CİCERO - DOSTLUK ( devam )
|
XV
Bu durumda zevke boğulmuş kimseleri, ne kuramını, ne de uygulanışını bildikleri
dostluk üzerine yürütecekleri düşünceleri dinlememeli. Çünkü, tanrıların ve
insanların hakkı için kimseyi sevmeden, hiç kimsece de sevilmeden, her türlü
varlık ve bolluk içinde yaşamayı isteyecek bir insan olabilir mi? Çünkü,
kuşkusuz böylesi, bir tiran yaşamı sürmek olur: bu yaşamda ne bağlılığa, ne
sevgiye, ne de sürekli bir yakınlığa güven vardır; her şey hep kuşku ve kaygı
vericidir, dostluğa yer yoktur. Çünkü, korktuğu ya da kendisinden korktuğunu
sandığı insanı kim sevebilir? Ama tiranlara da bir zaman için yalancı bir saygı
gösterilir. Eğer bir gün, çok kez olduğu gibi düşerlerse, ne denli az dostları
olduğu o zaman anlaşılır. Sürgüne gönderildiğinde Tarquinius "Dostlarımdan
hangisinin bana bağlı, hangisinin bağlı olmadığını, artık onlara karşılık
veremeyeceğim bir zamanda öğrendim" demiş. Ama ben onun bu kadar burnu büyüklük
ve küstahlıkla birini dost edinebilmesine şaşarım. Bu kimsenin ahlâkı gerçek
dost kazanmasına engel olduğu gibi, çok zengin insanların varlığı da kendilerine
bağlı dostlukları kendilerinden uzaklaştırmış olur. Çünkü talihin gözü kör
olmakla kalmaz, güler yüz gösterdiği kimselerin de gözünü kör eder. Onlar çok
kez kendini beğenme ve aşağı görme duygusuna kapılırlar; hiçbir şey de talihli
bir budaladan daha çekimsiz olamaz. Kimilerinin, önceleri iyi ahlâklıyken,
komuta ve yetki elde ettikten, mutluluğa eriştikten sonra değiştikleri, eski
dostluklarını aşağı görüp yenilerine bağlandıkları da, kuşkusuz ki görülebilir.
Varlık, erk ve etkinlik elde etmiş kimselerin, parayla alınabilecek her şeyi,
atları, hizmetçileri, güzel giysileri, değerli vazoları elde edip de, dostluğu,
deyiş yerindeyse, yaşamın bu en değerli ve güzel süsünü elde etmemelerinden daha
budalaca bir şey var mıdır? Çünkü başka şeyler alırken ne kimin için aldıklarını,
ne de ne uğurda çalıştıklarını bilirler (bunlar kim güçlüyse onun malıdır),
dostların karşılıklı yakınlıkları birbirlerine tam anlamıyla eş olsun isterler;
üçüncüsüne göre, insan kendisine ne denli değer verirse, dostu da ona o derece
değer vermelidir. Bu üç düşünceden hiçbirini uygun bulmuyorum; herkesin dostuna
karşı kendisine karşı beslediği duyguları beslemesini isteyen birinci düşünce
doğru değildir: gerçekten, kendimiz için yapmayacağımız nice işler vardır ki,
dost uğrunda yaparız. Olmadık birine dilekte bulunmak, yalvarmak, birine pek
kötü çıkışmak, şiddetle saldırmak; bütün bunlar kendimiz için yapılınca hiç de
onurlu olmadığı halde, dost uğrunda yapılınca çok onurludur. Bundan başka öyle
durumlar vardır ki, iyi insanlar kendilerinden çok dostları yararlansın diye,
birçok çıkarlarından el çekerler ya da buna razı olurlar. İkinci düşünce,
dostluğu eşit emek ve eşit iyi niyetle tanımlar. Yapılan ve görülen iyiliklerin
eş olmasını istemek, dostluğu çok ince ve derin hesaplara vurmaktır. Gerçek
dostluk daha zengin, daha eliaçıktır; sanırım, aldığından çok vermemekte bu
denli titiz davranmaz: dostlukta yapılanların yitmesinden, taşmasından ya da
hakkından çoğunu almaktan korkmamalı. Üçüncüsü, yani bir insan kendine verdiği
değer denli dostundan saygı görmelidir diyen düşünce hepsinden beter. Çünkü kimi
insanların gözüpekliği kırılmış ya da zengin olma umutları yitmiş olabilir. Bir
insan kendisi için ne düşünüyorsa, dostunun da onun için aynı şeyi düşünmesi,
dostluğa yaraşmaz, tersine dostu, insanın bozulmuş ruhsal durumunu yükseltmeye
çalışmalı, ona daha iyi umut ve düşünceler aşılamalı. Bu durumda gerçek
dostluğun sınırlarını başka türlü çizmek gerekecek; ama önce, Scipio'nun her
zaman pek çok yerdiği şeyi söyleyeceğim. Scipio, dostluk için, "İnsan dostunu
bir gün nefret edecekmiş gibi sevmelidir diyen kimsenin sözünden daha büyük bir
düşman bulunamaz," derdi. Bunun, sanıldığı gibi, "Yediler"den biri sayılan Bias'ın
(76) sözü olduğuna bir türlü inanamıyordu. Bu, bir kötünün, bir açgözlünün ya da
her şeyde kendi çıkarını düşünen bir insanın sözü olmalıydı. İnsan bir gün
düşman olabileceği bir kimseyle dost olabilir mi? Üstelik yerme fırsatını çok
bulabilmek için, dostunun yapabildiği kadar çok hata işlemesini bile isteyip
dilemesi, öte yandan da dostunun doğru davranışları ve başarıları karşısında
üzüntü, acı ve kıskançlık duyması gerekecek. Bunun için bu düşünce kimin olursa
olsun, dostluğu ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramaz. Onun yerine, dost
seçerken daha dikkatli olmak salık verilmeliydi, ta ki, bir gün nefret
edeceğimiz birisiyle dostluğa başlamayalım. Dost seçerken çok şanslı olmasak
bile, Scipio'ya göre, düşmanlık günlerini göz önüne getirmektense, bu duruma
katlanmalıdır.
XVI
Bence dostuluğun sınırlarını şöyle çizmeli: dostların ahlakı tertemiz olmalı;
aralarında her konuda, düşünüşlerinde, isteklerinde, ayrımsız, tam bir anlaşma
olmalı. Ama raslar da, dostların yaşamı ya da onuru söz konusu olan bir sorun
ortaya çıkar ve onların pek doğru olmayan isteklerine yardım etmek zorunda
kalınırsa, doğru yoldan biraz sapılabilir; yeter ki büyük bir onursuzluğa
düşülmesin: çünkü dostluk için kimi şeyler bir dereceye kadar bağışlanabilir;
ama insan kendi ününü de savsaklamamalı, hem de bir iş yaparken halkın
yakınlığını yabana atılacak bir silâh saymamalı. Bu yakınlığı yüze gülüp
dalkavukluk etmekle kazanmaya çalışmak küçüklük olur; insana sevgi kazandıran
erdemden de hiç ayrılmamalı.Ama Scipio, (her zaman ona dönüyorum, çünkü o her
fırsatta dostluktan söz açardı) insanların dostluktan başka her işlerinde çok
daha dikkatli olmalarından yakınırdı: örneğin hepsi ne kadar keçisi, koyunu
olduğunu söyleyebilir de dostlarının sayısını bilmez. Keçi, koyun satın alırken
bile titiz davranır da, dost seçimine önem vermezler. "İnsanların dostluğa
elverişli olup olmadıklarına bir karar verebilmek için görünür belirtileri
yoktur," derdi. Bu durumda sağlam, değişmeyen, hep aynı kararda olan dostlar
seçelim. Böylesine pek az raslanır. Hem de denemeden karar vermek zordur; bu
denemeyse ancak dostluğa girişmekle yapılabilir. Böylece dostluk yargıdan önce
gelir, deneme olanağını ortadan kaldırır. Böylece ılımlı bir insan, arabanın
hızını gemler gibi, dostluktaki sevginin atılımını yavaşlatır. Atları
denediğimiz gibi, dostların ahlâkını az çok denedikten sonra bu sevgiye yol
verelim. Kiminin ne denli hafif olduğu bir az parayla anlaşılır. Az paraya
kapılmayan kimi de, çok para önünde ne olduğunu ortaya kor. Parayı dostluğa
üstün tutmayı küçüklük sayan kimseler bulunsa bile, toplumsal konumu, devlet
işlerini, askersel komutları, yönetimsel memurlukları, etkililiği dostluğa üstün
tutmayan insanları nerede bulmalı? Bir yana bütün bu konumlar, öteki yana dost
olmak hakkı konsa, birincileri, hem de çoğunlukla, dostluğa üstün tutmayacaklar
mı? Doğanın gücü, bize etkinliği küçümsetecek denli büyük değildir. Dostluktan
el çekerek etkinlik elde edenler, dostluğu unutturan nedenin büyüklüğünü öne
sürmekle, suçlarının örtüleceğini sanırlar. Böylece memurluk ve siyaset yaşamına
atılmış insanlar arasında gerçek dostlara çok güç raslanır. Dostunun seçilmesini
kendininkine üstün tutacak insanı nerede bulmalı? Haydi bu denli ileri
gitmeyelim; ama birçokları için kötü günlerde birbirine bağlı kalmak, nasıl da
güç bir iştir! Yıkımı paylaşmaya razı olacak insan kolay kolay bulunamaz. Ennius
haklı olarak:
"Belli dost bellisiz işlerde belli olur (77)" diyor, ama dostun gelgeç
gönüllülüğünü, zayıflıklarını şu iki şey ortaya koyar: iyi günlerinde dostlarını
aşağı görürler, kötü günlerinde yüzüstü bırakıp giderler. Hem iyi, hem kötü
günde ciddî, direngen, değişmez bir dostluk gösteren insanın pek seyrek,
tanrılaşmış gibi bir soydan geldiğine inanmalıyız.
XVII
Dostlukta aradığımız bu süreklilik ve kararın temeli bağlılıktır. O olmadan
hiçbir şey sürekli olamaz. Bundan başka, yalın, herkesle dost, bizimle aynı
zevkte, yani aynı şeylerden zevk aldığımız kimseyi seçmeli. Bütün bunlar
dostluktaki bağlılığa yardım eder. Karışık, hile dolu bir kafada bağlılık olamaz.
Dostun hoşlandığı şeylerden zevk almayan, onun yaradılışıyla uyuşmayan insan,
bağlı ve bağlılıkta sürekli olamaz. Sözlerimize şunu da katalım: Dost,
suçlamaktan hoşlanmayacak, suçlamalara da inanmayacak. Bütün bunlar deminden
beri üzerinde durduğum dostluktaki karara yardım eder. Dostluğun ancak iyi
insanlar arasında (başta söylediğim gibi) olabileceği düşüncesi böylece
doğrulanmış olur. Çünkü şu iki noktaya dikkat etmek, iyi insanın (ona bilge de
denebilir) özelliğidir: önce, her tür yapmacık ve yabancı gösterişten kaçınmalı,
çünkü açıkça nefret etmek, asıl düşüncesini gizlemekten daha soylu bir
davranıştır. Yalnızca başkalarının suçlamalarını reddetmekte kalmamalı, kendisi
de kuşkucu olmamalı, dostunun bir hata işlediğine hiçbir zaman inanmamalıdır.
Buna dostluğun hiç de küçük sayılmayan zevklerinden birini, söyleşilerinin,
ahlâkının tatlılığını eklemeli. Gerçi asık bir yüz, her durumda ciddilik, insana
ağırbaşlılık verir, ama dostluk daha gevşek, daha tatlı, her türlü sevgi ve
senlibenliliğe daha açık olmalı.
XVIII
Burada ince bir sorun önümüze çıkıyor: Genç atları eskilerine üstün tuttuğumuz
gibi, dostluğa uygun gördüğümüz yeni dostları eskilerine üstün tutmalı mıyız?
İnsana yakışmayan bir kuşku! Birçok şeye olduğu gibi dostluğa da doyum olmaz. En
eski şaraplar gibi, en eski dostlar en zevkli olmalı. İyi dost olabilmek için
birlikte birkaç tutam tuz yemeli diyenlerin hakkı var. Ama, umulan meyveyi
sonunda bir gün veren bitkiler gibi, meyve vereceğini umduğunuz yeni dostlardan
da kaçınmamalı, ancak eskileri, uygun oldukları konumda tutmalı. Çünkü
alışkanlığın ve eskiliğin gücü büyüktür. Demin sözünü ettiğim atlara gelince,
hiç kimse bir engel olmadıkça, alışmadğı yeni bir ata binmeyi, alıştığı bir ata
binmeye yeğ tutmaz. Alışkanlığın gücü yalnızca canlılarda değil, cansız
eşyalarda bile kendini gösterir: Uzun zaman oturduğumuz yerleri, dağlık,
ormanlık bile olsa, severiz.
Dostlukta kendinden aşağıda olana eş olmak sorunu çok önemlidir, çünkü kimi
üstün kişiler vardır. Deyiş yerinde olursa, bizim küçük sürümüzde Scipio böyle
oldu. Ama o hiçbir zaman kendisini Philus'a (78), Rupilius'a (79), Mummuis'e (80),
değerce kendisinden aşağı konumdaki dostlarına üstün tutmadı. Sivrilmiş bir adam
olmakla birlikte, kendisinden yaşça büyük olan ağabeyi Q.Mazimus'a (81),
olduğundan üstünmüş gibi saygı gösteriyor, yakınlarını kendi desteğiyle büyütmek
istiyordu. Herkes böyle yapmalı, bundan örnek almalı. Erdemce, yetenekçe,
varlıkça üstün olanlar, bunları yakınlarıyla bölüşsünler, paylaşsınlar. Örneğin
orta halli aileden doğmuşlarsa, zekâ ve zenginlikten yana zayıf yakınları varsa,
onların olanaklarını çoğaltsınlar, onlara onur ve saygınlık versinler: tıpkı
tiyatro oyunlarındaki soyu sopu bilinmediği için köle olmuş insanların, bir gün
bir Tanrı ya da bir kral oğlu oldukları anlaşılınca, uzun zaman baba sandıkları
çobanları sevmekten geri kalmadıkları gibi. Gerçek ve belli babalar söz konusu
olunca, bunu çok daha fazlasıyla yapmalı. Yetenek, erdem ve her türlü
üstünlükten en çok yararlanmak için, insan onları yakınlarıyla paylaşmalıdır.
XIX
Dostlarına ve akrabalarına üstün olan kimseler, daha az değerli olanlara eş
olmak zorunda oldukları gibi, ötekiler de dostlarının zekâ, varlık ve
saygınlıkça kendilerine üstün olmasından acı duymamalı. Bu gibi kimselerin bir
çoğu ya hep bir şeyden yakınır ya da bir şeye kusur bulur; hele biraz çabalayıp
zorluğu göze alarak dostluklarını gösterecek bir iş yaptıklarını sandılar mı,
yakınmaları daha da artar. Yaptıkları iyilikten bile pişman olan iğrenç insanlar!
Bir iyiliği yapan anmamalı. Bu yüzden, üstün olanlar, dostlukta ötekilerin
katına indikleri gibi, onları da ellerinden geldiği kadar, kendi katlarına
yükseltmeye çalışmalı. Çünkü aşağı görüldüklerini sanarak dostluğun tadını
kaçıran kimseler de vardır. Bu da ancak, kendilerini aşağı duyanların başına
gelir. Onları bu düşünceden yalnızca sözlerle değil, davranışlarla da
vazgeçirmeli. Her dost için önce elden ne gelirse, sonra sevilen, yardım edilen
kimse ne kadarını kaldırabilecekse, ona o kadarını vermeli. Ne denli yüksek
olunursa olunsun, bütün dostları yüksek konumlara getirmek olanaklı değildir.
Scipio, P. Rupilius'u (82) konsül yapabildi ama onun kardeşi Lucius'u (83) hayır!
Bir insana her şeyi vemek elde olsa bile, onun bunlardan ne kadarını
kaldırabileceğini göz önünde tutmalı.
Genellikle insan ancak, yaşı ilerleyip kişiliğini bulduktan sonra dostluk
üzerine bir karar verebilir; örneğin gençliklerinde avlanmayı ya da top oynamayı
sevenler, bu eğlencelerden hoşlananları o zaman sevdikleri halde, sonradan
kendilerine yakın duymazlar. Yoksa süt nineler ve lalalar, eski olduklarını
ileri sürerek herkesten çok sevilmek isterlerdi: doğru, onları da savsaklamamalı,
ama onlara başka türlü değer vermeli (84). Yoksa dostluklar kararlı olamaz. Ayrı
yaradılış özellikleri, ayrı zevkler de dostları ayırır. İyiler, kötülerle;
kötüler, iyilerle dost olamazlarsa, bu yalnızca aralarındaki yaradılış ve zevk
ayrılığının alabildiğine büyük oluşundandır. Dostlukta haklı olarak şu da
öğütlenebilir: çok kez olduğu gibi, aşırı bir düşkünlük yüzünden, dostların elde
edebilecekleri büyük yararlara engel olmamalı. Söylenceden bir örnek alırsam,
Neoptelemos (85), göz yaşlarıyla onu yolundan çevirmeye çalışan, yanında
büyüdüğü Lykomedes'in sözünü dinleseydi, Trioa'yı alamayacaktı. Çok kez
dostlardan ayrılmayı gerektiren büyük olaylar olabilir. Dostunun yokluğuna
katlanmanın güç olacağını düşünerek, bu olayları önlemeye çalışan insan, gevşek
ve zayıf doğuşludur. Bu yüzden dostluğa hak kazanmaz. Her şeyde dostundan ne
istediğini, onun senden ne istemesine katlanacağını göz önünde tutmalı.
Bu durumda zevke boğulmuş kimseleri, ne kuramını, ne de uygulanışını bildikleri
dostluk üzerine yürütecekleri düşünceleri dinlememeli. Çünkü, tanrıların ve
insanların hakkı için kimseyi sevmeden, hiç kimsece de sevilmeden, her türlü
varlık ve bolluk içinde yaşamayı isteyecek bir insan olabilir mi? Çünkü,
kuşkusuz böylesi, bir tiran yaşamı sürmek olur: bu yaşamda ne bağlılığa, ne
sevgiye, ne de sürekli bir yakınlığa güven vardır; her şey hep kuşku ve kaygı
vericidir, dostluğa yer yoktur. Çünkü, korktuğu ya da kendisinden korktuğunu
sandığı insanı kim sevebilir? Ama tiranlara da bir zaman için yalancı bir saygı
gösterilir. Eğer bir gün, çok kez olduğu gibi düşerlerse, ne denli az dostları
olduğu o zaman anlaşılır. Sürgüne gönderildiğinde Tarquinius "Dostlarımdan
hangisinin bana bağlı, hangisinin bağlı olmadığını, artık onlara karşılık
veremeyeceğim bir zamanda öğrendim" demiş. Ama ben onun bu kadar burnu büyüklük
ve küstahlıkla birini dost edinebilmesine şaşarım. Bu kimsenin ahlâkı gerçek
dost kazanmasına engel olduğu gibi, çok zengin insanların varlığı da kendilerine
bağlı dostlukları kendilerinden uzaklaştırmış olur. Çünkü talihin gözü kör
olmakla kalmaz, güler yüz gösterdiği kimselerin de gözünü kör eder. Onlar çok
kez kendini beğenme ve aşağı görme duygusuna kapılırlar; hiçbir şey de talihli
bir budaladan daha çekimsiz olamaz. Kimilerinin, önceleri iyi ahlâklıyken,
komuta ve yetki elde ettikten, mutluluğa eriştikten sonra değiştikleri, eski
dostluklarını aşağı görüp yenilerine bağlandıkları da, kuşkusuz ki görülebilir.
Varlık, erk ve etkinlik elde etmiş kimselerin, parayla alınabilecek her şeyi,
atları, hizmetçileri, güzel giysileri, değerli vazoları elde edip de, dostluğu,
deyiş yerindeyse, yaşamın bu en değerli ve güzel süsünü elde etmemelerinden daha
budalaca bir şey var mıdır? Çünkü başka şeyler alırken ne kimin için aldıklarını,
ne de ne uğurda çalıştıklarını bilirler (bunlar kim güçlüyse onun malıdır),
dostların karşılıklı yakınlıkları birbirlerine tam anlamıyla eş olsun isterler;
üçüncüsüne göre, insan kendisine ne denli değer verirse, dostu da ona o derece
değer vermelidir. Bu üç düşünceden hiçbirini uygun bulmuyorum; herkesin dostuna
karşı kendisine karşı beslediği duyguları beslemesini isteyen birinci düşünce
doğru değildir: gerçekten, kendimiz için yapmayacağımız nice işler vardır ki,
dost uğrunda yaparız. Olmadık birine dilekte bulunmak, yalvarmak, birine pek
kötü çıkışmak, şiddetle saldırmak; bütün bunlar kendimiz için yapılınca hiç de
onurlu olmadığı halde, dost uğrunda yapılınca çok onurludur. Bundan başka öyle
durumlar vardır ki, iyi insanlar kendilerinden çok dostları yararlansın diye,
birçok çıkarlarından el çekerler ya da buna razı olurlar. İkinci düşünce,
dostluğu eşit emek ve eşit iyi niyetle tanımlar. Yapılan ve görülen iyiliklerin
eş olmasını istemek, dostluğu çok ince ve derin hesaplara vurmaktır. Gerçek
dostluk daha zengin, daha eliaçıktır; sanırım, aldığından çok vermemekte bu
denli titiz davranmaz: dostlukta yapılanların yitmesinden, taşmasından ya da
hakkından çoğunu almaktan korkmamalı. Üçüncüsü, yani bir insan kendine verdiği
değer denli dostundan saygı görmelidir diyen düşünce hepsinden beter. Çünkü kimi
insanların gözüpekliği kırılmış ya da zengin olma umutları yitmiş olabilir. Bir
insan kendisi için ne düşünüyorsa, dostunun da onun için aynı şeyi düşünmesi,
dostluğa yaraşmaz, tersine dostu, insanın bozulmuş ruhsal durumunu yükseltmeye
çalışmalı, ona daha iyi umut ve düşünceler aşılamalı. Bu durumda gerçek
dostluğun sınırlarını başka türlü çizmek gerekecek; ama önce, Scipio'nun her
zaman pek çok yerdiği şeyi söyleyeceğim. Scipio, dostluk için, "İnsan dostunu
bir gün nefret edecekmiş gibi sevmelidir diyen kimsenin sözünden daha büyük bir
düşman bulunamaz," derdi. Bunun, sanıldığı gibi, "Yediler"den biri sayılan Bias'ın
(76) sözü olduğuna bir türlü inanamıyordu. Bu, bir kötünün, bir açgözlünün ya da
her şeyde kendi çıkarını düşünen bir insanın sözü olmalıydı. İnsan bir gün
düşman olabileceği bir kimseyle dost olabilir mi? Üstelik yerme fırsatını çok
bulabilmek için, dostunun yapabildiği kadar çok hata işlemesini bile isteyip
dilemesi, öte yandan da dostunun doğru davranışları ve başarıları karşısında
üzüntü, acı ve kıskançlık duyması gerekecek. Bunun için bu düşünce kimin olursa
olsun, dostluğu ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramaz. Onun yerine, dost
seçerken daha dikkatli olmak salık verilmeliydi, ta ki, bir gün nefret
edeceğimiz birisiyle dostluğa başlamayalım. Dost seçerken çok şanslı olmasak
bile, Scipio'ya göre, düşmanlık günlerini göz önüne getirmektense, bu duruma
katlanmalıdır.
XVI
Bence dostuluğun sınırlarını şöyle çizmeli: dostların ahlakı tertemiz olmalı;
aralarında her konuda, düşünüşlerinde, isteklerinde, ayrımsız, tam bir anlaşma
olmalı. Ama raslar da, dostların yaşamı ya da onuru söz konusu olan bir sorun
ortaya çıkar ve onların pek doğru olmayan isteklerine yardım etmek zorunda
kalınırsa, doğru yoldan biraz sapılabilir; yeter ki büyük bir onursuzluğa
düşülmesin: çünkü dostluk için kimi şeyler bir dereceye kadar bağışlanabilir;
ama insan kendi ününü de savsaklamamalı, hem de bir iş yaparken halkın
yakınlığını yabana atılacak bir silâh saymamalı. Bu yakınlığı yüze gülüp
dalkavukluk etmekle kazanmaya çalışmak küçüklük olur; insana sevgi kazandıran
erdemden de hiç ayrılmamalı.Ama Scipio, (her zaman ona dönüyorum, çünkü o her
fırsatta dostluktan söz açardı) insanların dostluktan başka her işlerinde çok
daha dikkatli olmalarından yakınırdı: örneğin hepsi ne kadar keçisi, koyunu
olduğunu söyleyebilir de dostlarının sayısını bilmez. Keçi, koyun satın alırken
bile titiz davranır da, dost seçimine önem vermezler. "İnsanların dostluğa
elverişli olup olmadıklarına bir karar verebilmek için görünür belirtileri
yoktur," derdi. Bu durumda sağlam, değişmeyen, hep aynı kararda olan dostlar
seçelim. Böylesine pek az raslanır. Hem de denemeden karar vermek zordur; bu
denemeyse ancak dostluğa girişmekle yapılabilir. Böylece dostluk yargıdan önce
gelir, deneme olanağını ortadan kaldırır. Böylece ılımlı bir insan, arabanın
hızını gemler gibi, dostluktaki sevginin atılımını yavaşlatır. Atları
denediğimiz gibi, dostların ahlâkını az çok denedikten sonra bu sevgiye yol
verelim. Kiminin ne denli hafif olduğu bir az parayla anlaşılır. Az paraya
kapılmayan kimi de, çok para önünde ne olduğunu ortaya kor. Parayı dostluğa
üstün tutmayı küçüklük sayan kimseler bulunsa bile, toplumsal konumu, devlet
işlerini, askersel komutları, yönetimsel memurlukları, etkililiği dostluğa üstün
tutmayan insanları nerede bulmalı? Bir yana bütün bu konumlar, öteki yana dost
olmak hakkı konsa, birincileri, hem de çoğunlukla, dostluğa üstün tutmayacaklar
mı? Doğanın gücü, bize etkinliği küçümsetecek denli büyük değildir. Dostluktan
el çekerek etkinlik elde edenler, dostluğu unutturan nedenin büyüklüğünü öne
sürmekle, suçlarının örtüleceğini sanırlar. Böylece memurluk ve siyaset yaşamına
atılmış insanlar arasında gerçek dostlara çok güç raslanır. Dostunun seçilmesini
kendininkine üstün tutacak insanı nerede bulmalı? Haydi bu denli ileri
gitmeyelim; ama birçokları için kötü günlerde birbirine bağlı kalmak, nasıl da
güç bir iştir! Yıkımı paylaşmaya razı olacak insan kolay kolay bulunamaz. Ennius
haklı olarak:
"Belli dost bellisiz işlerde belli olur (77)" diyor, ama dostun gelgeç
gönüllülüğünü, zayıflıklarını şu iki şey ortaya koyar: iyi günlerinde dostlarını
aşağı görürler, kötü günlerinde yüzüstü bırakıp giderler. Hem iyi, hem kötü
günde ciddî, direngen, değişmez bir dostluk gösteren insanın pek seyrek,
tanrılaşmış gibi bir soydan geldiğine inanmalıyız.
XVII
Dostlukta aradığımız bu süreklilik ve kararın temeli bağlılıktır. O olmadan
hiçbir şey sürekli olamaz. Bundan başka, yalın, herkesle dost, bizimle aynı
zevkte, yani aynı şeylerden zevk aldığımız kimseyi seçmeli. Bütün bunlar
dostluktaki bağlılığa yardım eder. Karışık, hile dolu bir kafada bağlılık olamaz.
Dostun hoşlandığı şeylerden zevk almayan, onun yaradılışıyla uyuşmayan insan,
bağlı ve bağlılıkta sürekli olamaz. Sözlerimize şunu da katalım: Dost,
suçlamaktan hoşlanmayacak, suçlamalara da inanmayacak. Bütün bunlar deminden
beri üzerinde durduğum dostluktaki karara yardım eder. Dostluğun ancak iyi
insanlar arasında (başta söylediğim gibi) olabileceği düşüncesi böylece
doğrulanmış olur. Çünkü şu iki noktaya dikkat etmek, iyi insanın (ona bilge de
denebilir) özelliğidir: önce, her tür yapmacık ve yabancı gösterişten kaçınmalı,
çünkü açıkça nefret etmek, asıl düşüncesini gizlemekten daha soylu bir
davranıştır. Yalnızca başkalarının suçlamalarını reddetmekte kalmamalı, kendisi
de kuşkucu olmamalı, dostunun bir hata işlediğine hiçbir zaman inanmamalıdır.
Buna dostluğun hiç de küçük sayılmayan zevklerinden birini, söyleşilerinin,
ahlâkının tatlılığını eklemeli. Gerçi asık bir yüz, her durumda ciddilik, insana
ağırbaşlılık verir, ama dostluk daha gevşek, daha tatlı, her türlü sevgi ve
senlibenliliğe daha açık olmalı.
XVIII
Burada ince bir sorun önümüze çıkıyor: Genç atları eskilerine üstün tuttuğumuz
gibi, dostluğa uygun gördüğümüz yeni dostları eskilerine üstün tutmalı mıyız?
İnsana yakışmayan bir kuşku! Birçok şeye olduğu gibi dostluğa da doyum olmaz. En
eski şaraplar gibi, en eski dostlar en zevkli olmalı. İyi dost olabilmek için
birlikte birkaç tutam tuz yemeli diyenlerin hakkı var. Ama, umulan meyveyi
sonunda bir gün veren bitkiler gibi, meyve vereceğini umduğunuz yeni dostlardan
da kaçınmamalı, ancak eskileri, uygun oldukları konumda tutmalı. Çünkü
alışkanlığın ve eskiliğin gücü büyüktür. Demin sözünü ettiğim atlara gelince,
hiç kimse bir engel olmadıkça, alışmadğı yeni bir ata binmeyi, alıştığı bir ata
binmeye yeğ tutmaz. Alışkanlığın gücü yalnızca canlılarda değil, cansız
eşyalarda bile kendini gösterir: Uzun zaman oturduğumuz yerleri, dağlık,
ormanlık bile olsa, severiz.
Dostlukta kendinden aşağıda olana eş olmak sorunu çok önemlidir, çünkü kimi
üstün kişiler vardır. Deyiş yerinde olursa, bizim küçük sürümüzde Scipio böyle
oldu. Ama o hiçbir zaman kendisini Philus'a (78), Rupilius'a (79), Mummuis'e (80),
değerce kendisinden aşağı konumdaki dostlarına üstün tutmadı. Sivrilmiş bir adam
olmakla birlikte, kendisinden yaşça büyük olan ağabeyi Q.Mazimus'a (81),
olduğundan üstünmüş gibi saygı gösteriyor, yakınlarını kendi desteğiyle büyütmek
istiyordu. Herkes böyle yapmalı, bundan örnek almalı. Erdemce, yetenekçe,
varlıkça üstün olanlar, bunları yakınlarıyla bölüşsünler, paylaşsınlar. Örneğin
orta halli aileden doğmuşlarsa, zekâ ve zenginlikten yana zayıf yakınları varsa,
onların olanaklarını çoğaltsınlar, onlara onur ve saygınlık versinler: tıpkı
tiyatro oyunlarındaki soyu sopu bilinmediği için köle olmuş insanların, bir gün
bir Tanrı ya da bir kral oğlu oldukları anlaşılınca, uzun zaman baba sandıkları
çobanları sevmekten geri kalmadıkları gibi. Gerçek ve belli babalar söz konusu
olunca, bunu çok daha fazlasıyla yapmalı. Yetenek, erdem ve her türlü
üstünlükten en çok yararlanmak için, insan onları yakınlarıyla paylaşmalıdır.
XIX
Dostlarına ve akrabalarına üstün olan kimseler, daha az değerli olanlara eş
olmak zorunda oldukları gibi, ötekiler de dostlarının zekâ, varlık ve
saygınlıkça kendilerine üstün olmasından acı duymamalı. Bu gibi kimselerin bir
çoğu ya hep bir şeyden yakınır ya da bir şeye kusur bulur; hele biraz çabalayıp
zorluğu göze alarak dostluklarını gösterecek bir iş yaptıklarını sandılar mı,
yakınmaları daha da artar. Yaptıkları iyilikten bile pişman olan iğrenç insanlar!
Bir iyiliği yapan anmamalı. Bu yüzden, üstün olanlar, dostlukta ötekilerin
katına indikleri gibi, onları da ellerinden geldiği kadar, kendi katlarına
yükseltmeye çalışmalı. Çünkü aşağı görüldüklerini sanarak dostluğun tadını
kaçıran kimseler de vardır. Bu da ancak, kendilerini aşağı duyanların başına
gelir. Onları bu düşünceden yalnızca sözlerle değil, davranışlarla da
vazgeçirmeli. Her dost için önce elden ne gelirse, sonra sevilen, yardım edilen
kimse ne kadarını kaldırabilecekse, ona o kadarını vermeli. Ne denli yüksek
olunursa olunsun, bütün dostları yüksek konumlara getirmek olanaklı değildir.
Scipio, P. Rupilius'u (82) konsül yapabildi ama onun kardeşi Lucius'u (83) hayır!
Bir insana her şeyi vemek elde olsa bile, onun bunlardan ne kadarını
kaldırabileceğini göz önünde tutmalı.
Genellikle insan ancak, yaşı ilerleyip kişiliğini bulduktan sonra dostluk
üzerine bir karar verebilir; örneğin gençliklerinde avlanmayı ya da top oynamayı
sevenler, bu eğlencelerden hoşlananları o zaman sevdikleri halde, sonradan
kendilerine yakın duymazlar. Yoksa süt nineler ve lalalar, eski olduklarını
ileri sürerek herkesten çok sevilmek isterlerdi: doğru, onları da savsaklamamalı,
ama onlara başka türlü değer vermeli (84). Yoksa dostluklar kararlı olamaz. Ayrı
yaradılış özellikleri, ayrı zevkler de dostları ayırır. İyiler, kötülerle;
kötüler, iyilerle dost olamazlarsa, bu yalnızca aralarındaki yaradılış ve zevk
ayrılığının alabildiğine büyük oluşundandır. Dostlukta haklı olarak şu da
öğütlenebilir: çok kez olduğu gibi, aşırı bir düşkünlük yüzünden, dostların elde
edebilecekleri büyük yararlara engel olmamalı. Söylenceden bir örnek alırsam,
Neoptelemos (85), göz yaşlarıyla onu yolundan çevirmeye çalışan, yanında
büyüdüğü Lykomedes'in sözünü dinleseydi, Trioa'yı alamayacaktı. Çok kez
dostlardan ayrılmayı gerektiren büyük olaylar olabilir. Dostunun yokluğuna
katlanmanın güç olacağını düşünerek, bu olayları önlemeye çalışan insan, gevşek
ve zayıf doğuşludur. Bu yüzden dostluğa hak kazanmaz. Her şeyde dostundan ne
istediğini, onun senden ne istemesine katlanacağını göz önünde tutmalı.
1 Yorum
TURGENYEV'İN BABALAR VE OĞULLAR ADLI ESERİNDE ''ŞİMDİKİ GENÇLERDE BÜYÜKLERE SAYGI YOK BİZİM ZAMANIMIZDA BÖYLE MİYDİ?''(1862) GİBİ BİR CÜMLE GEÇİYORDU.YIL 2009 VE BÜYÜKLERE SORSANIZ AYNI DERTTEN YAKINIR.ASLINDA BAKTIĞIMIZDA BU ESERDE BİLE GÜNÜMÜZE BENZER BİR DOSTLUK ANLAYIŞI GÖRÜYORUZ.DOSTLUKLARIN NEDEN BOZULDUĞU İDEAL DOST NASIL OLMALI GİBİ..YANİ BU ESERDEKİ İSİMLERİ DEĞİŞTİRSEK VE ESERİ 2009 YILINA UYARLASAK PEK BİRŞEY DEĞİŞECEĞİNİ SANMIYORUM!!