THOMAS REID (1710-1796) VE AHLAK - 1
|
Hacı Mustafa AÇIKÖZ
Konumuz temelini Thomas Reid'den almakla birlikte hepimizin kendine şu veya bu şekilde uyarlıyabiieceği biçimde günlük hayatımızda yine şu veya bu şekilde tecrübe ettiğimiz veya ettiğimizi zannettiğimiz üç sağ duyu varsayımım gündeme getirerek "Biz gerçekten eylemlerimizin seçimi ve ortaya koymaklığımızda özgür müyüz?". Başka bir ifadeyle "Gerçekten biz özgür bir iradeye sahip miyiz?" sorularını felsefi bir irdeleme ile cevaplamaya çalışacağız. Bu felsefi irdeleme birbirine bağlı iki bölüm ve eleştirel bir sonuçlama yoluyla gerçekleştirilecektir.
Birinci Bölüm
Bu çerçevede konumuzun açılımına üç sağ duyu varsayımını dile getirerek başlayalım. Bunlar :
1. "Eylem ahlaki bir karaktere sahiptir";
2. "Biz zaman zaman eylemlerimize yönelik ön zilini tartımda bulunuruz'"; ve
3. '"Her olay bir nedene binaen ortaya çıkar".
Bu üç sağ duyu varsayımlarını birer birer inceleyecek olursak,
1. "Eylem ahlakı bir karaktere sahiptir"' varsayımına ilişkin olarak şunları söyleyebiliriz. Ahlak felsefesinde relativistler adı verilen bir grup Ahlak felsefesi disiplininin olgulanna ilişkin bazı kavramlarının izafi olduğunu yani Eyleyenin algılama ve yorumuna bağlı olarak ahlaken değişiklik gösterebileceğini savunurlar. Başka bir ifadeyle Eyleyenden Eyleyene dolayısıyla toplumdan topluma değişiklikler olabileceğini öne sürerler. Doğrudur, Şunu yapmamalısın veya Bunu yapmamalısın emir veya yasak kalıplarında Şunu veya Bunu eylem, (actions) kalıplarına farklı anlamlar yüklenebilir veya doldurulabilinir. Fakat burada göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki ; bu kalıpların içerikleri her ne şekilde doldurulursa doldurulsun, bizim ve bizden öncekilerinin günlük tecrübelerinden (common sense experience) çıkarılabilinecek bir şey varsa o da emir ve yasak kalıplarının her toplumda var olduğudur.
Bu çerçevede sonuç olarak söylenecek şey, ahlaki kavramlar ve hükümler kişisel (subjective) fikir ve kabul boyutundan öteye taşamaz düşüncesi. Veya daha aşırı bir zorluma ile ifade edecek olursak bu düşünce şu şekilde sloganlaştmlabilinir : "Kendi kuralımı kendim, kendimce, kendime korum". Doğal olarak bu tür bir yaklaşımın nihai noktası ya ahlaki anarşizm ya da ahlaki nihilizmdir. Fakat yukandada belirttiğimiz gibi bu tür bir yaklaşım bizim ve bizden öncekilerin günlük hayatta ortaya koydukları veya uydukları eylemlerle çelişir. Ayrıca bu tür anlayışla hayatı idame ettirmek mümkün değildir. Çünkü ben bir Eyleyen (the agent) olarak kendimin yaptığı eylemlerden kendimi, başkalarının ortaya koyduklarından başkalarını sorumlu tutarım. Örneğin toplumsal hayatta, şu problemli şahsa belkide istememe rağmen yardım etmeliyim, veya ister isteyim ister istemeyim şu şahsa verdiğim sözü yerine getirmek zorundayım. Aynı zamanda insanlarla olan iletişimimde veya en azında kendime karşı dürüst olmak zorundayım.
2. sağ duyu varsayımımızı, "Biz zaman zaman eylemlerimize yönelik ön zihni tartımda bulunuruz'a gelince, Biz Eyleyenler eylemlerimizin çoğunda eylemi gerçekleştirme aşamasından önce bir mütalaada veya ön tartımda (deliberation) bulunuruz. Benim fiilimin Faili olarak ortaya koyacağım eylemlere ilişkin şu veya bu yönde lehte veya aleyhte seçim veya belirleme yapmakhğım keyfiyeti saklıdır. Fakat bu demek değildirki, ben Eyleyen her eylem öncesinde bir öngörüde veya mutaala durumunda bulunurum. Ben sadece kendi eylemlerim hakkında bir ön görüde veya tartımda bulunabilirim yoksa sizinkiler veya ötekilerin eylemleri hakkında değil. Öte yandan, ben eşyanın durumu (states of affairs) veya hareketleri hakkında da bir ön tartımda bulunamam. Şöyleki, Denizli'nin Muğla'nın kuzey-doğusunda yer alıp almadığı durumunda olduğu gibi. Üçüncü bir noktada Ben geçmişteki eylemlerim ve şu an yapmakta olduğum eylemlerim hakkındada ön tartımda bulunamam. Örneğin, önceden kesin tarihlerle belirlenmiş olan benim Denizli seyahatim hakkında tekrar bir ön mütalaada bulunamam. Ve en önemlisi, benim gücümü aşan veya gücüm dahilinde olmayan şeyler hakkındada bir ön tartımda bulunamam.
Mesela Muğladan Denizliye su kayağı yaparak ulaşmak gibi. Çünkü biliyorumki Denizliye bu yolla ulaşmak imkansız ve bu imkansızı denemeye veya eyleme dökmeye çalışmak saçma bir şey. Ben akliliği tescillenmiş dışsal ve içsel faktörlerin kontrolüm dahilinde olan eylemlere yönelik ön düşüncede veya mutaalada bulunabilirim.
Böylece yukarıda inceleme altına almış olduğumuz iki sağ duyu varsayımlarmızdan da çıkarabileceğiz eylemlerimizin ahlaki bir yaptırım özelliği göstermekliğinm yamsıra aynı zamanda benim eylemlerim hakkında ön mutaalada (deliberation) bulunmaklığım benim özgür (free) bir Eyleyen (the agent) olmaklığımın gereğini, içeriğini ve mantığını ortaya koyar.
Üçüncü tecrübü sağ duyu varsayımımızı şu şekilde ifade edebiliriz : "Her olayın bir sebebi vardır" veya "Her sonucun bir sebebe binaen cereyan etmekliğidir". Gerçektende biz günlük hayatımızda adeta alışkanlık (Hume için tartışmasız alışkanlık hükmündedir) şeklini almış bir genelleme yaparız. Şayet ortadaki olayın sebebini bilmiyorsak bile biz otamatikmen bir sebeb olduğunu düşünürüz. Burada şu itiraz yapılabilinir : "Her sonucun bir sebebe binaen vucud kazanmaklığı diğer iki sağ duyu varsayımlanyla çelişmez mi?". Çünkü, biz dedikki en azından zihni ve pratik açıdan gücümüz dahilinde olan kendi eylemlerimizin ortaya konmaklığında özgür ve dolayısıyla eylemin sonucundan sorumluyuz. Bu çerçevede insan eylemleride bir sıradan olay olarak düşünülemez mi? Eğer düşünülebiliniürse onlarda bu nedensellik ilkesine zorunlu olarak dahil olmazlar mı? Başka bir deyişle, insan eylemleride sebeb sonuç ilişkisi dahilinde belirlenmiş değil midir? Şayet öyle ise biz Eyleyenin eylemlerinde hangi ölçüte dayanarak özgür olduğunu söyleyebiliriz? Eyleyenin fizyolojik faaliyetleri söz konusu olduğunda bu sebeb-sonuç ilişkisini söz konusu etmekliğimizde bir problem yok.
Şöyleki, kalp atışları, sindirim, kan dolaşımı gibi fizyolojik olaylar nedensellik ilkesi dahilinde cereyan eder. Fakat bu demek değildir ki, bunları ben kendim yaparım bunlar aksine normal şartlarda bana rağmen benim içimde cereyan eder. Şayet bu öne sürülen nokta doğru ise benim eylemlerimin ontolojik statüsü nedir? Mesela, benim bu satırlan yazmaklığım veya yazma eylemim (the act of writing) bu çerçevede nasıl mutaala edilebilinir? Başka bir deyişle, bu eylemin bir nedeni veya nedenler zinciri var mıdır? Varsa bu nedenler ne türdendirler? İçsel (mental) veya Dışsal (external causes) nedenler midir? Yoksa ikisi birden bir nedenler ağınımı oluşturur? Benim yazma eylemim benim zihinsel durumlarımla (mental states) benim iştiham, isteklerim, motivlerim, irademle, seçimlerim veya amaçlanma indirgenip benim bu eylemi özgürce gerçekleştirmekliğime bir ontolojik temel olarak düşünülemez mi? Ortacı deterministlere (sofi determinism) veya özgürlüğü negatif çerçevede değerlendirenlere göre Şayet dışsal bir zorlama veya engelleme (external force or prevention) yoksa cevap "evet düşünülebilinir" dir.
Başka bir ifadeyle, ben yazma eylemini hangi içsel nedenle olursa olsun seçip ortaya koymaya karar verdim ve diğer muhtemel seçime açık eylemlerim içersinde hiç bir dışsal etkiye veya engellenmeye maruz kalmamaksızm icraası yönünde seçimimi yaptım. Örneğin, kimse benim şakağıma bir tabanca namlusu dayamadı, kısmı veya küili bir felçede maruz kalmadım. Kısacası yazma eylemimi ortaya koymaklığıma yönelik hiç bir dışsal engel veya engeller bütünü söz konusu değil. Bundan dolayıdırki eylemimi hürce ortaya koymaktayım. Nedensellik ilkesinin geçerli olduğu bu tür bir soft determinist yaklaşım beraberinde şu sakıncayıda birlikte getirmez mi? Şöyleki, benim yazma eylemime sebeb olan zihni durumlarım (mental states) iştiham, isteklerim, motivlerim, iradem, seçimlerim veya amaçlarım sonuçta kendileride ortaya' çıkmak için bir sebebe ihtiyaç duymuyacaklar mı? Başka bir deyişle mevcud sebeblerde bir sebebler zincirini gerektirmiş Ki, bu zincirler nihayetinde sonsuza kadar sıralanabilecek bir durum arz etmiyecek mi? Bu tür bir itiraza bir sofi determinist bu zihni durumları beyine ve işlevlerine indirgiyerek cevap verebilir. Şöyle ki, eğer beyin ve işlevleri olmazsa zihni durumlar veya fonksiyonlardan bahsedemeyiz.
Fakat bu yaklaşımın özgürlük anlayışı pek bir şey ifade etmez en azından tatminkar değildir. Mesela, benim başımı kaşımak isteği, kararı, amacı için elimi kaldırıp kaldırmamalık eylemini seçmekliğim benim iradem veya irade gücüm dahilinde olan bir şeydir ve yukardaki anlayışa göre dışsal bir engelleme ile karşılaşmadığım sürece ben bu eylemi özgürce ortaya koymuşum demektir. Öte yandan benim başımı kaşımak isteği, karan, amacı için elimi kaldırıp kaldırmamalık eylemini seçmekliğim benim iradem veya irade gücüm dahilinde olan bir şeydir demekle benim özgürlüğüm tescilenmiyor daha doğru bir ifadeyle yeter şart değil ben Eyleyen olarak aynı zamanda bizatihi seçmekliğitnin veya irade etmekliğimin yanı sıra bu seçmekliğin ve irade etmekliğimde yine bizatihi benim gücüm dahilinde olup ve ben Eyleyen tarafından ortaya konması zarureti vardır.
Konumuz temelini Thomas Reid'den almakla birlikte hepimizin kendine şu veya bu şekilde uyarlıyabiieceği biçimde günlük hayatımızda yine şu veya bu şekilde tecrübe ettiğimiz veya ettiğimizi zannettiğimiz üç sağ duyu varsayımım gündeme getirerek "Biz gerçekten eylemlerimizin seçimi ve ortaya koymaklığımızda özgür müyüz?". Başka bir ifadeyle "Gerçekten biz özgür bir iradeye sahip miyiz?" sorularını felsefi bir irdeleme ile cevaplamaya çalışacağız. Bu felsefi irdeleme birbirine bağlı iki bölüm ve eleştirel bir sonuçlama yoluyla gerçekleştirilecektir.
Birinci Bölüm
Bu çerçevede konumuzun açılımına üç sağ duyu varsayımını dile getirerek başlayalım. Bunlar :
1. "Eylem ahlaki bir karaktere sahiptir";
2. "Biz zaman zaman eylemlerimize yönelik ön zilini tartımda bulunuruz'"; ve
3. '"Her olay bir nedene binaen ortaya çıkar".
Bu üç sağ duyu varsayımlarını birer birer inceleyecek olursak,
1. "Eylem ahlakı bir karaktere sahiptir"' varsayımına ilişkin olarak şunları söyleyebiliriz. Ahlak felsefesinde relativistler adı verilen bir grup Ahlak felsefesi disiplininin olgulanna ilişkin bazı kavramlarının izafi olduğunu yani Eyleyenin algılama ve yorumuna bağlı olarak ahlaken değişiklik gösterebileceğini savunurlar. Başka bir ifadeyle Eyleyenden Eyleyene dolayısıyla toplumdan topluma değişiklikler olabileceğini öne sürerler. Doğrudur, Şunu yapmamalısın veya Bunu yapmamalısın emir veya yasak kalıplarında Şunu veya Bunu eylem, (actions) kalıplarına farklı anlamlar yüklenebilir veya doldurulabilinir. Fakat burada göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek var ki ; bu kalıpların içerikleri her ne şekilde doldurulursa doldurulsun, bizim ve bizden öncekilerinin günlük tecrübelerinden (common sense experience) çıkarılabilinecek bir şey varsa o da emir ve yasak kalıplarının her toplumda var olduğudur.
Bu çerçevede sonuç olarak söylenecek şey, ahlaki kavramlar ve hükümler kişisel (subjective) fikir ve kabul boyutundan öteye taşamaz düşüncesi. Veya daha aşırı bir zorluma ile ifade edecek olursak bu düşünce şu şekilde sloganlaştmlabilinir : "Kendi kuralımı kendim, kendimce, kendime korum". Doğal olarak bu tür bir yaklaşımın nihai noktası ya ahlaki anarşizm ya da ahlaki nihilizmdir. Fakat yukandada belirttiğimiz gibi bu tür bir yaklaşım bizim ve bizden öncekilerin günlük hayatta ortaya koydukları veya uydukları eylemlerle çelişir. Ayrıca bu tür anlayışla hayatı idame ettirmek mümkün değildir. Çünkü ben bir Eyleyen (the agent) olarak kendimin yaptığı eylemlerden kendimi, başkalarının ortaya koyduklarından başkalarını sorumlu tutarım. Örneğin toplumsal hayatta, şu problemli şahsa belkide istememe rağmen yardım etmeliyim, veya ister isteyim ister istemeyim şu şahsa verdiğim sözü yerine getirmek zorundayım. Aynı zamanda insanlarla olan iletişimimde veya en azında kendime karşı dürüst olmak zorundayım.
2. sağ duyu varsayımımızı, "Biz zaman zaman eylemlerimize yönelik ön zihni tartımda bulunuruz'a gelince, Biz Eyleyenler eylemlerimizin çoğunda eylemi gerçekleştirme aşamasından önce bir mütalaada veya ön tartımda (deliberation) bulunuruz. Benim fiilimin Faili olarak ortaya koyacağım eylemlere ilişkin şu veya bu yönde lehte veya aleyhte seçim veya belirleme yapmakhğım keyfiyeti saklıdır. Fakat bu demek değildirki, ben Eyleyen her eylem öncesinde bir öngörüde veya mutaala durumunda bulunurum. Ben sadece kendi eylemlerim hakkında bir ön görüde veya tartımda bulunabilirim yoksa sizinkiler veya ötekilerin eylemleri hakkında değil. Öte yandan, ben eşyanın durumu (states of affairs) veya hareketleri hakkında da bir ön tartımda bulunamam. Şöyleki, Denizli'nin Muğla'nın kuzey-doğusunda yer alıp almadığı durumunda olduğu gibi. Üçüncü bir noktada Ben geçmişteki eylemlerim ve şu an yapmakta olduğum eylemlerim hakkındada ön tartımda bulunamam. Örneğin, önceden kesin tarihlerle belirlenmiş olan benim Denizli seyahatim hakkında tekrar bir ön mütalaada bulunamam. Ve en önemlisi, benim gücümü aşan veya gücüm dahilinde olmayan şeyler hakkındada bir ön tartımda bulunamam.
Mesela Muğladan Denizliye su kayağı yaparak ulaşmak gibi. Çünkü biliyorumki Denizliye bu yolla ulaşmak imkansız ve bu imkansızı denemeye veya eyleme dökmeye çalışmak saçma bir şey. Ben akliliği tescillenmiş dışsal ve içsel faktörlerin kontrolüm dahilinde olan eylemlere yönelik ön düşüncede veya mutaalada bulunabilirim.
Böylece yukarıda inceleme altına almış olduğumuz iki sağ duyu varsayımlarmızdan da çıkarabileceğiz eylemlerimizin ahlaki bir yaptırım özelliği göstermekliğinm yamsıra aynı zamanda benim eylemlerim hakkında ön mutaalada (deliberation) bulunmaklığım benim özgür (free) bir Eyleyen (the agent) olmaklığımın gereğini, içeriğini ve mantığını ortaya koyar.
Üçüncü tecrübü sağ duyu varsayımımızı şu şekilde ifade edebiliriz : "Her olayın bir sebebi vardır" veya "Her sonucun bir sebebe binaen cereyan etmekliğidir". Gerçektende biz günlük hayatımızda adeta alışkanlık (Hume için tartışmasız alışkanlık hükmündedir) şeklini almış bir genelleme yaparız. Şayet ortadaki olayın sebebini bilmiyorsak bile biz otamatikmen bir sebeb olduğunu düşünürüz. Burada şu itiraz yapılabilinir : "Her sonucun bir sebebe binaen vucud kazanmaklığı diğer iki sağ duyu varsayımlanyla çelişmez mi?". Çünkü, biz dedikki en azından zihni ve pratik açıdan gücümüz dahilinde olan kendi eylemlerimizin ortaya konmaklığında özgür ve dolayısıyla eylemin sonucundan sorumluyuz. Bu çerçevede insan eylemleride bir sıradan olay olarak düşünülemez mi? Eğer düşünülebiliniürse onlarda bu nedensellik ilkesine zorunlu olarak dahil olmazlar mı? Başka bir deyişle, insan eylemleride sebeb sonuç ilişkisi dahilinde belirlenmiş değil midir? Şayet öyle ise biz Eyleyenin eylemlerinde hangi ölçüte dayanarak özgür olduğunu söyleyebiliriz? Eyleyenin fizyolojik faaliyetleri söz konusu olduğunda bu sebeb-sonuç ilişkisini söz konusu etmekliğimizde bir problem yok.
Şöyleki, kalp atışları, sindirim, kan dolaşımı gibi fizyolojik olaylar nedensellik ilkesi dahilinde cereyan eder. Fakat bu demek değildir ki, bunları ben kendim yaparım bunlar aksine normal şartlarda bana rağmen benim içimde cereyan eder. Şayet bu öne sürülen nokta doğru ise benim eylemlerimin ontolojik statüsü nedir? Mesela, benim bu satırlan yazmaklığım veya yazma eylemim (the act of writing) bu çerçevede nasıl mutaala edilebilinir? Başka bir deyişle, bu eylemin bir nedeni veya nedenler zinciri var mıdır? Varsa bu nedenler ne türdendirler? İçsel (mental) veya Dışsal (external causes) nedenler midir? Yoksa ikisi birden bir nedenler ağınımı oluşturur? Benim yazma eylemim benim zihinsel durumlarımla (mental states) benim iştiham, isteklerim, motivlerim, irademle, seçimlerim veya amaçlanma indirgenip benim bu eylemi özgürce gerçekleştirmekliğime bir ontolojik temel olarak düşünülemez mi? Ortacı deterministlere (sofi determinism) veya özgürlüğü negatif çerçevede değerlendirenlere göre Şayet dışsal bir zorlama veya engelleme (external force or prevention) yoksa cevap "evet düşünülebilinir" dir.
Başka bir ifadeyle, ben yazma eylemini hangi içsel nedenle olursa olsun seçip ortaya koymaya karar verdim ve diğer muhtemel seçime açık eylemlerim içersinde hiç bir dışsal etkiye veya engellenmeye maruz kalmamaksızm icraası yönünde seçimimi yaptım. Örneğin, kimse benim şakağıma bir tabanca namlusu dayamadı, kısmı veya küili bir felçede maruz kalmadım. Kısacası yazma eylemimi ortaya koymaklığıma yönelik hiç bir dışsal engel veya engeller bütünü söz konusu değil. Bundan dolayıdırki eylemimi hürce ortaya koymaktayım. Nedensellik ilkesinin geçerli olduğu bu tür bir soft determinist yaklaşım beraberinde şu sakıncayıda birlikte getirmez mi? Şöyleki, benim yazma eylemime sebeb olan zihni durumlarım (mental states) iştiham, isteklerim, motivlerim, iradem, seçimlerim veya amaçlarım sonuçta kendileride ortaya' çıkmak için bir sebebe ihtiyaç duymuyacaklar mı? Başka bir deyişle mevcud sebeblerde bir sebebler zincirini gerektirmiş Ki, bu zincirler nihayetinde sonsuza kadar sıralanabilecek bir durum arz etmiyecek mi? Bu tür bir itiraza bir sofi determinist bu zihni durumları beyine ve işlevlerine indirgiyerek cevap verebilir. Şöyle ki, eğer beyin ve işlevleri olmazsa zihni durumlar veya fonksiyonlardan bahsedemeyiz.
Fakat bu yaklaşımın özgürlük anlayışı pek bir şey ifade etmez en azından tatminkar değildir. Mesela, benim başımı kaşımak isteği, kararı, amacı için elimi kaldırıp kaldırmamalık eylemini seçmekliğim benim iradem veya irade gücüm dahilinde olan bir şeydir ve yukardaki anlayışa göre dışsal bir engelleme ile karşılaşmadığım sürece ben bu eylemi özgürce ortaya koymuşum demektir. Öte yandan benim başımı kaşımak isteği, karan, amacı için elimi kaldırıp kaldırmamalık eylemini seçmekliğim benim iradem veya irade gücüm dahilinde olan bir şeydir demekle benim özgürlüğüm tescilenmiyor daha doğru bir ifadeyle yeter şart değil ben Eyleyen olarak aynı zamanda bizatihi seçmekliğitnin veya irade etmekliğimin yanı sıra bu seçmekliğin ve irade etmekliğimde yine bizatihi benim gücüm dahilinde olup ve ben Eyleyen tarafından ortaya konması zarureti vardır.