TÜRKİYE'DE FELSEFENİN DURUMUNA DÂİR BİR TESPİT

Ahmet İNAM

Akademik alanın dışında,Türkiye'de felsefe ile ilgili çalaşmalar başlıca iki alanda sürüyor:

1. Yayıncıların güdümündeki alan 2. Amatörlerin, özel kulüp ve derneklerin çabalarıyla geliştirilen alan: Yayıncılar büyük ölçüde, istisnalar bir kenara konduğunda, para getirecek, "sansasyon" yaratacak, "medyatik" yazılar ve kitapların peşinde oluyorlar. Çeviri ağırlıklı yayın listesine bizden ders kitabı yazarları, akademik çalışmalarını yayınlatanlar da katılıyor. Malumat veren tanıtıcı yayınlar tercih ediliyor. Yayınlarda belli bir felsefe görüşününü oluşturulmayışı, kavram yaratıp, yaşayan kültürmüze uygun tezler geliştirme kaygısı görülmüyor.

Akademisyenler, deslerde, seminerlerde okuttuklarını, bizim okur da öğrensin diye çevirdiklerini "hizmet" aşkıyla yayınlatıyorlar. Felsefe aşkının "hizmet" boyutunda kalması da düşündürücüdür.

Yurt dışında moda olan, tartışılan, dolayısıyla satışı kolay yayınlar seçme, yayıncı dostlanmıza kılavuzluk edecek, belli felsefî ufku olan felsefe dostlarının eksikliğindendir.

Bu gün yurdumuzda belli bir "felsefî açlık" görülmektedir. Felsefeye ilgi duyan genç insanların sayısında az da olsa bir artış var. Olağan ki bu artış, bir ölçüde genç nüfusun artışından kaynaklanmaktadır. Henüz bir merak düzeyinin ötesine çıkabilen yoğun bir ilgiden söz edemiyoruz. Felsefi yayınların değişik kollardan yapıldığını, bunların uzun vadeli bir program içinde, belli bir amaçla, Türkiye'deki felsefi boşlukları anlatmayı düşünerek gerçekleştirilmediğini görüyoruz.

Felsefi yayın politikasında "herkes bir yanından tutarsa" felsefî sorunların çözüm ağırlığını kaldırabileceğimizi düşünüyoruz. Bu ağırlık kaldırma çabasında kendi "özgün" felsefe bakışı olanların etkili olabileceğini sanıyorum. Herkes bir yanından tutarsa, tutanlar yeterince güçlüyse, ağırlık neden kalkmasın ki? Felsefenin "ciddi", "eleştirel", "evrensel", "dilsel", "aydınlatıcı" bir araştırma olduğunu söyleyip, kendi gözünü, kulağını, gönlünü, "öznellik", "ciddiyetsizlik", "hafiflik" içme girebileceğini sanarak, saklamaya, unutmaya çalışan, "orta-karar", "kalıba uygun", "uslu" felsefeci tipleri ile de kaldırabiliriz ağırlığı.,, Bol sayıda felsefe tarihi, yazar, filozofların hayat hikâyelerini anlatır, onlardan çeviriler yaparız. Türkiye'deki boşluk bütün bunları kaldırabilir. Öğrendiklerinin yükü altında ezilmiş, onları tekrardan öte birşey yapamayıp, ciltlerle kitap yazarak boşluk doldurmak saygı duyduğum bir çabadır. Bu çabanın özgün yapıtlar vermeyi deneyen felsefecilerimizin çalışmalarıyla tamamlanmasını isterim. Belki bu tür yapıtlar, eleştirilecek büyük eksikler ve özürler taşıyabilir "Ben ne diyebilirim ki söylenecek herşey zaten söylenmiş?" demek, bir ihtiyat ise olumludur. Oysa, böyle bir tutum bizi korkaklığa, pısırıklığa götürebilir. Kültürümüzün kokuşmamasını istiyorsak, cesur insanlara olan ihtiyacımızı anlamalı, gençlerimizi yüreklendirmeliyiz. Artık felsefe toplantıları, akademik gevezeliklerden kurtulmalı, yayıncılar, felsefi dirilmeye yardımcı olacak, çıkar ve etikili olmak kaygılarının dışında tutumlar geliştirilmelidirler.

Türkiye'de şu dönemde felsefe yayınlan ne ülkedeki felsefî potansiyeli ne de yurt dışındaki felsefî gelişmeleri yansıtabilmektedir. Yayıncıların felsefede ürün veren felsefecilerimizle daha yakın ilişkiler kurması, felsefecilerimizin daha üretken, akademik terfi beklentilerinin, ötesinde çalşmalar yapması gerekmektedir.

Yayıncıların gündemini belirlediği akademik olmayan alanda, felsefeyle "hobi" olarak, "zevk" almak amacıyla uğraşan insanları görüyoruz. Üniversitelerimizin bir kısmında düşünce ya da felsefe kulüpleri var. Kimi demekler felsefe toplantıları yapıp, tartışmalar açabiliyorlar. Bana bu gelişmeler, felsefenin "ayağa düşürülmesi" olarak gelmiyor. Biz akademisyenler de felsefeyi "ayağa düşürebiliyoruz."

Mahallelimizde felsefecilerimizin olması gerektiğini, sokakla felsefenin yakınlaşmasını önerdiğimde böyle eleştirildim: Felsefeyi "kurdun kuşun" eline teslim etmeyi öneriyormuşum! Kahvelerimizde felsefe sorunlarının tartışılmaya başlamasının felsefeye ne zaran olabilir? Siz, görebildiğinizce felsefenin "yüksekliği"ni, koruyun. Felsefeyi anlayanlar, tarihsel serüvenini bilenler, onun kıymetini bilirler. Ona erişmeye çalışırlar. Ayaklar altına alamazlar. Alırlarsa, aldıkları "felsefe" değildir. Kabalığın, sığ düşüncelerin art niyetle yürütülen kavramsal düşüncelerin zaman zaman "felsefe" adım alması, bir "hakikat araştırması" olan felsefeyi zedeleyemez! Felsefenin geleneğiyle bütünleşmiş, sorunlarını kavrayabilmiş felsefî duyarlılığını bırakmayan düşünce, özgür kafalarca geliştirilebilir. Bu olanağı onu merak edenlere sağlamak gerekir. Akademik felsefenin dışındaki felsefe çalışmalarını yüreklendirmek, onlara kılavuzluk etmek (engelleyip, baskı uygulama anlamında değil!) düşünce hayatımızı canlandırabilir.

Bu alanda yaşayışlarını felsefe gözlüğüyle görüp yorumlamak isteyen amatörlerin yanında, dünya görüşlerin felsefeyle desteklemek iş çabasında olanlar da vardır. Bu ikinci öbeğe girenler hakkındaki kaygılarımı belirtmiştim. {Felsefe Dünyası, sayı 1, ....) "Neden yaşıyoruz?", "Hayatın bir amacı var mı?", "Mutluluk nedir?", "Evrenin yapıtaşları nelerdir?", gibi soruların ardında kendi güçleri ve ilgileri oranında koşan amatör felsefe sevdâlılarının yollarının açık olmasını, ufuklarının giderek genişleyip açılmasını dilerim.

Akademisyen felsefecilerimizin çalışmaları hakkında birkaç yorumda bulunmak isterim. Yurt dışındaki felsefe çalışmalarına ilgi gösteren, çoğunluğu oralarda yetişmiş arkadaşların bir bölüğü arada bir de olsa Türkçe yazdıklarını. Türkiye'de yaşadıklarım unutuyorlar. Onlar "evrensel" felsefenin "evrensel" vatandaşları olarak hizmetlerini sürdüreceklerdir. Böylelikle, gidip felsefeyi öğrendikleri yerlerin felsefi görüşlerinin evrenselliğini anlamış olacağız.

Felsefe memuru arkadaşlarımızın sayılarının artma tehlikesi vardır. Yeni yeni açılmakta olan felsefe bölümlerinin kültürümüze İcatkılannı göreceğiz. Siyasi kavgaların, hizipleşmelerin, sığ felsefe ürünlerinin ortaya çıkmasına yardım edebileceklerini düşünüyorum. Felsefecilerin elbette dünya görüşleri olacaktır. Bu dünya görüşleri onları felsefe yolundaki derin düşünmeye götürmelidir. Oradaki çatışmalar.sorunlar felsefeciye bir heyecan ateşi vermelidir Tembel, şişirme, baştan savma çalışmalarla, felsefeci görüntüsü altında, farklı bir kültürel kavganın adamı olduklarını gizlemeye çalışanlar bu topraklann kültürüne ihanet edebileceklerini düşünemeyecek kadar dar görüşlüdürler...

Bir "düz" felsefeci akademizyen tipi vardır ki, ne olursa olsun okuyup okuyup yazar. Yazmanın konuşmanın, "entellektüel sarhoşluğun" yarattığı atmosferde, şapkalarını önlerine koyup, ne adına, ne gibi kaygılarla yazdıklarını yeterince düşündüklerini, kendilerine özgü bir "meta-felsefeleri" olduğunu sanmıyorum.

Ben, bu kültürün dili, birikimi ile, yüzlerce yıllık felsefenin sorunlarına köprü kurabilen, kişiliği ile düşüncesini, çalışkanlığı ile eleştirel duyarlılığını birleştirebilmiş; düşünce hamalı, evrensellik budalası, taşra kabadayısı olmayan, hamarat, ince "gönlü"yle çelebi felsefecileri bekliyorum. Onların yarattığı boşluk, yukarıda bir bölüğünden kısaca söz ettiğim felsefeci tiplerinden dolayı henüz doldurulamadı çünkü...

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP