KAPALI UYGARLIKLAR - 2

Yunan felsefesinin dünyası böyle bir dünyadır. Ama bu düşünce ancak töz kavramı daha yumuşak bir biçimde ele alındıktan sonra gün ışığına kavuştu. Gerçekte Yunanlılar estetiği görmezden geldilerse, bunun nedeni elbette metafiziğin estetiği öncelemesidir; bunun gibi, Yunanlılar tarihle tarih felsefesi arasındaki gerçek karşıtlığı da bilemiyorlardı; Yunanlılar büyük a priori biçimlere karşılık olan tüm evreleri tarih içinde geride bırakmışlardır; Yunanlıların sanat tarihi metafiziksel - oluşumsal bir estetiktir; uygarlığının gelişimi bir felsefe tarihidir. Bu evrim sırasında Homeros'daki yaşamın mutlak içkinliği kavrayışından Platon'cu aşkın kavrayışa kadar her yerde, tözün yavaş yavaş uzaklaştığı görüldü - burada sözünü ettiğimiz mutlak görülebilir ve dokunulabilir bir mutlaktır ve bu evrimdeki anlamın ebedi hiyeroglifler olarak kendini ortaya koyduğu aydınlık ve açıkseçik evreler büyük biçimlerdir —bu alanda Yunanlılar geçiş dönemlerini kabul etmezler— dünyanın yapısallaşmasına karşılık olan zamandışı örnekler, destan, trajedi, felsefe gibi biçimlerdir. Destan dünyası şu soruya karşılık verir: yaşam nasıl özlü duruma gelebilir? Ama yanıt ancak, töz uzak bir ufuktan seslenen bir çağrı olduğu anda soru durumuna gelebilecek kadar olgunlaşmıştır. Olduğu gibi kendini gösteren yaşamın, özdeki içkinliğini yitirdiğinin —ve her yükümlülük yaşamı ortadan kaldırır— bilincine ulaşılabilmesi için, trajedinin önce şu soruyu yanıtlaması gerekti: öz nasıl canlı duruma gelebilir? Biçim kazandıran yazgıda ve kendi "kendini yaratmakla kendini bulan kahramanda, arı öz yaşama katılır, oysa arı ve yalın yaşam ancak tam anlamında gerçeklik karşısında, özün gerçekliği karşısında ortadan kalkar. Böylece, yaşamın ötesinde ve onun zengin ve verimli dolgunluğunun ötesinde öyle bir düzeye ulaşılır ki, bu düzeyde gündelik yaşam bir karşısav bile oluşturamaz.

Bununla birlikte, özdeki bu yükseliş, gereksinmeden de sorundan da doğmamıştır; Pallas'ın doğuşu, yunan biçimlerinin ortaya çıkışma karşılık olan bir ilkörnektir. Aynı biçimde, özün gerçekliği, yaşama birdenbire karışarak ve onu da aynı biçimde oluşturarak kendi an içkinliğinin kayboluşunu ele verir, trajedinin bu sorunlu art-düzeyi, ilk olarak felsefede kendini gösterir ve sorun durumuna gelir. Yasamdan iyice uzaklaşmış bulunan öz, tek aşkın gerçeklik durumuna gelince, felsefenin yapılaştırıcı ediminde, trajik yazgı bile, kendini kaba ve anlamdan yoksun herhangi bir deney olarak gösterince —bu edimde, kahramanın tutkusu, dünyaya özgü bir davranış, bu tutkunun gerçekleşmesi de olumsal öznenin sınırlanması olarak ortaya çıkınca— varlıkla ilgili soruya verilen trajik yanıt artık dolaysız bir zorunluluk olarak değil, bir mucize olarak, uçurumların üzerinden uzatılmış incecik bir gökkuşağı olarak gözükür. Trajik kahraman Homeros'un yaşıyan insanıyla yer değiştirir ve ondan sönmekte olan meşalesini aldığı için ve bu meşaleyi yeni bir ışıkla parlattığı için, bu insanı doğru olarak anlatır ve onun biçimini değiştirir.

Platon'un yeni insanına, bilge kişiye gelince, o etkili bilgisiyle, öz yaratan bakışıyla, yalnızca kahramanı açığa çıkarmakla yetinmez, altettiği korkutucu tehlikeyi de gün ışığına çıkarır, ve onun biçimini onu aşarak değiştirir. Bilge kişi her zaman sonuncu insan tipidir, bilge kişinin dünyası yunan düşüncesine bağlanmış olan örnek yaşam yapısallaşmalarının sonuncusudur. Platon'cu görüşü koşullayan ve taşıyan sorunların aydınlığa kavuşması, yeni meyvalarını ortaya konmasını engelledi. Dünya zamanla yunanlaştı, ama yunan düşüncesi bu anlamda, gitgide daha az yunanlaştı; yunan düşüncesi, çözümler getirdiği gibi, yeni ebedi sorunlar da ortaya koydu, amatopos noetos'da, ruhsal uzamda tam anlamiyle helen olan şey ebediyen söndü. Ve yeni bir yazgının taşıyıcısı olan yeni düşüncenin ortak açıklayıcısı «Yunanlı'lar için bir çılgınlıktır».

Bu, Yunanlılar için gerçekten bir çılgınlıktır! Kant'ın sözünü ettiği yıldızlı gökyüzü, ancak arı bilginin koyu karanlığında parlar; o artık hiçbir yalnız yolcunun yolunu aydınlatmaz, ve yeni dünyada, insan olmak yalnız olmak anlamına gelir. İçimizdeki ışık, güvenliğin zorunluluğunu ya da aldatıcılığmı ancak ikinci adımda hazırlar. Olaylar dünyasına ve onun ruhla her türlü yakınlıktan yoksun labirentine içeride hiçbir ışık sızmaz. Edimin, öznenin özüyle —yerini koruyan tek işaret noktası olan öznenin özüyle— uygunluğunun öze gerçekten ulaşıp ulaşmadığını bilmek sorununa gelince, öznenin, kendi için olgudan, nesneden başka bir şey olmadığına, kendi en yakın varlığının, kendisine yükümlülüğün hayali göğüne çizilmiş sonsuz bir gereklilik olarak gözükmediğine kim karar verebilir? Bundan böyle öz, öznenin bağrında yer alan dipsiz bir uçurumdan çıkmak zorundadır, çünkü özne, bu ulaşılmaz temelin üstüne yükselen ve kimsenin dibini bulamayacağı ve göremeyeceği tek özdür. Dünyanın bize tam anlamıyla uyan geçici gerçekliği olan sanat, böylece özerk duruma geldi; o artık kopya değildir, çünkü her türlü model ortadan kalkmıştır; sanat yaratılmış bütünselliktir, çünkü metafizik alanların doğal birliği bütün bütüne parçalanmıştır.

Burada, aşkın yerlerin bu yapısal dönüşümüyle ilgili bir tarih felsefesi geliştirmek istemiyoruz, geliştiremeyiz de; bu değişimlere ilerleyişimizin mi ya da düşüşümüzün mü neden olduğunu, yoksa yunan tanrılarının başka güçler tarafından mı bastırıldığını bilemeyiz. Anıştırmak bir biçimde de olsa, bizim gerçekliğimize açılan yolun tümünü tanıtlayamayız - bu çekicilik kendini ölü helenlikte de gösterir; ölü helenliğin şeytanî ışığı dünyanın kapatılmaz uçurumlarını unutturmaktan, dünyanın yeni özüyle yeni çelişkili birlikler düşletmekten geri kalmaz ve bu yüzden de başarısızlığa mahkûmdur.

Kiliseden yeni bir sitenin doğması böyle gerçekleşti; kaçınılmaz bir biçimde günahlı olan ruhla isa'nın insanı kurtarışının saçma kesinliği arasındaki çelişkili bağdan düşen yansı, göksel gerçekliğin yersel gerçekliğe yayılan yarı Platon'cu yansısıdır; açılmış olan uçurumdan, yersel ve göksel sıradüzenlerinin basamakları doğar yeniden. Ve, Giotto ve Dante'de, Wolfram d'Eschenbach ve Pisano'da, aziz Tommaso ve aziz François'da dünya, yeniden, kapalı bir çember, bir bakışta kavranabilen bir bütünsellik durumuna gelir. Derin uçurum kendi gerçek derinliğinin tehlikelerinden kurtulur ama, gücünden ve karanlık yansılarından hiçbir şey yitirmeksizin, tüm koyu karanlığını arı yüzeye dönüştürür ve böylece herhangi bir güçlükle karşılaşmadan, kendini kapalı bir renk birliğinde eritir. Kurtuluş çağrısı dünyanın çevrimsel yetkin sisteminde bir gürültü durumuna gelir ve yunan dengesinden daha az renkli ve daha az yetkin olmayan yeni bir dengenin kurulmasını sağlar: bu, tamuyarlı olmayan ama çokyapılı olan yoğunlukların dengesidir. Yeniden ele geçirilmiş dünyanın kavranamaz olan ve sonsuza dek elde edilemez olan özelliği, gözlegörülür bir uzaklığa kadar yaklaşmıştır. Son Yargı varolan gerçeklik durumuna gelir ve önceden gerçekleşmiş gibi ele alınan alanların uyumunda bir öge meydana getirir yalnızca. Son Yargı, kendi gerçek doğasını unutturur; bu doğa, dünyanın, Philoctetes gibi -ancak Paracletos'un iyileştirebileceği- zehir serpilmiş bir yarayla yaralanmasını gerektirmektedir. Yeni bir Yunan'ın çelişkili bir Yunan'ın ortaya çıktığını görürüz: estetik gene bir metafiziktir...

Bu, ilk olarak hem de son olarak böyledir. Bu birlik bir kere kırıldı mı varlığın hiçbir kendiliğinden bütünselliğine yer yoktur. Suları eski birliği dağıtmış olan kaynaklar artık kesinlikle kurudu ama umutsuz bir biçimde susuz kalan yatakları, dünyanın girdili çıktılı görünümünde kapatılması olanaksız uçurumlar açtı. Demek ki artık, helenliğin her yeniden doğuşunda, estetik arı metafiziğe apayrı bir öge olarak azçok bilinçli bir biçimde katılmıştır.

Sanat ülkesinin dışında kalan her şeyin özü zor kullanarak ele geçirilmek ve hiçe indirgenmek istense de; sanatın birçok alan arasında ancak dünyanın yıkıma uğraması ve kendi kendine yetemez olması koşuluyla varlığını sürdürebilen ve kendi kendinin bilincine varabilen bir alan olduğu unutulmaya çalışılsa da. Ama, sanatın tözselliğini bu yoldan ölçüsüz bir biçimde yüceltmek, zorunlu olarak, biçimleri hantallaştırır, aşırı yük altına sokar, öyle ki, o ana kadar basitçe edinilmiş bir veri olan şeyi, biçimler kendileri üretmek zorunda kalırlar; dolayısıyle kendi a priori etkinlikleri dışlaşmaya başlamadan, kendi olanaklarıyla kendi özel koşullarını, nesneyi ve onu çevreleyen dünyayı yaratmaya zorlanırlar.

Bu biçimler için, yalnızca üstlenmekle yetinecekleri bütünsellik yoktur. Ayrıca, bu biçimler, ya biçim vermek zorunda oldukları şeyi taşıyabilmek için onun yoğunluğunu artırmak ya da azaltmak zorundadırlar, ya da böylece biçimler dünyasına, dünyanın yapısal açıdan tamuyarlı olmayışını katarak, eleştirel bir biçimde kendi zorunlu nesnelerini ve olanaklı olan tek şeyin iç yokluğunu gerçekleştirmenin olanaksızlığını gün ışığına çıkarmak zorundadırlar.
1 | 2

1 Yorum

Adsız
8 Ocak 2009 15:36  

PLATONUN DÜŞÜNCESİ HRİSTİYANLIĞIN VE İSLAMIN İSKELETİNİ OLUŞTURMUŞTUR BİR BAKIMA.FAKAT YİNEDE BU DİNLER PLATONUN DİLİNE VE ANLATMAK İSTEDİĞİNE ULAŞAMAMIŞTIR.ÖYLE Kİ ÖZ KAVRAMI BU DİNLERDE DAHA ÇOK ŞEKİL OLARAK ORTAYA ÇIKMIŞTIR.ONUN DÜŞÜNCESİ BENCE YUNUS EMRE,MEVLANA GİBİ ÜSTADLARDA VÜCUT BULMUŞTUR.

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP