ALTHUSSER, İDEOLOJİ VE İDEOLOJİ İLE İLGİLİ SON SÖZ - 4

E. TOPLUMSAL OLUŞUMUN ANA ÖĞELERİ

Althusser, sistematiğinde üçlü bir ayrıma itibar eder. Üç ayrı yapı vardır. Her yapının ayrı bir işlevi ve ayrı bir amacı vardır. Ama birbirleriyle olan bağıntıları özellikle ideolojiyle bağıntıları ilginç ve çok önemlidir. İdeolojinin üstbelirleme gücü ve misyonu vardır. Yani bir toplumsal formasyonda alt yapı önemlidir belirleyicidir. Ancak daha sonraki aşamalarda sözgelimi ideoloji, kendi gücüne dayanarak tüm formasyonu etkiler, hatta onların oluşumunu belirlemeye başlar. İdeolojinin Althusser’e göre yorumunu iyi anlayabilmek için çok önemli olan bu üçlü ayrımı yani üç ayrı yapıyı ve bunların birbiriyle olan ilişkilerini ana hatlarıyla belirtmekte yarar vardır.

a. Ekonomik Yapı:Bu yapı ekonomik faaliyetleri kapsar. Bir maddeyi başka bir madde haline dönüştürmek, madde üzerinde çalışmak ekonomik bir çabadır. Ekonomik yapı içinde üretim gerçekleştirilir. Sözgelimi buğday ekip biçmek, buğdayı un haline getirip ekmek yapmak, onu satmak bir ekonomik işlev türüdür. Üretim olayı yani ekonomik çaba belirli maddeleri toplumun gereksinmesini karşılayacak başka bir madde haline dönüştürmek ve bunu toplumun kullanımına sunmak çabasıdır. Maddi bir olayın adıdır. Bu temel çaba tüm toplumsal sistemlere özgüdür. Varlığın vazgeçilmez koşuludur.

Althusser’e göre ekonomik yapı ve onun belirleyici gücü toplumsal formasyon içinde tek başına belirleyici değildir. “Majesteleri Ekonomi” yalnızca kendi ayakları üzerinde durmaz. Ona göre belirlenme ilkesi, bir düzeyin sözgelimi ekonomik düzeyin, tüm öbür düzeyler üzerindeki belirleyiciliği olarak değil aynı zamanda değişik belirlenmelerin yapılaşmış toplamı, bunların etkilerinin yapısı olarak düşünülmelidir. Althusser pratiklerin göreli özerkliği ve son kertede belirleme kavramının ancak üstbelirleme yaklaşımı ile açıklanabileceğini ileri sürer. Farklı düzeyler arasında bir kaynaşma ya da geçici kopukluk olduğu zaman, bunun nedeni ekonominin kendini ayrı tutup, ayrı gösterip ayakları üzerinde dikilip görünmesi değil, farklı düzeylerdeki çelişkilerin hepsinin tek bir süreç içinde, konjonktür içinde birikmiş olmasıdır. Öyleyse bu konjonktür tüm öbür kerteler ve etkiler tarafından üst belirlenmiştir. Çok daha önemlisi “egemen olarak” yapılaşmıştır (Althusser, 1968:210). Bütün olayları tek başına ekonomik koşullandırmalara ya da ideolojik oluşuma yani tek bir öze bağlamak, bu öze indirgemek yanlıştır. Hiçbir uygulama yalnız kendinden önce gerçekleşmiş başka ve tek bir pratiğe indirgenemez. Her pratik kendinden önce var olan karmaşık fakat açıklanabilir başka pratiklerin sonucudur. Her pratik yalnızca altyapısal gelişmelere bağlanamayacağı gibi sadece ideolojik gelişmelere de indirgenemez.

b. Siyasal Pratik: Üretim sonucu yani ekonomik faaliyet sonucu ortaya çıkan ürünün nasıl paylaşılacağının ilkelerini belirleyen uygulamadır. Üleşimin ve ilkelerinin açıklanıp bunlara uyumun sağlanması çalışmasıdır. Bu uygulamayı siyasal sistem gözetir. Koyduğu hukuki kurallarla bölüşüm sonucu kime ne kadar pay düşeceğini belirler. Sözgelimi işçi ücretinin ne olacağını, hukuk kurallarına uymamanın cezasını bu çalışma belirler ve koyduğu ilkelere uyulmasını, insanlara meşru gelen, doğal gelen kurumlarıyla gözetir. Bunu gerçekleştirmek için de elinde hukuk sistemi, kolluk güçleri, mahkemeler vardır. Bu işlevler kimin adına yapılırsa yapılsın özde anlamı, paylaşımla ilgili kurallara, sistemin kalıplarına uyumu sağlamak asıldır. Ülkenin siyasal sistemi, parlamentosu, hukuk sistemi, sendikacılığı, siyasi partileri, kolluk gücü siyasal pratikle yükümlü kurumlarıdır.

c. İdeolojik Düzey: Toplumsal formasyonun üçüncü katmanıdır. Ekonomik yapılaşma ve ona bağlı pratikle, sistemin fiziki ve anlık gereksinmesi karşılanır. Maddi gereksinmeler karşılanır. Siyasal pratik de bu durumu yani statükoyu gözetir. Oysa sistemin bir dönemden öteki döneme geçişini sağlamak için, daha doğrusu sistemin sürekliliği için ek bir yapılanmaya, çabaya, oluşuma ihtiyaç vardır. Bu oluşum, ideolojik yapı ve çabadır. Sistemin bütün özellikleriyle bugünden yarına aktarılmasını ideolojik sistem sağlamaktadır. Dönemler arasında bağlantıyı ideoloji kurar. İdeoloji, sistemi zaman ve mekan bakımından birbirine bağlayan adeta bir harç dokudur. Bu harç aynı zamanda çeşitli düzeyleri de birbirine bağlar. Hatta bu harç, bir süre sonra sıva rolünü de üstlenerek tüm düzeyleri birbirine bağlamakla kalmaz aynı zamanda onları örter. Bu sorun özellikle ve ilk defa Gramsci tarafından incelenmiştir (Gramsci,1986:14). Althusser, Gramsci’yi öncülü olarak görür. Sivil toplumun kimi kurumlarını, işlevsel olarak devletin kapsadığını ilk kez Gramsci’nin dile getirdiğini söyler. Ama Althusser’e göre Gramsci belirlediği yolda sezgilerini sistemleştirememiştir. Sorunun özünü yakalayamamıştır. Gramsci’de bağımsız bir ideoloji teorisi de yoktur. Oysa Althusser’de konu farklı ele alınmaktadır. Ona göre ideolojinin ilk işlevi harç doku olmak değildir. İdeoloji, oluşum açısından farklı olması nedeniyle yeri çok gerilerde olmak üzere, -bu arada- harç doku misyonunu da dolaylı olarak yerine getirmektedir. Bir başka anlatımla Althusser’de ideolojinin dönemler ve kuşaklar arasında harç doku rolü oynaması gibi bir ana tema yoktur. Bu tema başka gerçekliklerin ancak sonucu olarak ortaya çıkmaktadır yani dolaylıdır. Althusser’e göre ideolojilerin kendileri değil taşıyıcıları olan ayinler, dini törenler, toplantılar, kitle iletişim araçları, kitaplar, gazeteler, filmler, televizyon programları, radyolar vb. süreklidir. İdeoloji belirli taşıyıcılara adeta otomatik olarak yüklenmiştir. Onlarla birlikte vardır. Çünkü ideoloji onların pratiğinin içindedir. Gelenekler, görenekler, din ve öteki toplumsal alışkanlıklar, kitle iletişim araçları yaşadığı sürece ideolojiler de yaşar. Dolayısıyla ideolojinin bir dönemi bir başka döneme bağlaması ideolojik gerçeklikten ziyade ideoloji taşıyanlarla ilgilidir. Gramsci’de ideolojinin oluşumu ile ilgili tezler yoktur. O, ideolojiyi bir veri olarak ve gördüğü gibi ele almaktadır. Oysa Althusser’de ideolojinin oluşumu ile ilgili açıklamalar çok geniş ve önemli bir yer tutar. Bu çok önemli bir niteliktir. Bir toplumsal olay önce: Niçin ve nasıl? sorularıyla karşılanmalı, sonra özellikleri açıklanmalı, daha sonra da eleştirilmelidir. Yani ideolojinin önce nasıl oluştuğu açıklanmalı sonra eleştirisine geçilmelidir. Althusser bu yolu çok doğru biçimde kullanan bir düşünürdür. Gramsci’nin orijinal açıklamalarına karşın, ideolojik oluşumla ilgili açıklamaları son derece cılızdır. Nitekim yazılarında “hegemonya” kavramına, çok önemli olmasına karşın, yeteri kadar derinlik kazandıramadığı görülmektedir (Gramsci, 1975: 85). Onu Althusser “görüşlerinde sığ” bir düşünür olarak nitelemektedir.

Althusser’de ideoloji, yalnız kendini yeniden üretmekle kalmaz, kendini yeniden üretmekle sistemi de otomatik olarak yeniden kurgular. İdeolojinin toplumsal işleviyle ilgili olarak denilebilir ki, Althusser’de ideolojik oluşum, sistemi çok önemli sonuçlara götürmektedir. Özgün tarihi yoktur ama yaşanılan ortam ve dönemin haritasını oluşturmaktadır. Gramsci’de ideoloji hegemonyanın bir aracı iken, Althusser’de maddi pratiğin ayrılmaz parçasıdır. Dolayısıyla her yeri ve her şeyi sarmıştır. Balığın içinde yaşadığı su gibidir. O düşünce sistemini değil ortamı ifade eder. Çağıran, egemen ideoloji her yerdedir. Bu yüzden Althusser toplumun alt kesimlerinin kurtuluşları konusunda çok karamsardır. Bu saptamayı ülkemizin siyasal gerçeği ile ilişkilendirdiğimizde onunla örtüştüğünü, üst üste geldiğini görürüz. Nitekim ulusal seçimlerde, böylesine fakirlik ve perişanlık içinde olan formasyondan tepkici, sisteme karşı olan oy oranı yok denecek kadar az çıkmaktadır. Kuşkusuz burada sayısız denecek kadar çok faktörün etkisi olabilir. Ancak Althusserci görüş işin özünü yakalamamızı, seçmen davranışını ve bu siyasal davranışın sonuçlarını net biçimde anlamamızı sağlamaktadır. Çünkü Althusser yaptığı ideoloji kavramlaştırması ile radikal nitelikli siyasal mücadeleye, karşı tepkilere yer bırakmamaktadır. Bu tepkilerin ideolojik kaynakları olsa bile başarıya ulaşmaları çok zordur. İdeolojik ağırlık her öğe ve ilişkinin üzerine çökmüş gibidir. Çizdiği harita çok yerde, çok ülkede aslına uygun çıkmaktadır.

Yine Althusser’e göre her toplumsal formasyonun ayırıcı niteliği ekonomik, politik ve ideolojik düzeylerin ya da kertelerin bir araya gelmelerinde temellenir. Bu düzeyler farklı pratikler olması nedeniyle birbirlerinden ayrıldığı gibi aynı zamanda diğerlerini belirleme ve etkileme güçleri bakımından da farklılaşmışlardır. Siyasal ve ideolojik sistemin konuşlandığı üstyapının görece özerkliği vardır. Çok daha önemlisi üst yapı, toplumsal formasyonun varlığının vazgeçilmez, gerekli koşul ve pratiklerini içerir. Ayrıca toplumsal formasyonun kendini yeniden üretmesi için mutlaka ideolojik çabaya ihtiyaç vardır. Bu çaba olmaksızın ekonomik sistem içinde görev almış kişilerin kendilerine düşen görev ve yükümlülükleri yerine getirmeleri ya da tekrarlamaları ve bu rolleri kendilerinden sonra gelecek kuşaklara aktarmaları mümkün değildir. Gerçi bu görüş Gramsci’de çok daha baskındır ama Althusser’in kavramsallaştırmasında da varoluşu farklı olmakla birlikte sistemin sürekliliğine katkısı inkar edilmez. İdeolojik yapılaşma düzenin sürekliliğini sağlayan, yaşanılan sistemi yeniden üreten, vazgeçilmez, olmazsa olmaz toplumsal pratikleri içerdiği gibi toplumsal sistemin önemli araçlarını da içerir. Örneğin ideoloji; kitaplarda, gazetelerde, dergilerde filmlerde, vaazlarda, derslerde, toplantılarda, düğünlerde, tüm törenlerde ve daha birçok pratikte söylemler biçiminde var olmaktadır. Söz konusu bu söylemler ideoloji taşıyıcı bu pratiklerin, uygulamaların ayrılmaz parçasıdır, onların içindedir. İdeoloji bunlarla içiçedir ve onlarla birlikte var olmuştur (Althusser, 1995:107) .

Yaşadıklarımızdan çıkan sonuçlara bakılırsa altyapının her zaman ideolojik sistem üzerinde bire bir etkisi ve denetimi olduğunu söylemek oldukça zordur. Sözgelimi Hitler Almanya’sında faşist siyasal akımın maddi temellerini görmek çok kolaydır. Bu rejimle Almanya’da daha çok silah, daha çok mal üretilip satılmasının sanayi ve ticaret burjuvazisine çok şey sağladığı kesindir. Faşist rejim sayesinde üretilenlerin daha kolay satılması, pazarlara açılma ve en önemlisi bu pazarların silah zoruyla işgali anlaşılabilir ve açıklanabilir bir gerekçedir. Ama böyle bir rejimin durup dururken, Yahudi düşmanlığını ideolojik bir amblem haline getirip, milyonlarca insanın ölümüne yol açmasını altyapısıyla ilişkilendirmek doğru olmasa gerek (Miliband vd.,1977) . Daha fazla adam öldürmek için bu rejimde yeni teknolojiler yaratılmış olması yeterli bir gerekçe olmaktan uzaktır. Yahudilerin elinden zenginliklerini almak için onları öldürmenin hiçbir ussal ve siyasal gerekçesi yoktur. Bu olayda büyük bir kurgulama yanlışı vardır, ama aynı zamanda altyapıdan oldukça bağımsız bir ideolojik oluşum söz konusudur. İlerleyen aşamalarda bu inanç altyapıyı etkilemiş hatta beklenmedik bir yönde değişikliğe uğratmıştır. Öte yandan bu ideolojik oluşumun nedenlerini daha önceki ideolojik kaynak ve düşüncelerde görmek mümkündür.

İdeolojinin gücünü ve oynadığı rolü çok açık göreceğimiz bir başka örnek, yakın tarihimizdendir. Kurtuluş Savaşı’nda yurdu savunan yüz bin dolayında yurtsever insanın bu girişimini ideolojik yönelimleri ön plana çıkarmadan açıklayamayız. Dumlupınar’da savaşanların amacı düşmanı yenip ileride zengin olmak değildir. Kurtuluş Savaşı’nda Türkleri güdüleyen en önemli faktör dindir (Timur,1993:24). Bir başka anlatımla bu direnişin özünde madde yatmaz. Tarihte ve günümüzde bu kuralı doğrulayan binlerce örnek bulunmaktadır. İdeolojik sarmal, bireyi baştan ayağa kavramakta, hatta ölüme götürmektedir. Demek ki, ister günlük yaşantıda ister uzun soluklu düzenlemelerde, isterse de sınıf mücadelesinde olsun, ideoloji ihmal edilmemesi gereken önemli, hatta bazı örneklerde özerk kalabilen bir alandır.

Günümüz insanı meşruiyet içinde konulmuş kamusal kurallara uymak zorundadır. Bunlara uymazsa devlet kendisine yaptırım uygular, fiziki baskı uygular. Devlet, yönetileni belirli bir alan içinde tutar, bunun için önce ikna gücünü kullanır ve dışa çıkıldığında fiziki gücünü kullanarak bu sapmayı düzeltir. Görülüyor ki, devletin denetimi yalnızca fiziki güce dayalı değildir. Bu konuda devlete yardımcı nitelikte başka araçlar ve uygulamalar vardır. Devletin bütün aygıtları hem ideoloji hem de fiziki baskı kullanarak işler. İnsanı devletin yanında, sosyolojik olarak da biçimlendiren, davranışlarını denetleyen toplumsal oluşumlar vardır. Bunlar devlet dışı ideolojik araçlardır ve en önemlileri aile, toplumsal çevre, gelenek ve görenekler, din kuralları ve kitle iletişim araçlarıdır. Bu araçlara devlet dışı dememize karşın son tahlilde bunlar ideolojik oluşumu sağlayan, ideolojik oluşuma katkıda bulunan ama asıl olarak devletin işini kolaylaştıran araçlardır. Artık günümüzde ideolojik oluşuma katkıda bulunan araçlar için devlet dışı ya da devlet içi ayrımı yapmanın pratik bir yararı kalmamasına karşın bu ayrımın akademik bir yeri ve önemi olduğu bilinmektedir. Bu ayrımdan kendi görüşlerini kavramlaştırmak ve örneklemek açısından Althusser de yararlanmıştır. Bu ayrım sınıflandırmayı, analizi ve olayları kavramayı kolaylaştırabilir. Çok daha önemlisi devletin ne işe yaradığı konusundaki sorulara önemli yanıtlar da buradan çıkar. Bu aygıtlar insanı, ideolojik olarak yoğurup onun belirli bir biçimi almasına yardımcı olurlar. Bireyi istenilen biçimde düşünmeye yönlendirir, zorlar hatta mecbur kılarlar. Bu çaba genellikle çok yönlüdür. Son amaç üretim ilişkilerini, sistemin ana dayanaklarını yeniden üretmektir. Bilinmelidir ki, ekonomik çıkarları savunmak politik eylemle olanaklıdır ama insanların politik eylemlere girişmesi için de ideoloji gereklidir (Miliband vd.1977:47). Yine belirtmek gerekir ki, belirli bir dönemden sonra bireyi etkileme ya da denetleme görevini, başka ideolojik aygıtlar yüklenir. İnsanı okul çağında okul, eğitim sistemi ya da aile denetlerken, olgun yaşta bireyin ideolojik denetimi daha çok din ve kitle iletişim araçlarına geçer. Demek ki toplumsal sistem içinde var olan gelenek ve görenekler, aile, okul, din sistemi ama en önemlisi geniş anlamda kitle iletişimi, insanı biçimlendirip, yönlendiren denetleyen aygıtlardır. Bunların temel misyonu ideoloji taşımadır ve önce bu yönleriyle ele alınmalıdır.

Günümüzde baskıcı devlet işlevleri ikinci plana itilmiştir. Çağdaş siyasal yaklaşımlar fiziki baskıyı reddetmektedir. İnsan önce ideolojik çaba ile yoğrulup, biçimlendirilir. Gramsci “ insanı kafasından yakaladınız mı, kol ve bacak kolay gelir ” der. Dolayısıyla birey, ideoloji ve iletişim üçlüsü yeni bir mecraya girmiştir. Burada hemen belirtmek gerekir ki baskıcı devlet işlevleri, yani polis ya da jandarmanın gücünden yararlanma olanağı, ortadan kalkmış değildir. Ama önemi azalmıştır. Althusser bu konuda da özgünlüğünü, özel oluşunu kanıtlamış, devletin baskıcı güçlerinin de bir bütünsellik içinde ideolojik işlev görebildiklerini öne sürüp, ideolojiyle bağıntılarını açıklamaya çalışmıştır. Althusser’e göre bu araçların da aslında ideolojik güçleri vardır. Onun deyimiyle “Bütünüyle baskıya dayalı aygıt yoktur.”(Althusser,1970:35) Her maddi oluşum bir ideolojik oluşumla ilgilidir, bağıntılıdır. Kamu yönetiminde sık sık örnek olarak kullandığımız gibi bir devlet kuruluşu belirli bir amacı gerçekleştirmek için kurulur. Kuruluş amacı daha sonra ideolojik bir oluşum haline gelir ve her şeyi hem etkiler hem belirler. Daha sonraki tüm araçsal ve görevsel genişlemeler, düzenlemeler bu ideolojik oluşuma göre belirlenir. Althusser’in deyimiyle burada ideolojik pratikle aygıtın pratiği örtüşmektedir.

Sistem bireyleri belirli bir kalıba sokmakta, istediği modelde insan üretilmesini öngörmekte, bunu yaparken de ideolojiden onun araçlarından ve kurulu gücünden olabildiğince yararlanmaktadır. Althusser’in metodolojisi içinde kalarak söyleyecek olursak, ideolojinin yönetilenin üzerine örtülmesinde devletin başka bir alternatifi de yoktur. Devlet başka bir ideolojiyi kullanamaz. Bu, fizik olarak da olanaklı değildir. Egemen ideoloji toplumsal formasyonun bütün katmanlarını sarıp örtmüştür. Althusser’in bu görüşü, her şeyi egemen ideoloji kaplıyor, dolayısıyla çeşitli toplumsal oluşumlara mücadele alanı bırakmıyor, mücadele olanağını yok sayıyor diye çok eleştirilmektedir. Ama gelin görün ki uzağa gitmeye gerek yok, Althusser’in kuramını Türkiye pratiği tümüyle doğrulamaktadır. Türkiye’de egemen ideolojinin kapsama alanı hem derin hem yaygındır. Karşı mücadele için bütün yollar kesilmiştir. İşte size özelleştirme örneği...!

1 | 2 | 3 | 4 | 5

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP