Soru 56 : Leibniz, «monad» deyince ne anlıyordu?
|
Spinoza, Descartes'ın temel varlık yani cevher anlayışından hareket ederek, kendi cevher anlayışına ulaşmıştı. Onun gözünde, mutlak cevher, ezelî, sonsuz ve kendi kendinin nedeni olan belirlenmemiş bir şeydi. Leibniz (1646-1716) için de, cevher kavramı, felsefesinin temeliydi. Ama Leibniz, Spinoza'nın tek, sonsuz ve hiçbir belirlenme taşımayan (yani şöyle ya da böyle olduğu söylenemeyen) cevher kavramına karşı çıktı; cevheri, bir etkinlik, enerji ve etki gösteren bir güç olarak gördü.
Descartes, üç tane, Spinoza da bir tane cevher olduğunu söylemişti; Leibniz, cevherlerin sonsuz sayıda olduklarını ileri sürdü. Leibniz'in bu sonsuz sayıdaki cevherlerinin herbiri bölünemez bir varlıktır; bir «monad» dır; yani bir «birlik» tir, «bir - olan'dır». Ama filozof, cevherin etkinliğini ve gücünü, maddî bir şey olarak değil, maddî - olmayan bir şey olarak düşünmektedir. Ayrica monadlar, kendi içlerine kapanmışlardır; birbirleri üzerinde etki gösteremezler.
Manevî dünyanın da, maddî dünyanın da temeli; bu tek tek, içine kapalı, bireysel ve çok sayıda monad'lardır. Leitoniz, monadları, atomlara benzeyen temel varlıklar olarak düşünür. Ama monad ile atom arasında fark vardır. Gerçi her ikisi de dış kuvvetlerden bağımsızdırlar ve dış bir güçle ortadan kaldırılamazlar ama atomlar birbirine benzedikleri yani aralarında nitelik bakımından fark olmadığı halde, monadlar birbirlerinden tamamen farklıdırlar, yani aralarında nitelik farkı vardır. Bundan ötürü, Leibniz, evrende, birbirine benzeyen iki şeyin bile bulunmadığını düşünür. Ayrıca, atomlar, yer kaplayan ve bölünebilir gerçekler olarak düşünülebildikleri halde, monadlar, maddî olmayan gerçekler oldukları için bölünebilirlik vasfına sahip değillerdir. Bundan başka, monadlar canlı ve duyarlık sahibi varlıklardır.
Filozofa göre, evrenin her bucağında, tek tek varlıkların canlılığıyla karşılaşırız. Her monad, kendi özelliğine uygun olarak değişiklikler geçirir. Her monad, bütün öteki varlıkları kendi içinde yansıtır; her monad, evrenin tümünün bir aynası gibidir; kendisi ve öteki varlıkların tümü hakkında pek açık olmasa da sürekli olarak algıları vardır. Demek ki evren, bu monadların topluluğudur, Monadlar, dünyayı tasavvur edişleri, algılarının karanlık ya da açık oluşu bakımından derecelenirler. Bu bakımdan en alt kademede madde, en üstte de tanrı bulunur. Monadların birbirlerini etkilemediklerini, kendi içlerinde kapalı olduklarını ve sadece kendi özlerine göre hareket ettiklerini söyledik. O zaman, evrenin karmakarışık, düzensiz bir şey olması gerekir. Oysa evrende, sürekli bir düzen ve uyum (ahenk) vardır. Monadların bu çeşit bir uyum içinde bulunmalarını, tanrı önceden belirlemiş ve kurmuştur. Felsefe tarihinde, bu görüş, Leibniz'in «önceden kurulmuş uyum» teorisi diye ün kazanmıştır. Böylece, filozof, evrenin hem kesin bir mekanik zorunluğa bağlı olduğu hem de bir amaca (gayeye) yönelmiş bulunduğu konusunda ileri sürülen düşünceleri uzlaştırmaya çalışmıştır.
Descartes, üç tane, Spinoza da bir tane cevher olduğunu söylemişti; Leibniz, cevherlerin sonsuz sayıda olduklarını ileri sürdü. Leibniz'in bu sonsuz sayıdaki cevherlerinin herbiri bölünemez bir varlıktır; bir «monad» dır; yani bir «birlik» tir, «bir - olan'dır». Ama filozof, cevherin etkinliğini ve gücünü, maddî bir şey olarak değil, maddî - olmayan bir şey olarak düşünmektedir. Ayrica monadlar, kendi içlerine kapanmışlardır; birbirleri üzerinde etki gösteremezler.
Manevî dünyanın da, maddî dünyanın da temeli; bu tek tek, içine kapalı, bireysel ve çok sayıda monad'lardır. Leitoniz, monadları, atomlara benzeyen temel varlıklar olarak düşünür. Ama monad ile atom arasında fark vardır. Gerçi her ikisi de dış kuvvetlerden bağımsızdırlar ve dış bir güçle ortadan kaldırılamazlar ama atomlar birbirine benzedikleri yani aralarında nitelik bakımından fark olmadığı halde, monadlar birbirlerinden tamamen farklıdırlar, yani aralarında nitelik farkı vardır. Bundan ötürü, Leibniz, evrende, birbirine benzeyen iki şeyin bile bulunmadığını düşünür. Ayrıca, atomlar, yer kaplayan ve bölünebilir gerçekler olarak düşünülebildikleri halde, monadlar, maddî olmayan gerçekler oldukları için bölünebilirlik vasfına sahip değillerdir. Bundan başka, monadlar canlı ve duyarlık sahibi varlıklardır.
Filozofa göre, evrenin her bucağında, tek tek varlıkların canlılığıyla karşılaşırız. Her monad, kendi özelliğine uygun olarak değişiklikler geçirir. Her monad, bütün öteki varlıkları kendi içinde yansıtır; her monad, evrenin tümünün bir aynası gibidir; kendisi ve öteki varlıkların tümü hakkında pek açık olmasa da sürekli olarak algıları vardır. Demek ki evren, bu monadların topluluğudur, Monadlar, dünyayı tasavvur edişleri, algılarının karanlık ya da açık oluşu bakımından derecelenirler. Bu bakımdan en alt kademede madde, en üstte de tanrı bulunur. Monadların birbirlerini etkilemediklerini, kendi içlerinde kapalı olduklarını ve sadece kendi özlerine göre hareket ettiklerini söyledik. O zaman, evrenin karmakarışık, düzensiz bir şey olması gerekir. Oysa evrende, sürekli bir düzen ve uyum (ahenk) vardır. Monadların bu çeşit bir uyum içinde bulunmalarını, tanrı önceden belirlemiş ve kurmuştur. Felsefe tarihinde, bu görüş, Leibniz'in «önceden kurulmuş uyum» teorisi diye ün kazanmıştır. Böylece, filozof, evrenin hem kesin bir mekanik zorunluğa bağlı olduğu hem de bir amaca (gayeye) yönelmiş bulunduğu konusunda ileri sürülen düşünceleri uzlaştırmaya çalışmıştır.