ÇAĞDAŞ İNGİLİZ AHLAK FELSEFESİNDE OLGU - DEĞER PROBLEMİ - 5

Searle, yukarıdaki çıkarımı yaparken, ilk olarak, birinci önermenin ikinci önermeye nasıl bağlandığını gösterir. Ona göre; Belirli şartlar altında, "Smith, sana beş dolar ödeyeceğime söz veriyorum" kelimelerini söylemek, bir söz verme eyleminde bulunmak demektir. Çünkü 'söz veririm' yüklemi, söz verme eylemini dile getirmek için kullanılır. Bu tecrübî olgu, ilave bir öncül formu içinde şöyle ifade edilir:

"1a. Belirli şartlar altında 'Smith sana 5 dolar ödeyeceğime söz veriyorum' cümlesini söyleyen herhangi biri, Smith'e 5 dolar ödemeye söz vermiş olur.

Sonra ilave bir öncül olarak, bu şartların tamam olduğunu dile getiren bir başka önerme ilave edilir.

1b. Şartlar tamamdır.

Böylece 1. 1a ve 1b'den, 2. ci önerme çıkarılmış olur. Bu şu şekilde gösterilebilir:

I. öncül: Jones "Smith, sana beş dolar ödeyeceğime söz veriyorum" kelimelerini söyledi.

II. öncül: Belirli şartlar altında 'Smith sana 5 dolar ödeyeceğime söz veriyorum' cümlesini söyleyen herhangi biri, Smith'e 5 dolar ödemeye söz vermiş olur.

III. öncül: Bütün şartlar tamamdır.

Sonuç : O halde Jones Smith'e beş dolar ödeyeceğine söz vermiş olur.

Şimdi de 2.ci önermenin 3.cü önermeye nasıl bağlandığım; 2.ci önerme ile 3.cü önerme arasındaki ilişkinin ne türden bir ilişki olduğunu görelim. Söz verme, tarifi gereği, insanın kendisini bir yükümlülük altına koyması eylemidir. Bu sebepten "bana göre ikinci önerme üçüncü önermeyi mantıken zorunlu olarak tereddütsüz gerektirir. Fakat herhangi biri şu totolojik öncülü ilave etmek isterse itiraz etmem:

2a. Her türlü söz verme, kişinin kendisini söz verilen şeyi yapma konusunda bir yükümlülük altına koyma eylemidir. Eğer bir insan kendisini bir yükümlülük altına koyarsa, yükümlü kılma ânından itibaren o kişi bir yükümlülük altındadır. Bu Searle göre totolojik ya da analitik bir doğrudur. Bu da üçüncü önermenin dördüncü önermeye nasıl bağlandığını göstermektedir. Ancak 3 ile 4 arasına da şöyle ilave bir öncül ilave edilebilir:

"3a. Kendilerini bir yükümlülük altına koyan insanlar, o ândan itibaren bir yükümlülük altındadırlar."

Searle, 3 ve 4 arasmdakine benzer bir totolojinin 4 ile 5.ci önermelerin arasında da olduğu kanaatindedir. Yani eğer bir insan bir şey yapma yükümlülüğü altında ise, o insan yükümlü olduğa şeyi yapmalıdır. Böylece "biz olgu'dan değer'i çıkarırız. Çıkarımın normal işleyebilmesi için ihtiyaç duyduğumuz ilave öncüllerin hiçbiri ahlakî ya da değer ifade eder karakterde değildir. Onlar tecrübî faraziyeler, totolojiler ve kelime kullanım tasvirlerinden ibarettirler."

Searle yaptığı bu çıkarımın, tutarlı olsa bile, bazı insanları tatmin etmeyeceğinin farkındadır. Bu sebepten şunları söyler:

"Bu zamana kadar söylediklerimi doğru kabul ettiğimizde bile, modern felsefe okurları belirli bir rahatsızlık hissedeceklerdir. Onlar; bir yerlerde ince bir hilenin olması gerektiğini düşüneceklerdir. Onlann duydukları rahatsızlığı şöyle ifade edebiliriz: Bir insanın belirli sözleri söylemesi ya da söz vermesi gibi bir insan hakkında kabul ettiğimiz bir olgu, o insanın bir şeyi yapması gerektiği sonucuna beni nasıl götürür? "

Searle'ün göstermeye çalıştığı şey kısaca, "tasvir edici olgusal önermeler dizisinden değer yüklü bir önermeyi dedüksiyon yoluyla çıkarmak imkansızdır" tezinin, kurumlaşmış olguları izah etmekte yetersiz kaldığı hususudur. Searle'ün olgu'dan değer'i çıkarmak için müracaat ettiği "söz verme" eylemi, kaba bir olguya değil kurumlaşmış bir olguya işaret etmektedir.

Searle'ün geliştirdiği karşı tez bütünüyle, inşa edici kural'a yapılan müracaata dayanır. Buna göre taahhütte bulunmak, bir yükümlülük altına girmek demektir ve bu kural tasvir edici kelime olan "söz verme(promise)"nin bir anlam kuralıdır(a meaning rule). Yine "bir insan çalmamalıdır" önermesi, "bir şeyin başkasının mülkü olarak farkedilmesi, o kişinin o şeyi kullanmaya hakkı olduğunu farketmeyi, zorunlu olarak içerir" şeklinde ifade edilebilir. Bu, özel mülkiyet kurumunun inşaî bir kuralıdır.

"İnsan yalan konuşmamalıdır" önermesi de, "bir iddiada bulunmak, doğru konuşma yükümlülüğü altına girmeyi zorunlu olarak içerir" demektir. Bu da, başka bir inşaî kuraldır. "İnsan borçlarını ödemelidir" cümlesi, "bir şeyi bir borç olarak kabul etmek, onu ödeme yükümlülüğünü zorunlu olarak kabul etmek demektir" şeklinde kurulabilir.

Bu durumda önceden dile getirilen "en azından bir tane değer ifade eden öncül ilavesi olmaksızın tasvir edici önermeler dizisinin hiçbiri, değer ifade eden bir sonucu mantıken gerektirmez" yerine şu hükmü koyabiliriz: "Kaba olgusal önermeler dizisinin hiçbiri, en azından bir tane inşaî kural ilavesi olmaksızın kurumlaşmış bir olguyu gerektiremez."

Searle, klasik tezi nakzeden karşı bir tez geliştirirken, inşa edici kuraldan hareket eder. İnşa edici kuralların şekillendirdiği kurumlaşmış olguları, kaba olgulardan ayırır. Böylece, kurumlaşmış bazı olgulardan hareketle olgusal önermelerden deduksiyon yoluyla değer yüklü önermeleri çıkarmanın mümkün olduğu sonucuna ulaşır. Searle'ün ulaştığı sonuçlar, maddeler halinde şunlardır:

"1. Klasik tasavvur, kurumlaşmış olguları açıklama gücünde değildir.
2. Kurumlaşmış olgular, inşa edici kuralların sistemlerinde mevcutturlar.
3. İnşa edici kuralların bazı sistemleri; yükümlülükleri, taahhütleri ve sorumlulukları içerirler.
4. İlk çıkarım modelinde olduğu gibi, bu sistemlerin bazılarının içinde olgulardan değerleri çıkarabiliriz."

OLGU DEĞER PROBLEMİ'NE GETİRİLEN ÇÖZÜMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

a. Hume Yorumcularının Değerlendirilmesi

Ayer, Prichard, Nowell-Smith ve Hare gibi analitik felsefe geleneğine mensup filozoflar; olgu'dan değer'in çıkarılamayacağını iddia eden tezlerini savunurlarken, Hume'un da aynı tezi savunduğundan oldukça emindiler. Bu sebepten Hume'un gerçekten öyle düşünüp düşünmediğini tartışma konusu yapma ihtiyacı bile duymadılar.

Oysa sözünü ettiğimiz filozofların Hume'u yanlış yorumladıklarını düşünen Maclntyre ve Hunter'e göre Hume, kendi ahlak felsefesinde olgu'dan değer'i zaten çıkarmıştı. Bu sebepten olgu'dan değer'in çıkanlması meselesi, Hume için bir problem bile değildi.

Maclntyre, Hume'un adıgeçen pasajda kullandığı deduksiyon kavramını, bugünkü teknik anlamda kullanmadığını, ileri sürerken, 18.asırda deduksiyon kavramının hertürlü akıl yürütme faaliyeti için kullanıldığını iddia etmekteydi. Hume'un klasik yorumuna Maclntyre'm itiraz ettiği noktalardan birisi de; bu yorumun Hume'u, Kant gibi ahlâkın otonomluğunu savunur bir konuma getiriyor olmasıdır. Maclntyre bu itirazında haklı gözükür. Çünkü ahlâkın otonomluğu konusunda Hume'u Kant gibi anlaşılacak şekilde yorumlamak, gerek Kant'm gerekse Hume'un ahlâk felsefelerini yanlış değerlendirmek olur.

Hume, 'ahlâk felsefesi' terimini "insan tabiatının ilmi" anlamında kullanır. Bu sebepten de eylemlerin kaynağı olarak kabul ettiği insan tabiatının duygusal yönünü tahlil etmeye büyük önem verir. Oysa Kant'a göre ahlâk metafiziği "aklımızda a priori olarak bulunan pratik prensiplerin kaynağını" araştırmakla ilgilenmelidir. Dolayısıyla Kant'a göre ahlâk filozofunun görevi, ahlâkî bilgimizdeki a priori unsurları ayırmak ve onların kaynağını göstermektir ki Kant'a göre bu ahlâkî prensiplerin kaynağı pratik akıldır. Hume'un ahlâk alanında çürütmeye çalıştığı tez de budur.

İnsan eylemleri konusunda Hume'a göre akıl, olsa olsa tutkuların kölesi olabilir. Kant'ın ahlâk prensiplerinin kaynağı olarak gördüğü aklın, Hume'a göre" "tutkulara hizmet ve itaat etmekten başka bir yeti gibi davranması asla mümkün değildir." Görüldüğü gibi insanı herhangi bir eylemde bulunmaya sevk eden esas saik, Hume'a göre, insan tabiatındaki birtakım tutku, duygu ve heyecanlardır.

Hume, insanın eylemlerinde aklın rolünü tamamen yok farzetmez, ama aklı esasen tutkuya tabi kılar. Böylece insan, tutku ve duygularını en iyi şekilde nasıl tatmin edeceği hususunda akıl yürütebilecek ama bu tutku ve duygularının aklî olup olmadığını sorgulayamayacaktır. Filozofa göre karakter ve eylemleri ahlaken övülür ve yerilir kılan nihai karar, "tabiata bütün türlerde evrensel kıldığı duygu üzerine dayanır. "

Hume'un sisteminde eylemlerin ahlâkîliğini belirleyen, Kant'ın aksine, akıl değil duygudur. Çünkü akıl Hume'a göre; ya olgular, ya da ilişkiler hakkında hüküm verir. Başka bir ifadeyle insanın anlama yetisinin faaliyeti, fikirleri mukayese etmek ve olgular arasında istidlal yapmak şeklinde ikiye ayrılır. "Eğer fazilet anlama yetişince keşfediliyorsa bu, zikredilen iki faaliyetten biri tarafından yapılıyor demektir. Çünkü fazileti keşfetmek için, anlama yetisinin üçüncü bir faaliyeti yoktur."

Ahlakî iyilik ve kötülüğün akıl ile keşfedilemeyeceğini göstermek için Hume, meseleyi önce olgular sonra da ilişkiler açısından inceler. Olgular seviyesinde, 'kasten işlenmiş adam öldürme eylemini örnek olarak verir. Ona göre, adam öldürme eylemi, ister adlî bir hükümden sonra haklı gösterilebilir bir şekilde, isterse bir cinayet tarzında gerçekleşsin, her iki durumda da fizikî bir olgu olarak aynı şeydir. Aklın bu iki olgudan birine iyilik, diğerine kötülük atfetme selahiyeti yoktur. Ahlâkî iyilik ve kötülüğü insan, aklı ile değil fakat izlenimleri, duyguları ve tutkuları vasıtasıyla kendi içinde hissederek kavrar. "Düşünceyi kendi gönlümüze çevirip, bu eyleme karşı içimizde doğan beğenmeme duygusunu buluncaya kadar, aradığımız olguyu asla bulamayız."

Netice itibariyle Maclntyre; "olgu değer" konusunda Hume'un doğru yorumlanabilmesi için tek bir pasaj ile yetinilmeyip, Hume Ahlâk'ının bütünlüğünün göz önünde bulundurulması gerektiğini savunur ki buna katılmamak mümkün değildir.

G.F.Hunter de, Hume'un ahlâk felsefesinin bütünü göz önünde bulundurulduğu zaman, klasik tezin yanlışlığının ortaya çıkacağım dile getirir. Bu görüşünü desteklemek üzere müracaat ettiği Hume'un ifadelerinden birisi şudur:

"Herhangi bir eylem veya karakterin kötü olduğunu ilan ettiğiniz zaman, onun üzerinde derin düşünceden doğan bir ayıplama duygusunu kendi tabiatınızda
bulduğunuzu ifade etmekten başka bir şey yapmazsınız." (Treatise III, i, 1, p.469)

Hume ile Kant'ın ahlâk felsefeleri arasındaki farka dikkat çekebilmek için işaret edilen "kasten işlenmiş adam öldürme" eyleminde de Hume, sanki, olgu'dan değer'i çıkarır gibidir. Çünkü "bu eyleme karşı içimizde doğan beğenmeme duygusunu buluncaya kadar, aradığımızı asla bulamayız " demek, kendi içimizde tesbit edeceğimiz olgu'dan hareketle ahlâkî kötülüğü tesbit edebiliriz demekle aynı şeydir.

1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6 | 7

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP