Kurmaca Duygular

Şaşırtıcıydı. Çok sayıda insan, bir grup zorba tarafından tartaklanan, hırpalanan, tecavüz edilen ve ölüme terk edilen kadına dikkatlice bakıyordu. Çete, kadının eşini çoktan öldürmüştü. Hiç kim­se müdahale etmedi, oysa kalabalık, gözlerinin önünde gerçekleşen her şeyin gayet fakındaydı. Bu korkunçtu. Yuhalamayı ve alkışlamayı kestiler. Hiçbiri polisi aramadı.

Bu bir cinayet davasında savcının açılış cümlesi mi? Se­yirciler de suç ortakları mıydı yoksa sadece saldırganlar­dan mı korktular? Takip eden soğuk gecelerde, mağdur lara yardım etmedikleri için ya da korkaklıkları yüzünden utanç duydular mı?

Tüm bu soruların cevapları aynıydı: "Kesinlikle ha­yır!" Seyirciler bir tiyatrodaydı, bir oyunu seyrediyor­lardı. Kurmaca bir iş olduğunu biliyorlardı, yine de -paradoksal bir şekide- çoğu, karakterlerden son dere­ce etkilendi. Kadına olanlar konusunda endişeliydiler; çete lideri parıldayan bıçağıyla tehditlerini savururken bazılarının tüyleri diken diken oldu. Bazı karakterlere acıdılar, bazılarıyla gurur duydular, sonunda adaletin yerini bulmasını dilediler. Kimisi neredeyse ağlayacaktı. Tiyatroyu terk ederken kadın için neler hissettiklerini anlattılar birbirlerine. Kimi, karakterlerin hayatlarının gidişinden endişe ederek kimisi de olayları nnasıl da farklı bir şekilde gelişebileceğini düşünerek geceleyin uykusundan uyandı.

Kurmaca karakterler bizi her zaman etkiler. Bunlar, televizyondaki bir pembe dizi, dedektif hikayesi veya po­püler bir fimden ya da klasiklerden ünlü kişiler -Romeo ve Juliet, Lolita ve Lady Macbeth- olabilir. Seyirciler ve okuyucular karakterlerin kurmaca olduklarını bilseler de karakterler gerçek insanlarmış gibi görünebilir ki bu yal­nızca performans anında gerçekleşmez. Bazı pembe dizi seyircileri kurmaca karakterlerin bölümler arasında ne yaptıklarını merak eder. Bu çok garip değil mi? Örneğin, televizyon programlarında garip isteklere cevap veren ün­lülere neler olduğunu merak etmekle çelişmiyor mu?

Neden kurmaca karakterlerle ilgili olarak aşk, nefret, korku, pişmanlık, hayranlık gibi güçlü duygular hissediyoruz?

Birtakım duygular hissettiğimizde -Dracula'dan kork­tuğumuzda, genç Jane Eyre'a acıdığımızda veya Oliver Twist'te Bili Sykes'ın Nancy'ye olan tutumuna kızdığı­mızda- bu insanların var olduklarına ve korku, acıma ve öfke duygumuzu doğrulayan özelliklere sahip oldukları­na gerçekten ya da en azından bir miktar inanmış olma­lıyız. Kurgusal varlıkların gerçekten kurgusal olduklarını ve varlıktan yoksun olduklarını biliyoruz; ama hala çe­lişkili bir şekide, onlara karşı güçlü duygular besliyoruz ya da öyle görünüyor.

İzleyicilerin sahnede veya yazıda ortaya konulana olan inancının samimiyetini ve hislerini vurgularsak izleyi­cilerin de bir şekilde orada olup aksiyona katılmaları­nı bekleriz. İzleyiciye, bunun sadece bir oyun, bir kitap veya bir opera olduğu bilgisini vurgulayın; onların nekadar duygulandığını hatta kimi zaman ağladığını gö­rüp şaşırırsınız.

Mantıksızlık tek cevaptır. Elbette, birçok mantıksız şeye inanabilir ve onlarla meşgul olabiliriz. Duyguları­mız da mantıksızlığın ya da yanlış inançların bir sonucu olabilir ama genellikl hatamızı anladığımızda duygu­larımız zayıflar. Çocuk doktorlarını öldürmekle tehdit eden ayaktakımı, pediatrın pedofilden faklı olduğunu öğrendiğinde duygusal değişim geçirir. Pedofiller bile iyi yolları düşünülerek öfke ve düşmanlık duygularıda azalır. Zehirli olduğunu düşündüğümüz örümcek­lerden korkuyorsak bu korkumuz örümceklerin zararsız, zehirsiz yaratıklar olduklarına ikna olduğumuzda bastırılabilir. Bununla birlikte bazı durumlarda böyle gerçekleri bilmemize rağmen korkularımız mantıksız bir şekilde devam eder. Kurmaca olduğunu bildiğimiz şeylere karşı olan duygularımız da aynen korkularımız gibi devam edebilir.

Eğer amaç ikna etmekse akıl dışılığın çok kolay bir cevap olduğu ama biraz düşünüldüğünde hiç de kolay bir cevap olmadığı kanıtlanabilir. En akılcı insan bile kurgulardan etkilenebilir, etkilendiğinde dahi aslında bir tiyatro salonunda oturduğunun, televizyon izlediğinin yada kitap okuduğunun tamamen farkındadır. Değil mi? Belki şu ya da bu şekilde sahneye olan inançlarını bastırıyorlar, satın aldıkları biletleri unutuyorlar ya da kitap sayfalarının hışırtılarına kulaklarını tıkıyorlar.

Belki de gerçekte var olan şeyler olarak sunuldukları için aldanı­yorlar. Unutmayın, bu kadar da aldanamazar: eğer öyle olsaydı, tehlike uyarısı olacaklardı, bazen çocukların pan­domimlerde yaptığı gibi, doktoru çağıracak ya da caniyi ortaya çıkaracaklardı.

Eğer doğru cevap mantıksızlık değilse duygular kur­gusal karakterlere yöneltilmemiş olabilir. Kurgunun, seyircilerde, kurmaca olmayan ve benzer özellikler taşıyan gerçek insanlara karşı korku, acıma, memnuniyet gibi duygulara yol açtığı ileri sürülmektedir. Duyguların sebebi, duyguların direkt yönlendiği şeyler olmak zorunda da korktuğunuzu düşünüyordunuz) ama korkunuzun sebebi aslında köpek değil de bir radyo sesi olabilir. Kor­kunuza sebep olan radyo sesini köpeğin o tehdit edici havlaması gibi algıladınız. Kurgulara dönersek; Charles Dickens'ın yoksulluğu betimleyen kitaplarını okumak­tan kaynaklanan acıma duygusu; direkt romandaki karakterlere değil, gerçek dünyadaki gerçek yoksullara yö­neliktir. Masal, akla gerçek insanları getirir.

Bu kurgusal paradoks yaklaşımı, anlamlı olmasına rağ­men mantıktan yoksundur. Çoğu zaman kurgusal ka­rakterlere öfklenmez miyiz ya da onlara acımaz mıyız? Neden yanıldığımızı düşünelim ki? Üstelik yaklaşımımız muhtemelen zihnimizde duygularımıza karşılık gelecek birtakım gerçek kişilerin bulunmasını gerektirir, ama bir oyun izlerken nadiren böyle kişiler aklımıza gelir. Paradoksal kurgular için diğer çözümlerimiz, kurgusal karakterlere karşı duygularımızın kendimizi öyle oldu­ğuna inandırdığımız duygular olduğu iddiasına dayanır. Böylesi çözümler ikna edicilikten uzaktır. Bazı kurgular tarafından etkilenip akıttığımız gözyaşları gibi hissettiğimiz üzüntü de yeterince gerçek olabilir.

Tüm bu düşünceler, inanca ya da inançsızlığa ihtiyaç duyulmadan duyguların ortaya çıkmsına yol açabilir. Belki de bu paradoksa artık bir nokta koymalıyız. Sahne­lenen oyunu seyrederken kadının gerçekten acı çektiğine (veya başka bir psikolojik durum) acıma, iğrenme ya da başka bir duygunun oluşması için yeterlidir. Düşünce­lerimiz oyun, kitap ya da opera boyunca devam ediyor ve biz de gerçek duygular oluşturuyoruz. Bu yaklşımın doğru olup olmadığına bakmaksızın duygularımızı yal­nızca düşüncelere ya da görüşlere yönlendirdiğimiz tartış­masına girmemeliyiz. Romeo ve Juliet aşık olur ve trajik bir biçimde ölür; onların trajik aşkı gözlerimizi yaşartır. Romeo ve Juliet düşüncesi ya da görüşü kendi başına aşk duygusunu yaşatmaz. Var olmayan varlıklarla aramızdaki ilişkiyi oluşturan şeyler -kurgular gibi- belirsizliğini korur. Operanın cazibesine kapılırsak belirsizlikler artabilir; sopranonun vokal kabiliyetini yersiz bir şekide alkışlar­ken karakterin duruşundan etkilenmiş olabiliriz.

Kurgusal paradoksun yan ürünleri vardır. Ne olacağını bilsek de garip bir biçimde belirsizliğe düşebiliriz. Birçok kişi Alfred Hitchcock'un 1960 tarihli fimi Sapık'ı bir­den fala kez seyretmiştir. Kalp atışını andıran bir müzik eşliğinde çekilmiş duş sahnesi, tekrar tekrar seyredildi­ğinde bile belirsizliği hissettirebiliyor. Kalp atışı hızlanır ve çınlamalar kesilir; mutsuz ve kan lekeli sonucu bilme­mize rağmen kanlı sonuç paradoksal bir biçimde siyah ve beyazla tasvir edilir.

Belirsizlik nahoş duygulardan yalnızca bir tanesidir. Ama yinede fimlerde, romanlarda ya da müzikte onu ararız. Trajediler acıya sebep olur, korku fimleri korku­tur; ama biz yine de izleriz. Neden? Neler oluyor böyle?

Aristo, böylesi kurgu deneyimlerimizin, hayata devam etmemizde bize yardımcı olan duygusal boşalma (katarsis) sağladığını öne sürdü. Bunun nasıl ve neden işe ya­radığı sorularının cevapları kolay değildir ve sanatın eğer bir amacı varsa, bunun ne olduğu sorusu doğar. Yoksa bu kurgusal bir soru mudur?

Kaynak: Peter Cave - Felsefi Bilmece

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP