BİLGİ VE BİLİMDE OLGUCULUK - TARİHSELCÎLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE - 6

Tarihselcilik, bilginin olasılığına bir yandan araştırmacının konumundan, öbür yandan tinsel gerçekliğin konu (obje) olarak gösterdiği özellikten kalkarak varır. Ama önce «tin» kavramının tarihselciliğin elinde kazandığı anlama değinmek gerekir. 'Tin' (Geist) kavramı, Alman İdealizminin spekülativ tarih ve kültür anlayışında kaynağını bulan bir kavramdır. Bu nedenle olgucu tutumun hep kuşkuyla karşıladığı bir kavram olagelmiştir. Ne var ki, özellikle Dilthey'dan bu yana, Troeltsch, Rothacker, Max Weber, K. Mannheim, Cassirer gibi düşünürlerin elinde bu metafiziksel anlamından sıyrılmış ve bugün genellikle «kültür» sözcüğüyle anlatılan şeyi karşılayan bir içeriğe kavuşmuştur. Bu anlamda örneğin Rothacker, «tin» ya da «kültür» ü, «bir insan topluluğunun tarihsel olarak oluşan ve dönüşebilen yaşam stili» olarak tanımlar. Cassirer, «kültür» ü, ancak topumsallaşma halinde ortaya çıkan ve her zaman dilimi (tarih) içinde az veya çok, ama süresi değişen bir işaret ve simgeler topluluğu olarak görür.

İşte, tarihselcilik, esas amaç olarak, bu «yaşam stili»nin, bu «işaret ve simgeler topluluğu»nun, kısacası, «kültür»ün bilgisine ulaşmak ister. Ancak, tarihselcilik için amaç, ilk planda, her türlü insan topluluğu için geçerli olabilecek genelgeçer bir «kültür» bilgisine ulaşmak da değildir. Çünkü, «kültür» belli insan topluluklarının kendilerine özgü «yaşam stilleri» olarak vardır; o, değişik insan topluluklarının değişik yaşam örgüleri olarak ortaya çıkar. Gerçi, bu değişik yaşam örgüleri arasında her insan topluluğunda rastlanabilecek benzer, yaklaşık, hatta ortak özellikler olabilir; ama buradan kalkarak tüm insan toplulukları, tüm toplumlar için geçerli olaollecek genelgeçer bir «kültür» kavramı oluşturmak ancak yapay olarak olanaklıdır. Kuşkusuz «kültür» kavramı da, doğabilimsel bir olguyu bir genel kavram altına sokarken yaptığımız gibi, genelleştirici bir yöntemle pekala ele alınabilir. Ama bu yolla elde edilecek bilgi, tek tek «kültürler» in kendilerine özgülüklerini, bireyselliklerini farkedemeyen yapay bir kurgu bilgisi olacaktır. Böyle bir kurgu bilgisine tarihselci de başvurabilir. Ama tarihselcilik için esas amaç, soyut bir «kültür» kavramı peşinde koşmaktan çok, her tarihsel dönem ve süreç içersinde insanların ve toplumların kendilerine ördükleri yaşam örgülerini, kendi teklikleri içinde, birey selleştirici bir tutumla ele almaktır. Bu yaşam örgüsünü belirleyen işaret ve simgelerin doğada karşılıkları yoktur; bunlar olgu değildirler.

Doğabilimsel anlamda olgu, doğrudan gözlem konusu olabilen şeydir ve o olgunun nedeni, yine bir başka olgudur. Gerçi, bu açıdan insan eylemleri ve toplumsal kurumlarda birer olgu olarak gözlem konusu yapılabilirler. Ama, insan eylemlerini ve toplumsal kurumları etkileyen maddi etkenler yanında, gözlem, deney gibi doğabilimsel yollarla saptayamayacağımız nedenler de vardır. İnsan eylemlerinin büyük çoğunluğu, birer olgu olarak nedenini doğabilimlerindeki gibi başka olguya dayayamayacağımız türdendirler; onlar ancak bir «anlam»a dayatılarak açıklanabilecek şeylerdirler. Namaz kılan bir insanın eylemi, doğabilimsel yöntemlere başvurulduğunda bazı fiziksel hareketlerden ibarettir. Ama bu fiziksel hareketlerin nedenim sorduğumuzda, bu hareketleri yönlendiren bir «anlam» (İslâm dini ve onun beş koşulu) olduğu görür ve olayı bu «anlam»a dayayarak açıklarız. Öyle ki, insanın bio-psişik eylemleri dışındaki hemen tüm eylemleri, toplumdan gelen ve büyük bölümüyle anlam aracılığıyla açıklanabilecek olgular durumundadırlar ve «kültür» ü yapan da, insantn «anlam» a bağlı etkinliğidir. Bu nedenle «kültür» gerçekliği, anlayıcı bir açıklamacılığı gerektirir. Ama ne var ki, bu gerçeklik hakkında güvenilir bilgi elde etmeyi engelleyen nedenler vardır. Bir kez, bu gerçeklik, doğabilimsel olgularda gördüğümüz süreklilik ve tekrar etme özelliklerine sahip değildir.

Öbür yandan, özellikle modern çağlar gözönünde tutulduğunda, hiçbir «kültür» tek basma değildir ve başka «kültürler»le etkileşim içindedir. Kültür gerçekliğine eğilen araştırmacının önünde, bu yüzden tarihin sonsuz çeşitliliği vardır. Üstelik, bu gerçekliğe eğilen araştırmacının da özel bir durumu vardır. Çünkü, kültür gerçekliğine eğilen araştırmacının kendisi de belli bir kültürel donatım içindedir. Özetle, kültür gerçekliği hakkında bilgi elde etme çabasının önünde iki temel güçlük vardır:

a) Tarihte ne olup bittiğini, değişik dönemlerde insanların, insan gruplarının hangi koşullar altında ve türlü «anlam» larla kendi tarihselliklerini (kültürlerini) oluşturduklarını hiçbir zaman yetesiye bilemeyiz. Çünkü, bir yandan bir veri yetersizliği vardır, öbür yandan bir tarihsel olayı, bir tarihsel dönemi etkileyen nedenler sonsuz denebilecek kadar karmaşık olabilir. Toplumsal olaylarda doğabilimlerinde olduğu gibi, bir ya da bir kaç etkene bağlı basit bir nedensellik zinciri oluşturma olanağı yoktur,

b) Araştırmacının kendisi, bugünün ilgi ve değerlerinin az ya da çok etkisinde olan bir kültürel donatıma sahiptir. O,konusuna eğilirken, konusu karşısında kendi kültürel donatımından tam olarak sıyrılamaz. Yani, araştırmacı, araştırmasının bugünün ilgi ve değerlerinden tam olarak kopamayarak, az ya da çok oranda yanlı ve göreli bir görüş geliştirerek başlar. Bu iki güçlükten dolayı, araştırmacı, sisler içersindeki bir gerçekliğe, bir de kendi buğulu gözlüklerinin ardından bakmak zorunda kalmaktadır. Böyle olunca, onun kültür gerçekliği hakkında elde edeceği bilgi olası bir karakter taşıyacaktır. Yine bu nedenle, onun yapabileceği, konusu hakkında hipotetik karakterli anlayıcı bir yorum sunabilmektir. Öyle ki, kültürel gerçekliği anlama çabası, yorumlayıcı bir çabadır. Üstelik bu çaba, insanların ve toplumların her tarihsel dönemde kendilerini, evreni ve toplumu nasıl yorumladıklarının da yorumunu vermek, yani bir yorum-bilgisi olmak durumundadır.

Olgucu açıdan bakıldığında, kültür gerçekliğini, «yaşam stili»ni belirleyen işaret ve simgelerin (ahlaksal, estetik, dinsel, politik ve giderek ideolojik ilke ve normlar) doğada karşılığı yoktur. Üstelik tarihselcilerin vurguladığı gibi, bunlar büyük ölçüde akılcı ölçütlere değil, akıl-dışı (irrasyonel) motivlere bağlıdırlar. Örneğin, «kendini adama» gibi dinsel bir simge ya da «fedakârlık» gibi bir ahlâk tutumu hiçbir akılcı ölçüte bağlı değildir. Bu simgeler, normlar, olgucuların dediği gibi, fiziğin ötesindedirler, sözcük anlamıyla metafizikseldirler. Bu simgelerin büyük çoğunluğu, olgucu lingüistikçüerin «buyruk kipinden dilsel deyiler» dedikleri bir tümce yapısı içinde dile getirilirler ve olgusal içerikleri olmadığından bilgi vermezler.

Bu olgucu saptamaya tarihselci de katılır. Ama ne var ki, bu simgeler, tarihselci için insan eylemlerini ve toplumu niteleyen ve dolayısıyla giderek kültür gerçekliği hakkında bilgi elde etmek için başvurulması gereken motivler durumundadırlar ve doğabilimlerinin olgucu yöntemleriyle olduğu kadar, ama daha esaslı olarak birer «anlam» taşıdıkları için anlayıcı bir bilgi ve bilim tutumu ile de ele alınması gereken nedenler durumundadırlar. Nedenler olarak bu motivler, doğabilimlerinin yöntemlerini benimseyen kurgucu bir «toplumbilim» in genelleştirici bilgi tutumu ile ve «değerleri olgu gibi ele alma» zorlamasıyla ele alındıklarında, ortaya örneğin T. Parsons'un «total kültür sistemi» türünden yapay bir şema çıkmaktadır. Oysa bu motivler, bize hiç de her türlü toplum için genelgeçer olabilecek bir şema verecek kadar süreklilik ve tekrar göstermezler. Bu motivler, her tarihsel dönemde ya da süreçte değişen, çeşitli toplumlarda çeşitli biçimlerde etkin olan, bu nedenle genelleştirici yapay kurgular yanında, bir de, ama esaslı olarak bireyselleştirici bir tutumla anlaşılması ve sonra da açıklanması gereken nedenlerdirler. İşte, tarihselcilik, insanların ve toplumların bu motivlere bağlı olarak, her dönemde ne türlü kendine özgü bir etkinlik (kültür) içinde yaşadıklarının bilgisi peşindedir.

Tarihselci için, insanlar ve toplumlar, kendilerini ve evreni, bizzat mantığı ve doğabüimi de yaratarak içeren ve onlardan etkilenmiş olan bir kültürel gözlükle tanırlar. Bilgi ve bilim, kendisini hem kendi hem de başkası sanan ilkel insan anımsandığında, özdeşliği ve dolayısıyla mantığı yaratmış olan tarihsel insanın bir başarısı, bir dışlaştırması, bir nesnelleştirmesi (objektivation)dir. Bu nedenle, bilgi-kuramcılığının baş sorunu olan «bilgi ve bilimde nesnellik» sorunu, önce, tarihsel bireyin nesnelleştirmesi olarak ortaya çıkan bilgi ve bilimde nesnellik sorunu olarak görülmelidir. Bu açıdan bakıldığında, olguculuğun bağlı olduğu doğabilimsel bilgi ve bilim, tarihsel birey olarak insanın, kendi tarihselliğini işe karıştırmamaya özen gösteren bir yönelimin (intention) ürünüdür; bir indirgemeciliğin (reduktivizm) sonucudur. Tarihselci, olguculuğu ve ona bağlı doğabilimi böyle konumlar. Bunun yaraşıra, tarihsel birey olarak insan, bizzat kendi tarihselliğine (kültüre) yönelen bir bilgi etkinliğine de muhtaçtır. Olguculuk-tarihselciiik tartışması da, daha çok, sözü edilen bu bilgi etkinliğinin niteliği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, olguculuk-tarihselcilik tartışması, geleneksel intentio recta (doğrudan, naiv yönelim) ile intentio obliqua (dönüşlü yönelim) tartışmasını da içerir görünmekteyse de, tarihselci açıdan böyle bir yönelim farklılığından sözetmek, bilgi ve bilimi tarihsel bireyin, insanın nesnelleştirmesi olarak gördükten sonra olanaklıdır. Çünkü, bilgi ve bilim, ister doğaya, ister kültüre yönelinmiş olunsun, temelde bizzat tarihsel birey olarak insanın bir refleksiyonudur. Öyle ki, örneğin doğabilimlerine mal edilen intentio recta, aslında, tarihsel bireyin doğa karşısında, doğaya kendi tarihselliğini, ilgi ve değerlerini bulaştırmamaya çalışarak takındığı bir bilgi tutumudur. (Zaten tarihselci açıdan irdelenmesi gereken önemli bir konu da burada beliriyor: Bu, tarihsel bireyin böyle bir bilgi tutumunu ne oranda gerçekleştirebildiği ya da gerçekleştirebileceği sorunudur). Tarihsel birey olarak insan, tarihsel-olmayam (doğayı) bilmek için kendi tarihseliğini yapay bir indirgemeye tabi tutmuş, algıyı ve algı bilgisini kendi tarihselliğinden yalıtma çabası içine girmiştir. Doğabilim alanındaki başarılar da, asılında onun bu yalıtıcı tutumunun ürünüdürler. Örneğin yeni-olguculuk, bu bakımdan, insanın kendi tarihselliğini evrene taşımaması, ona değerler yüklememesi konusundaki önerileri ve etkinliği ile, yine tarihsel insanın bir başarısı olarak yorumlanabilir.

Artık, tarihselciliğin olguculuğu dışlayan değil, içeren bir bilgi ve bilim tutumuna sahip olduğu söylenebilir. Tarîhselciliğin en önemli başarısı, kültür gerçekliğine olgucu refleksiyonla yönelmenin sakıncalarını ortaya koymuş olması, bu gerçekliğin anlayıcı-yorumlayıcı bir refleksiyona da muhtaç olduğunu göstermiş bulunmasıdır.

Kuşkusuz, tarihselcilik de olguculuk da, insanın çağlardan beri süregelen ve son örneklerinden birini Husserl'in fenomenoloj isinde gördüğümüz «kesin bilgi» ve «kesin bilim» özlemini gideremeyen ve ayrıca böyle bir savları da olmayan tutumlardırlar. Ama tarihselciliğin olguculuğa göre özellikle «kültür bilgisi ve bilimi» ile ilgili olarak bilgi ve bilim kavramlarının kapsamını daha geniş tuttuğu söylenebilir. Tarihselcilik, özellikle tek tek toplumların kendilerine özgü tinselliklerinin ve bu tinselliğin başka toplumlardan farklı yönlerinin anlaşılmasında, bir yandan «total kültür sistemi» kurguculuğunun, öbür yandan dar alan araştırmacılığının bu konudaki yetersizliğini gören bazı araştırmacılarca bu yüzden giderek benimsenmeye başlamıştır. Özellikle, «azgelişmiş» adı verilen ülkelerin bir bölüğünde, bu ülkelerin kendi tarihseılliklerini (tinselliklerini, kültürlerini) anlama çabalarının önünde, bu ülkelerde yaygınlık kazanmış olan «total kültür sistemi» kurguculuğunun ya da dar alan araştırmacılığının engelleyici bir işlevleri olduğu söylenebilir. Öbür yandan, örneğin günümüzde olguculuğun yalnızca bir bilgi ve bilim tutumu olmadığı, beraberinde bir olgucu kültür oluştuğunu ve bu kültürün Batı ülkelerinin bir bölüğünde ve bazı «azgelişmiş» ülkelerde, toplumsal sorunlara bakış tarzında yaygın bir yanlı algılamaya yol açtığını saptama olanağını da, bize ancak tarihselci tutum sağlamaktadır.
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP