tiyatrosunda olduğundan emin olanı, yönetmenin kuklaları düzenleyip hareketlerini yönlendirirken sergilediği maharete hayran kalır. Fakat öteki hemen atılır: "Hiç de değil! Biz Teatro della Scala'dayız, sahnede oynayanlar yönetmen ve oyuncuların kendileri; ve aslında onlar gördüğümüz karakterlerde gizleniyorlar; şairin kendisi de oyunda rol alıyor."

Fakat felsefe profesörlerinin panteizmle yasak meyveymiş gibi nasıl flört ettiklerini ve uzanıp dalından koparmaya nasıl da yüreklerinin yetmediğini görmek eğ­lendiricidir. Onların bu konudaki tavrını daha önce "Üniversitelerde Felsefe" başlıklı denememde dile getirmiş ve bize Midsummer Night's Dream'deki dokumacı Bottom'u hatırlattıklarını söylemiştim. Ah! Bir felsefe profesörünün hayatı gerçekten de zor bir hayattır. Önce papazların havasına göre oynamasını bilmeli; ama bu kadarı kendini güvende hissetmesi için yeterli değildir. Bunu gerçekten güzelce yaptığında bu sefer de dışarı­dan, yırtıcı insan-yiyici gerçek filozofların saldırısına maruz kalabilir. Bunlar onu paketleyip ceplerinden aşırabilir ve zamanı geldiğinde eğlenmek ve kafa dağıtmak amacıyla bir cep-soytarısı olarak ortaya çıkarabilirler.

Panteizme yönelttiğim en temel itiraz hiçbir şey söylememesidir. Dünyaya "Tanrı" demek onu açıklığa kavuşturmaz; sadece "dünya" sözcüğü için gereksiz bir eşanlamlı sözcükle dilimizi zenginleştirmiş olur. İster "dünya Tanrı"dır, ister "dünya dünya"dır diyelim sonunda aynı kapıya çıkar. Haddi zatında sanki açıklanacak verili bir şeymiş gibi, Tanrı'dan yola çıkıp da "Tanrı dünyadır dersek o zaman, bilinmeyenin izini daha iyi bilinene doğru sürdüğü kadarıyla ortada belli ölçüde bir açıklama vardır; ama eğer fiilen verilen şeyden, dolayı­sıyla dünyadan yola çıkıp da "dünya Tanrı"dır dersek, bununla hiçbir şey söylenmediği ya da herhalde ignotumun per ignotius ( Bilinmeyenin... daha fazia bilinmeyenle.) açıklandığı aşikârdır.

Dolayısıyla panteizm, teizmi kendisini önceleyen bir şey olarak varsayar; çünkü ancak bir Tanrı'dan yola çıktığımız, dolayısıyla ona zaten aşina olduğumuz bir şey olarak sahip olduğumuz kadarıyla onu gerçekten dünya ile özdeşleştirebiliriz; bunu yaparken güttüğümüz amaç onu nazik bir şekilde bir kenara bırakmaktır. Bir başka söyleyişle tarafsız biçimde, izah edilecek şey olarak dünyadan yola çıkmadık, fakat verili şey olarak Tanrı'dan hareket ettik. Ne var ki bu Tanrı'dan kurtulmanın artık mümkün olmadığı bir noktaya gelince onun rolünü dünyanın üstlenmesi gerekti. Panteizmin kökeni budur. İlk ve tarafsız bir noktadan bakıldığında bu dünyayı bir Tanrı olarak görmek asla kimsenin aklına gelmeyecektir. Herhalde bu hepsi de bir başkası tarafından yenilip yutulmak için, amaçsız ölçüsüz, sadece kısa bir an için varolan sayısı meçhul milyonlarca can sahibi, fakat sı­kıntı ve eziyet içindeki varlık formunda, ondaki acıya, ıstıraba, sefalete, yoksunluk ve ölüme katlanmak için, kendisini bizimki gibi böylesine aç bir dünyaya dönüş­türmekten daha iyi bir eğlence düşünemeyen makul olmayan bir Tanrı olmalıdır. Çıplak bedenlerinde günde ortalama altmış milyon kırbaç şaklaması duyulan altı milyon zenci köle, açlık ve yoksulluğa katlanan ya da havasız bodrumlarda, tavan aralarında yahut sıkıcı ve kasvetli imalathanelerde dermansız takatsiz, kuru ve anlamsız bir hayat süren üç milyon Avrupalı dokuma işçisi biçiminde ve daha pek çok başka formda bu sefalete tanık oluyoruz sözgelimi. Bir tanrı olarak tamamen farklı bir şeye alışmış olması gereken bir varlık için ne eğ­lence ama!

Dolayısıyla teizmden panteizme sözüm ona ilerlemeyi ciddiye alıyor ve bunu yukarıda işaret edilen türden kılık değiştirmiş bir yadsıma olarak görmüyorsak bu kanıtlanmamış ve zor anlaşılabilir olandan bütünüyle saç­ma olana geçiştir. Çünkü Tanrı ile irtibatlandırdığımız kavram ne kadar Karanlık, belirsiz ve karmaşık olursa olsun şu iki yüklem, yani üstün güç ve en yüksek bilgelik ondan koparılamaz. Şimdi bu niteliklere sahip bir varlığın kendisini daha önce tarif edilen bir konuma yerleştireceğini düşünmek kesinlikle saçmadır. Çünkü bizim bu dünyadaki durumumuz aşikâr ki, saf akıl olan bir varlık şöyle dursun, akıllı birinin bile kendisini yerleştireceği bir durum değildir. Panteizm kaçınılmaz olarak iyimserdir ve bu yüzden yanlıştır. Buna karşılık teizm sadece kanıtlanmamış bir şeydir ve sınırsız evreni ancak canlıların doğasından bildiğimiz türden kişisel, dolayı­sıyla bireysel bir varlığın eseri olarak tasavvur etmek güç olsa bile yine de tam olarak saçma olduğu söylenemez. Çünkü hem kadiri mutlak hem safi iyilik olan bir varlığın acı ve azap içinde kıvranan bir dünya yaratması, her ne kadar "neden böyle bir şey yapsın?" sorusunu cevaplayamasak bile, yine de her zaman anlaşılabilirdir.

Bu yüzden ona en yüksek iyilik niteliğini atfetsek bile, hüküm ve kararının akıl almaz esrarı böyle bir öğretinin saçmalık suçlamasından yine de her zaman kurtulacağı sığınağı sunar. Ne var ki panteizm varsayımıyla, sadece bu küçük yeryüzünde her dakikada bir can veren ve bunu kendi özgür iradesiyle yapan yaratıcı Tanrı'nın kendisi sonsuza dek azap içindedir, ki bu saçmadır. Theologia Germanica'nın saygı değer yazarının yaptığı gibi, dünyayı şeytanla özdeşleştirmek çok daha doğru olacaktır; ölümsüz eserinin 93. sayfasında (düzeltilmiş metne göre, Stuttgart, 1851) şunları söyler: "Bu yüzden kötü ruh ile doğa birdir ve doğanın alt edilmediği yerde kötü düşman da alt edilmez."

Belli ki bu panteizm taraftarları Samsaraya Tanrı ismini vermektedirler; buna karşılık mistikler onu Nirvana diye adlandırmayı tercih ederler. Ne var ki bunun hakkında bilebileceklerinden daha fazlasını anlatırlar; Budacılar bunu yapmaz; onlara göre Nirvana izafi bir hiçliktir. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar Tanrı sözcüğünü doğru ve gerçek anlamında kullanırlar. Eğer teizm yanlı­ları arasında Tanrı sözcüğüyle Nirvanayı anlayanlar varsa onlarla bu sözcük üzerine tartışmayız. Onu bu şekilde anlar gözükenler mistiklerdir. Re enim intelleçta in verborum usu faciles esse debemus. (Eğer meselenin Kendisi doğru bir şekilde anlaşılırsa, kullaniılan sözcüklerle ilgili güçlüklerle karşılaşmayız.)

Günümüzde sık sık işitilen "dünya kendi başına bir amaçtır" ifadesi onun panteizmle mi yoksa safi kadercilikle mi açıklanacağı sorusunu açık bırakır. Fakat her halükârda bu dünyanın manevi-ahlaki değil, fakat maddi önemini kabul eder, çünkü dünyayı daha yüksek bir amaç için bir araç olarak görmeden manevi-ahlaki anlamı varsayamazsınız. Ancak dünyanın manevi-ahlaki de­ğil, sadece maddi bir anlama sahip olduğu görüşü bile en büyük ruhi terslikten kaynaklanan en hazin yanılgıdır.

Kaynak: Arthur Schopenhauer - Din Üzerine



  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP