BİLGİ VE BİLİMDE OLGUCULUK - TARİHSELCÎLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE - 3
|
Böylece Wittgenstein'da üç türlü önermeden söz edilmiş olur:
1. Evren üzerine önermeler (sentetik önermeler),
2. Mantıksal önermeler (analitik önermeler),
3. Metafiziksel önermeler.
Evren üzerine önermeler, evrene ilişkin bir durumu, şey-durumunu yansıtan, şey-durumuna «işaret eden» önermelerdir. Bu önermeler, olgulara, olaylara ilişkindir ve doğruluk ya da yanlışlıkları evrene gidilerek denetlenebilir. Bunun için de deney, gözlem, sayım yapmak gerekir. Bilim bu türlü önermeler peşindedir ve bu türlü önermelerle iş görür. Bu bakımdan bunlara «bilimsel önermeler» de denebilir. Mantıksal önermeler, doğruluk ya da yanlışlıkları evrene gidilmeden kendi içlerinde anlaşılabilen «totolojiler»dirler. «Mantık önermeleri totolojilerdir» Örneğin, «üçgen üç kenarlı şekildir» gibi. Metafiziksel önermeler ise, ne evren üzerine bilgi veren, ne de mantıksal önermeler gibi doğruluk ya da yanlışlıkları kendi içlerinde olan önermelerdir. Yani bunlar ne doğru ne de yanlıştırlar. Bu önermeler hiçbir bilgi veremezler. Bu nedenle de, aslında önerme değildirler. Ne var ki, metafiziksel önermeler, hem evrenle ilgili empirik, hem de mantıkla ilgili zorunlu bilgi türü olarak karşımıza çıkarlar. Oysa, bir önerme hem mantıksal önermeler gibi a priori, hem de evren üzerine önermeler gibi sentetik olamaz. Çünkü, Wittgenstein'a göre, «nesneler dünyasında a priori yoktur». Bu nedenle, metafiziksel önermeler aynı zamanda ne anlamlı ne de anlamsızdırlar. Anlam bakımından onların içeriği boştur, onlar yok-anlamlıdırlar. Çünkü, «anlam», bir önermenin mantıksal formundan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, «anlam», önermenin evrenden yansıttığı şeyin formu, gerçekliğin önerme içinde dile getiriliş biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, metafiziksel, önermeler, evrenle ilişkileri olmadığı halde evrenden bir şey yansıtıyormuş gibi görünen önermelerdir ve onların yok-anlamlılığını yapan da budur. İşte, bir mantıksal dil çözümlemesi olarak felsefeye düşen önemli görevlerden biri, metafiziksel önermelerle uğraşmaktır. Wittgenstein şöyle der:
«Felsefenin doğru yöntemi şu olmalıdır: Kendini anlatan şeyler adına konuşmamak; yani felsefe ile bir arada olmayan doğabilimlerinin önermeleri adma konuşmamak ve daima, birisi metafiziğe ait bir şey söylemek istediğinde, ona, önermelerindeki sözkonusu işaretlerin bir anlamı olmadığını göstermek. Bu yöntemler onun hoşuna gitmeyebilir —kendisine felsefe öğrettiğimizden hoşnut olmasa da— ama, bu yöntemler tek sağlam doğru olanı verir.»
Dilsel deyiler ile önermeler arasındaki ilişki konusunda Wittgenstein ve Schliek ile Carnap ve Neurath gibi öbür yeni-olgucular arasında bir ayrılık olduğunu belirtmiştik. Wittgenstein'da «felsefe»nin evren üzerine söz etmesi yasaklanırsa, da, Tractatus'da evren üzerine bol bol söz edildiği görülür: «Evren, olguların toplamıdır», «evren olgular aracılığıyla belirlenebilir», «objeler evrenin tözünü oluştururlar», v.b.
