Epikür'ün Hayatı ve Felsefesi - 4
|
Dünya Görüşü
Epikür’ün felsefesi bir zevk felsefesidir. Bütün düşünceleri bu amaca hizmet eder ve düşüncelerinin bütün parçaları ve grupları hep bunda tam bir bütün halinde toplanır ve birleşir. Hattâ ilkçağda yapıldığı gibi sistemi bir genel Tabiat bilgisi (Fizik), bir bilgi teorisi (Kanonik) ve bir Özel Mutluluk bilgisi (Ethik) olarak üç büyük bölüme ayrılsa bile, bunlar her yerde birbirine girerler ve ayrı olarak manasız ve maksatsızdırlar. Verdiği bütün bilgiler ve bütün öğrettikleri çözülmez bir bütün olarak hep tek bir merkeze yönelmiştir: Üzerine tam ve mükemmel mutluluk durumunun kurulması gereken,
insanın Ben’i.
Eğer fekefenin ödevi hayatı istenmeye değer kılmaksa, o ha1de Epikür bu ödevi tam bir açıklık ve en büyük ciddilikle ele almıştır. Bütün canlı yaratıkların içgüdüleriyle kendilerine en uygun yaşama durumunu aradıkları, bunun için de hayatın nimetlerinin mümkün olabildiği kadar çoğundan faydalandıklarına göre felsefe veya Epikür’ün tercih ettiği terimle Fizyolojinin, yani Tabiatın gözlenmesi ve incelenmesinin sadece tek bir amacı olabilir, o da insanlara varlığın mümkin olabilen en büyük, en sakin ve en duru zevkini göstermek ve onun yolunu çizmektir. Bu zevk (hedone) hiç bir zaman kaba anlamında bir zevk, ya da şehvet değildir (Epikür, doktirlerine böyle yanlış anlamlar verilmesine şiddetle karşı koyar) aksine, beden alanında tamamiyle acısızlık ve ruh alanında da tam bir sükûndur. Bu, bize o kadar bol en güzel ve en temiz nimetleri sunabilen varlığın kendisinden zevk alıştır. Bu Epikür’ün kendi en sevdiği deyimiyle sadece hafif hafif kımıldayan ışıklı bir deniz sathına, durgun denize benzetilebilecek, hep aynı kalan mutlu-neşeli bir ruh durumudur. Tam Hellence olarak, tam sağlıkta bir bedenle ruhun heyecansızlığının birleşmesini en üstün hayat şekli olarak görür. Varlığın başı ve sonu olan bu da, her ferdin daima yeniden çözmesi gereken bir problemdir. Ama bunu nasıl çözebiliriz?
Epikürcü her zevke el atmaz, hele bayağı ve aşağılık olanlarına asla! Epikür kesin olarak der ki: Ziyafetler ve içki âlemlerinden, ya da rasgele sevgi zevklerinden, aramıya değer hakiki zevki elde edemeyiz. Zenginlik, şan ve nüfuza da hiç bir değer vermemek lâzımdır. Süregiden keskin mücadeleleri, insanı yıpratan huzursuzlukları ve önceden kestirilemiyen raslantılarıyla politikaya da epikürcü ancak çok büyük bir zorunluluk karşısında karışır.
Böyle sadece hiçten ibaret bir hayatın bize değerli gibi gösterdiği sahte zevklere ve yalancı servetlere ihtiyacımız yoktur; çünki tabiatımız basit nimetlerle de yetinir. Servet ve makam için sonsuz tasalar içinde yaşamaktansa mütevazı ihtiyaçlar içindeki o sakin mutluluğu kendimiz yaratmalıyız. Buda suçsuz bir vicdandan, düşüncede ve işte haktan ayrılmamaktan doğar ve —esirce hayata bağlanmadan—, her yeni günü bize mutluluk veren bir bağış olarak gösterir.
Şu halde biz zevkleri özenerek seçmeliyiz, onların değerlerini birbirinden ayırt etmesini bilmeliyiz ve onlar içinden kişiliğimizin özelliğine en uygunları ve en yarayanları arayıp bulmalıyız. Eğer acıların arkasında o nisbette büyük ve değerli zevkler bekleniyorsa bazan o acılara da cesaretle dayanmalıyız.
Epikürün felsefesi en son haddine kadar inceleştirilmiş bir Yaşama Sanatıdır. Üstad öğrencilerini ve buna gerekli yeterlikte olan bütün insanları buna götürmek arzusundadır. Ama bu Yaşama Sanatına giden doğru, tek yol ancak tabiatı bütüniyle tanımakla bulunabilir.
Bütüniyle tabiatı (Phisis) açıklıyabilmek için, sadece iki ilk sebep ya da prensipi ön şart olarak almamız yeter: Atomlar, ilkel parçacıklar (Atomoi, somata), ve boşluk, uzay (Kenon, khora). Bunlardan birinin ötekinden ayrılması mümkin değildir. Ta en başlangıçtan beri hareket halinde olan, sayıca sonsuz atomların hareket edebilmesi ve sayısız dünyaların yer bulabilmesi için sonsuz uzaya ihtiyaç vardır, bunsuz maddî atomun var olması düşünülemez. Atomların çeşitli ayrılıkları vardır; bunlar şekil ve ağırlık bakımlarından birbirlerinden ayrılırlar, fakat her grupta sonsuz sayıda atom vardır. Evrendeki bütün varlıkların çeşitlilikleri sadece atomlarındaki farklarla açıklanabilir. Onların önsüz sonsuz olarak hiç durmamacasına hareketleri de daima yeni atom bileşimlerinin meydana gelmesine sebebolur, bu da hiç arası kesilmiyen oluş ve yokoluşu açıklar.
Atomlarda hiç bir zaman durma yoktur. İnsan vücudunda da, dünyadaki her şey gibi atomlardan meydana gelen ruhumuzda da (Bedenin atomları kaba, ruhunkiler son derece incedir) daimi hareket ve ardı kesilmiyen değişme vardır. Bizden atomlar ayrılıp gider, yenileri gelir ve bizim varlığımıza alınırlar. Hayatı sürdürecek atom'arın kaybı, insandan olsun başka nesnelerde, hattâ bütün dünyalarda olsun, alınanlardan fazla olursa o zaman o cisimde harap olma başlar ve gittikçe artar. Böyle atomların bileşim ve örgüleri başka atom kümelerinin tesiriyle parçalanacak olursa bu cisim atomlarına ayrılır. O zaman canlı yaratıklar için öldü deriz. Ama atomların kendileri yok olmazlar, aksine, o zamanki bileşimlerinden ayrıldıktan sonra başka, yeni nesnelerin kuruluşunda kullanılırlar. îşte hayat ve ölüm böyle oluş ve yok oluş, önsüz sonsuz bir karşılıklı etki şeklinde sürüp gider.
Ruhumuz da atomlardan meydana geldiği için tıpkı bedenimiz gibi ölümümüzle kendini meydana getiren atomlara ayrışır. Bu sebeple organizmanın dağılmasından sonra ruhun yaşaması diye bir şey yoktur. Bu bilgiyi hiç korkmadan göz önünde bulundurmalıyız. ölümümüzden sonra bizden, dağılmış, uçuşarak birbirinden uzaklaşan ve yeniden başka organizmaların kuruluşunda mateme o1acak atom1ardan başka bir şey kalmaz. Kişilik olarak, ölümden sonra bizden hiç bir şey kalamaz. Ama bununla bizim, ölümden sonra ruhumuzun mukadderatı hakkındaki bütün korkularımız ortadan kalkmış olur, çünki ruh ölümden sonra ne mükâfat görebilir, ne de cezalandırılabilir. Bir «Öteki dünya» yoktur.
Epikür’ün kendisinin de haklı olarak gurur duyduğu büyük düşüncesi, değişmez ve önce belki korkunç gelen bu gerekirlikten harekete geçerek cesaretle Zevk Felsefesine gidişidir. Çünki, ancak tek bir defa doğduğumuza, ölünce de artık bütün ebediyet boyunca bir daha var olmayacağımıza göre, bu bir defalık hayatın kendisi karşımıza muazzam bir gaye olarak çıkmaktadır. Onun hakkından gelmek için, yani en üstün mutluluğa ve zevke erişebilmek için, bizde saklı olan, bizzat tabiatın bize vermiş olduğu bütün kuvvetleri, hepsinden fazla ruhumuzunkileri seferber etmemiz gerektir. Ölüm artık korkunç değildir; bizim için bir hiçtir. Çünki elemanlarına ayrışmış bir şeyin duyarlığı olamaz; artık duyarlığı olmıyan bir şeyin de bizimle ilgisi yoktur. Ölüm, tatlı olsun, acı olsun, sevinçli olsun ıstıraplı olsun bütün duyguların ortadan kalkması demektir. Eğer biz varsak ölüm orada yoktur, eğer ölüm orada ise, o zaman artık biz yokuz.
Epikür’ün felsefesi bir zevk felsefesidir. Bütün düşünceleri bu amaca hizmet eder ve düşüncelerinin bütün parçaları ve grupları hep bunda tam bir bütün halinde toplanır ve birleşir. Hattâ ilkçağda yapıldığı gibi sistemi bir genel Tabiat bilgisi (Fizik), bir bilgi teorisi (Kanonik) ve bir Özel Mutluluk bilgisi (Ethik) olarak üç büyük bölüme ayrılsa bile, bunlar her yerde birbirine girerler ve ayrı olarak manasız ve maksatsızdırlar. Verdiği bütün bilgiler ve bütün öğrettikleri çözülmez bir bütün olarak hep tek bir merkeze yönelmiştir: Üzerine tam ve mükemmel mutluluk durumunun kurulması gereken,
insanın Ben’i.
Eğer fekefenin ödevi hayatı istenmeye değer kılmaksa, o ha1de Epikür bu ödevi tam bir açıklık ve en büyük ciddilikle ele almıştır. Bütün canlı yaratıkların içgüdüleriyle kendilerine en uygun yaşama durumunu aradıkları, bunun için de hayatın nimetlerinin mümkün olabildiği kadar çoğundan faydalandıklarına göre felsefe veya Epikür’ün tercih ettiği terimle Fizyolojinin, yani Tabiatın gözlenmesi ve incelenmesinin sadece tek bir amacı olabilir, o da insanlara varlığın mümkin olabilen en büyük, en sakin ve en duru zevkini göstermek ve onun yolunu çizmektir. Bu zevk (hedone) hiç bir zaman kaba anlamında bir zevk, ya da şehvet değildir (Epikür, doktirlerine böyle yanlış anlamlar verilmesine şiddetle karşı koyar) aksine, beden alanında tamamiyle acısızlık ve ruh alanında da tam bir sükûndur. Bu, bize o kadar bol en güzel ve en temiz nimetleri sunabilen varlığın kendisinden zevk alıştır. Bu Epikür’ün kendi en sevdiği deyimiyle sadece hafif hafif kımıldayan ışıklı bir deniz sathına, durgun denize benzetilebilecek, hep aynı kalan mutlu-neşeli bir ruh durumudur. Tam Hellence olarak, tam sağlıkta bir bedenle ruhun heyecansızlığının birleşmesini en üstün hayat şekli olarak görür. Varlığın başı ve sonu olan bu da, her ferdin daima yeniden çözmesi gereken bir problemdir. Ama bunu nasıl çözebiliriz?
Epikürcü her zevke el atmaz, hele bayağı ve aşağılık olanlarına asla! Epikür kesin olarak der ki: Ziyafetler ve içki âlemlerinden, ya da rasgele sevgi zevklerinden, aramıya değer hakiki zevki elde edemeyiz. Zenginlik, şan ve nüfuza da hiç bir değer vermemek lâzımdır. Süregiden keskin mücadeleleri, insanı yıpratan huzursuzlukları ve önceden kestirilemiyen raslantılarıyla politikaya da epikürcü ancak çok büyük bir zorunluluk karşısında karışır.
Böyle sadece hiçten ibaret bir hayatın bize değerli gibi gösterdiği sahte zevklere ve yalancı servetlere ihtiyacımız yoktur; çünki tabiatımız basit nimetlerle de yetinir. Servet ve makam için sonsuz tasalar içinde yaşamaktansa mütevazı ihtiyaçlar içindeki o sakin mutluluğu kendimiz yaratmalıyız. Buda suçsuz bir vicdandan, düşüncede ve işte haktan ayrılmamaktan doğar ve —esirce hayata bağlanmadan—, her yeni günü bize mutluluk veren bir bağış olarak gösterir.
Şu halde biz zevkleri özenerek seçmeliyiz, onların değerlerini birbirinden ayırt etmesini bilmeliyiz ve onlar içinden kişiliğimizin özelliğine en uygunları ve en yarayanları arayıp bulmalıyız. Eğer acıların arkasında o nisbette büyük ve değerli zevkler bekleniyorsa bazan o acılara da cesaretle dayanmalıyız.
Epikürün felsefesi en son haddine kadar inceleştirilmiş bir Yaşama Sanatıdır. Üstad öğrencilerini ve buna gerekli yeterlikte olan bütün insanları buna götürmek arzusundadır. Ama bu Yaşama Sanatına giden doğru, tek yol ancak tabiatı bütüniyle tanımakla bulunabilir.
Bütüniyle tabiatı (Phisis) açıklıyabilmek için, sadece iki ilk sebep ya da prensipi ön şart olarak almamız yeter: Atomlar, ilkel parçacıklar (Atomoi, somata), ve boşluk, uzay (Kenon, khora). Bunlardan birinin ötekinden ayrılması mümkin değildir. Ta en başlangıçtan beri hareket halinde olan, sayıca sonsuz atomların hareket edebilmesi ve sayısız dünyaların yer bulabilmesi için sonsuz uzaya ihtiyaç vardır, bunsuz maddî atomun var olması düşünülemez. Atomların çeşitli ayrılıkları vardır; bunlar şekil ve ağırlık bakımlarından birbirlerinden ayrılırlar, fakat her grupta sonsuz sayıda atom vardır. Evrendeki bütün varlıkların çeşitlilikleri sadece atomlarındaki farklarla açıklanabilir. Onların önsüz sonsuz olarak hiç durmamacasına hareketleri de daima yeni atom bileşimlerinin meydana gelmesine sebebolur, bu da hiç arası kesilmiyen oluş ve yokoluşu açıklar.
Atomlarda hiç bir zaman durma yoktur. İnsan vücudunda da, dünyadaki her şey gibi atomlardan meydana gelen ruhumuzda da (Bedenin atomları kaba, ruhunkiler son derece incedir) daimi hareket ve ardı kesilmiyen değişme vardır. Bizden atomlar ayrılıp gider, yenileri gelir ve bizim varlığımıza alınırlar. Hayatı sürdürecek atom'arın kaybı, insandan olsun başka nesnelerde, hattâ bütün dünyalarda olsun, alınanlardan fazla olursa o zaman o cisimde harap olma başlar ve gittikçe artar. Böyle atomların bileşim ve örgüleri başka atom kümelerinin tesiriyle parçalanacak olursa bu cisim atomlarına ayrılır. O zaman canlı yaratıklar için öldü deriz. Ama atomların kendileri yok olmazlar, aksine, o zamanki bileşimlerinden ayrıldıktan sonra başka, yeni nesnelerin kuruluşunda kullanılırlar. îşte hayat ve ölüm böyle oluş ve yok oluş, önsüz sonsuz bir karşılıklı etki şeklinde sürüp gider.
Ruhumuz da atomlardan meydana geldiği için tıpkı bedenimiz gibi ölümümüzle kendini meydana getiren atomlara ayrışır. Bu sebeple organizmanın dağılmasından sonra ruhun yaşaması diye bir şey yoktur. Bu bilgiyi hiç korkmadan göz önünde bulundurmalıyız. ölümümüzden sonra bizden, dağılmış, uçuşarak birbirinden uzaklaşan ve yeniden başka organizmaların kuruluşunda mateme o1acak atom1ardan başka bir şey kalmaz. Kişilik olarak, ölümden sonra bizden hiç bir şey kalamaz. Ama bununla bizim, ölümden sonra ruhumuzun mukadderatı hakkındaki bütün korkularımız ortadan kalkmış olur, çünki ruh ölümden sonra ne mükâfat görebilir, ne de cezalandırılabilir. Bir «Öteki dünya» yoktur.
Epikür’ün kendisinin de haklı olarak gurur duyduğu büyük düşüncesi, değişmez ve önce belki korkunç gelen bu gerekirlikten harekete geçerek cesaretle Zevk Felsefesine gidişidir. Çünki, ancak tek bir defa doğduğumuza, ölünce de artık bütün ebediyet boyunca bir daha var olmayacağımıza göre, bu bir defalık hayatın kendisi karşımıza muazzam bir gaye olarak çıkmaktadır. Onun hakkından gelmek için, yani en üstün mutluluğa ve zevke erişebilmek için, bizde saklı olan, bizzat tabiatın bize vermiş olduğu bütün kuvvetleri, hepsinden fazla ruhumuzunkileri seferber etmemiz gerektir. Ölüm artık korkunç değildir; bizim için bir hiçtir. Çünki elemanlarına ayrışmış bir şeyin duyarlığı olamaz; artık duyarlığı olmıyan bir şeyin de bizimle ilgisi yoktur. Ölüm, tatlı olsun, acı olsun, sevinçli olsun ıstıraplı olsun bütün duyguların ortadan kalkması demektir. Eğer biz varsak ölüm orada yoktur, eğer ölüm orada ise, o zaman artık biz yokuz.