Aslında Wittgenstein'ın kendisi de, «felsefe»ye koyduğu görev açısından bu türden kendi önermelerinin de yok-anlamlı olduğunu itiraf eder. Ama bunlar, Popper'in deyimi ile «vazgeçilmez saçmalar» olarak korunurlar. Örneğin Wittgenstein «evren mantıksal uzay içersindeki olgulardır» der. Böylece Wittgenstein'da ne evrene gidilerek sentetik yoldan ne de bizzat mantığın kendisine başvurularak analitik yoldan denetlenebilecek bir çeşit «metafiziksel» savla karşılaşmış oluruz. Öyle ki, Wittgenstein'da Aristoteles'den beri yapılageldiği gibi, mantığı evrene taşıyan bir ontolojiden değil de, evrenin yapısı ile mantık arasındaki ilişkiyi gözönünde tutan bir başka türden ontolojiden sözedilip edilemeyeceği tartışmaya açıktır.
İşte, Carnap ve Neurath, evrenin yapısı, olgular ve şey-durumları hakkında Wittgenstein'da görülen bu «metafiziksel» öğelerden uzaklaşmayı denerler. Carnap, Evrenin Mantıksal Yapısı (1928) adlı yapıtında, evrenin yapısını ve öğelerini salt «ilişkiler ve kavramlar dizgesi» olarak yorumlamakla, Wittgenstein'daki örtülü realizmden sıyrılmaya çalışır. Gerçi bu «ilişki ve kavramlar dizgesi» bir başka «aît-yapı», yani evrenle ilgilidirler ama, onlar artık bu «alt-yapı» nın yerine konmuş, ikame edilmiş şeylerdirler. Bu ilişki ve kavramlar evrenin kendisinden değil, bireyin psikolojisinden türerler ve bu halleriyle o «alt-yapı» nın yerine konurlar. Böylece, evrenin yapısı sorunu, «real» değil «psikolojik» bir sorun haline gelir. Neurath, bu ilişki ve kavram dizgesini, Wittgenstein'in ögesel (atomsal) önermeler dediği protokol önermelerine dayatır. Protokol önermeleri doğabilimsel önermelerdir. Ama örneğin Carnap, dilin mantığını, "Wittgenstein'in örtülü realizmine bağlı şey-durumlarma dayamayı bir yana bırakır ve dilin mantığının «ancak dilsel önermeler içersinde formüle edilebileceğini» söyler; öyle ki, dilin mantığı, dilin sentaksının mantığıdır, kısacası sentaksdır. Dilin mantığı, dilsel önermeler içinde formüle edilebilir ve onun mantığı üzerine de yine dilsel önermelere başvurularak sözedilebilir. Bir önermenin analitik ya da sentetik olup olmadığından da ancak bundan sonra sözedilebilir. Önerme fiziksel şeylerle ilgili bir kullanıma sahipse sentetiktir; analitik bir önerme ise, sadece dilsel deyilerin formundan ve bu forma bağlı ilişkilerden sözeder. Bu nedenle, ister sentetik, isterse analitik olsun, her türlü dilsel deyiler, önermeler, bir sentaksın konuşudurlar. Kısacası, dilin mantığı, dilin sentaksıdır. Öyle ki, Carnap'a göre, «salt ve betimleyici sentaks, dilin matematiği ve fiziğinden başka bir şey değildir». Kuşkusuz, «dilin matematiği ve fiziği» olarak böyle bir sentaks kazanmak için, «nesnelerden sözeden önermeler (bilimsel önermeler) » ile «önermelerden sözeden önermeler (mantıksal ya da sentaktik önermeler)» arasında kesin bir ayırım yapmak gerekir. Yani, nesne dili ile meta-dil (dil üzerine konuşan dil) ayırımı yapmak zorunludur. Bu konuda, «felsefe» bir metadil olarak bilim mantığından başka bir şey değildir. Felsefe, bilimlerin dilinin sentaks alanıdır. Buradan kalkarak Carnap, doğabilimsel açıdan çözümlenemeyecek olan «geleneksel» felsefe sorunlarını ve bu sorunlarla ilgili olarak dile getirilmiş olan önermeleri «sözde (pseudo) nesne önermeleri» olarak niteler ve bu önermelerin sahte bir sentaktik kullanım alanına sıçratılmış olduklarım belirtir. Bunlar, nesnelerle ilişkileri varmış gibi görünen yanıltıcı formülleştirmelerle ilgili önermelerdir. Carnap şöyle der:
«Sözde (pseudo) nesne önermeleri öylesine formüle edilirler ki, bunların gerçeklik hakkındaki önermeler, kavramlar ve önerme grupları ile ilgileri olmaları halinde, mantıksal güçlükler ortaya çıkar... (çünkü) bunlar yine öylesine formüle edilirler ki, sanki bunların (da ya da tümüyle) nesnelerle ilgileri varmış gibidir»
İşte, tüm «metafiziksel» yanılgılar, bu «sözde (pseudo) nesne önermeleri»nin içeriksel (gerçeklikle ilgili) önermelermiş gibi kullanılmasından kaynaklanmıştır. Yeni-olguculuğun daha sonraki bir aşamasında lingüistik çözümlemecilik ile karşılaşılır. Lingüistik çozümlemecilik akımının başında da Wittgenstein'i görürüz. Ama bu kez karşımızda Tractatus yazan Wittgenstein değil, Felsefi Araştırmalar (Philosophisehe Untersuchungen) yazarı Wittgenstein vardır. Lingüistik çözümlemecüik Viyana Çevresi'nin temel tutumunu sürdürürse de, sınırsız bir «anlam» anlayışından hareket eder. Burada, artık felsefe araştırmalarında tek ölçütün doğabilimsel bir anlam ölçütü olmadığım görürüz. Öyle ki, felsefe araştırmalarının alanı, doğabilimsel olsun ya da olmasın, mevcut ya da olanaklı tüm dilsel deyileri içine alan sonsuz bir alandır. Böylece, daha önce dışlanan «metafiziksel deyiler» de yeniden felsefe araştırmalarının içine alınır, ama bu kez yok-anlamlılıklarmı saptamak için değil. Çünkü «anlam» ölçütü değişmiştir. Daha doğrusu, «anlam» konusunda tek ölçüte başvurulmaktan vazgeçilmiştir. Bir önermenin «anlam» ı artık doğabilimsel bilgi içeriğine göre saptanmaz. Çünkü, artık çeşitli «anlam bağlamlarının, çeşitli «anlam öbekleri»nin olduğu kabul edilir. Önemli olan, herhangi bir deyinin hangi «anlam bağlamı» içerisinde kullanıldığıdır. «Anlam bağlamları» sonsuz olabileceği gibi, «anlam ölçütleri» de sonsuzdur. Ama, «anlam bağlamlarımın sonsuz olması, yine de, insan düşüncesini doğabilimsel çizgiden koparmayı gerektirmez. Çünkü, örneğin J. Wisdom'a, göre, «bir felsefe yanıtı, temelde dilsel bir referanstır. Bu referanslarla yanıtlanan sorular, temelde, dilsel kullanımı hiç de bir (nesnel) duruma işaret etmediği halde bu durumun betimini geçerli kılan bir önermenin kullanım tarzına dayanılarak soru haline gelirler» Yani, her ne kadar çeşitli «anlam bağlamları» varsa da, bunlar ve özellikle felsefe kuramlarıyla ilgili «aniam bağlamları», hiç de nesnel bir duruma işaret etmezler. Bu nedenle, tüm bu «anlam bağlamları» na değişik anlam ölçütleriyle eğilmek gerekirse de, tüm bu «anlam bağlamları»nm «nesnel bir duruma» işaret edip etmedikleri de gözönünde tutulmalıdır. Wittgenstein bunu şöyle belirtir:
«Felsefenin tek bir yöntemi yoktur. Tersine, çeşitli tedavi yollarının olması gibi, çeşitli yöntemler vardır»
1. Evren üzerine önermeler (sentetik önermeler),
2. Mantıksal önermeler (analitik önermeler),
3. Metafiziksel önermeler.
Evren üzerine önermeler, evrene ilişkin bir durumu, şey-durumunu yansıtan, şey-durumuna «işaret eden» önermelerdir. Bu önermeler, olgulara, olaylara ilişkindir ve doğruluk ya da yanlışlıkları evrene gidilerek denetlenebilir. Bunun için de deney, gözlem, sayım yapmak gerekir. Bilim bu türlü önermeler peşindedir ve bu türlü önermelerle iş görür. Bu bakımdan bunlara «bilimsel önermeler» de denebilir. Mantıksal önermeler, doğruluk ya da yanlışlıkları evrene gidilmeden kendi içlerinde anlaşılabilen «totolojiler»dirler. «Mantık önermeleri totolojilerdir» Örneğin, «üçgen üç kenarlı şekildir» gibi. Metafiziksel önermeler ise, ne evren üzerine bilgi veren, ne de mantıksal önermeler gibi doğruluk ya da yanlışlıkları kendi içlerinde olan önermelerdir. Yani bunlar ne doğru ne de yanlıştırlar. Bu önermeler hiçbir bilgi veremezler. Bu nedenle de, aslında önerme değildirler. Ne var ki, metafiziksel önermeler, hem evrenle ilgili empirik, hem de mantıkla ilgili zorunlu bilgi türü olarak karşımıza çıkarlar. Oysa, bir önerme hem mantıksal önermeler gibi a priori, hem de evren üzerine önermeler gibi sentetik olamaz. Çünkü, Wittgenstein'a göre, «nesneler dünyasında a priori yoktur». Bu nedenle, metafiziksel önermeler aynı zamanda ne anlamlı ne de anlamsızdırlar. Anlam bakımından onların içeriği boştur, onlar yok-anlamlıdırlar. Çünkü, «anlam», bir önermenin mantıksal formundan başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, «anlam», önermenin evrenden yansıttığı şeyin formu, gerçekliğin önerme içinde dile getiriliş biçimidir. Bu açıdan bakıldığında, metafiziksel, önermeler, evrenle ilişkileri olmadığı halde evrenden bir şey yansıtıyormuş gibi görünen önermelerdir ve onların yok-anlamlılığını yapan da budur. İşte, bir mantıksal dil çözümlemesi olarak felsefeye düşen önemli görevlerden biri, metafiziksel önermelerle uğraşmaktır. Wittgenstein şöyle der:
«Felsefenin doğru yöntemi şu olmalıdır: Kendini anlatan şeyler adına konuşmamak; yani felsefe ile bir arada olmayan doğabilimlerinin önermeleri adma konuşmamak ve daima, birisi metafiziğe ait bir şey söylemek istediğinde, ona, önermelerindeki sözkonusu işaretlerin bir anlamı olmadığını göstermek. Bu yöntemler onun hoşuna gitmeyebilir —kendisine felsefe öğrettiğimizden hoşnut olmasa da— ama, bu yöntemler tek sağlam doğru olanı verir.»
Dilsel deyiler ile önermeler arasındaki ilişki konusunda Wittgenstein ve Schliek ile Carnap ve Neurath gibi öbür yeni-olgucular arasında bir ayrılık olduğunu belirtmiştik. Wittgenstein'da «felsefe»nin evren üzerine söz etmesi yasaklanırsa, da, Tractatus'da evren üzerine bol bol söz edildiği görülür: «Evren, olguların toplamıdır», «evren olgular aracılığıyla belirlenebilir», «objeler evrenin tözünü oluştururlar», v.b.
Aslında Wittgenstein'ın kendisi de, «felsefe»ye koyduğu görev açısından bu türden kendi önermelerinin de yok-anlamlı olduğunu itiraf eder. Ama bunlar, Popper'in deyimi ile «vazgeçilmez saçmalar» olarak korunurlar. Örneğin Wittgenstein «evren mantıksal uzay içersindeki olgulardır» der. Böylece Wittgenstein'da ne evrene gidilerek sentetik yoldan ne de bizzat mantığın kendisine başvurularak analitik yoldan denetlenebilecek bir çeşit «metafiziksel» savla karşılaşmış oluruz. Öyle ki, Wittgenstein'da Aristoteles'den beri yapılageldiği gibi, mantığı evrene taşıyan bir ontolojiden değil de, evrenin yapısı ile mantık arasındaki ilişkiyi gözönünde tutan bir başka türden ontolojiden sözedilip edilemeyeceği tartışmaya açıktır.
İşte, Carnap ve Neurath, evrenin yapısı, olgular ve şey-durumları hakkında Wittgenstein'da görülen bu «metafiziksel» öğelerden uzaklaşmayı denerler. Carnap, Evrenin Mantıksal Yapısı (1928) adlı yapıtında, evrenin yapısını ve öğelerini salt «ilişkiler ve kavramlar dizgesi» olarak yorumlamakla, Wittgenstein'daki örtülü realizmden sıyrılmaya çalışır. Gerçi bu «ilişki ve kavramlar dizgesi» bir başka «aît-yapı», yani evrenle ilgilidirler ama, onlar artık bu «alt-yapı» nın yerine konmuş, ikame edilmiş şeylerdirler. Bu ilişki ve kavramlar evrenin kendisinden değil, bireyin psikolojisinden türerler ve bu halleriyle o «alt-yapı» nın yerine konurlar. Böylece, evrenin yapısı sorunu, «real» değil «psikolojik» bir sorun haline gelir. Neurath, bu ilişki ve kavram dizgesini, Wittgenstein'in ögesel (atomsal) önermeler dediği protokol önermelerine dayatır. Protokol önermeleri doğabilimsel önermelerdir. Ama örneğin Carnap, dilin mantığını, "Wittgenstein'in örtülü realizmine bağlı şey-durumlarma dayamayı bir yana bırakır ve dilin mantığının «ancak dilsel önermeler içersinde formüle edilebileceğini» söyler; öyle ki, dilin mantığı, dilin sentaksının mantığıdır, kısacası sentaksdır. Dilin mantığı, dilsel önermeler içinde formüle edilebilir ve onun mantığı üzerine de yine dilsel önermelere başvurularak sözedilebilir. Bir önermenin analitik ya da sentetik olup olmadığından da ancak bundan sonra sözedilebilir. Önerme fiziksel şeylerle ilgili bir kullanıma sahipse sentetiktir; analitik bir önerme ise, sadece dilsel deyilerin formundan ve bu forma bağlı ilişkilerden sözeder. Bu nedenle, ister sentetik, isterse analitik olsun, her türlü dilsel deyiler, önermeler, bir sentaksın konuşudurlar. Kısacası, dilin mantığı, dilin sentaksıdır. Öyle ki, Carnap'a göre, «salt ve betimleyici sentaks, dilin matematiği ve fiziğinden başka bir şey değildir». Kuşkusuz, «dilin matematiği ve fiziği» olarak böyle bir sentaks kazanmak için, «nesnelerden sözeden önermeler (bilimsel önermeler) » ile «önermelerden sözeden önermeler (mantıksal ya da sentaktik önermeler)» arasında kesin bir ayırım yapmak gerekir. Yani, nesne dili ile meta-dil (dil üzerine konuşan dil) ayırımı yapmak zorunludur. Bu konuda, «felsefe» bir metadil olarak bilim mantığından başka bir şey değildir. Felsefe, bilimlerin dilinin sentaks alanıdır. Buradan kalkarak Carnap, doğabilimsel açıdan çözümlenemeyecek olan «geleneksel» felsefe sorunlarını ve bu sorunlarla ilgili olarak dile getirilmiş olan önermeleri «sözde (pseudo) nesne önermeleri» olarak niteler ve bu önermelerin sahte bir sentaktik kullanım alanına sıçratılmış olduklarım belirtir. Bunlar, nesnelerle ilişkileri varmış gibi görünen yanıltıcı formülleştirmelerle ilgili önermelerdir. Carnap şöyle der:
«Sözde (pseudo) nesne önermeleri öylesine formüle edilirler ki, bunların gerçeklik hakkındaki önermeler, kavramlar ve önerme grupları ile ilgileri olmaları halinde, mantıksal güçlükler ortaya çıkar... (çünkü) bunlar yine öylesine formüle edilirler ki, sanki bunların (da ya da tümüyle) nesnelerle ilgileri varmış gibidir»
İşte, tüm «metafiziksel» yanılgılar, bu «sözde (pseudo) nesne önermeleri»nin içeriksel (gerçeklikle ilgili) önermelermiş gibi kullanılmasından kaynaklanmıştır. Yeni-olguculuğun daha sonraki bir aşamasında lingüistik çözümlemecilik ile karşılaşılır. Lingüistik çozümlemecilik akımının başında da Wittgenstein'i görürüz. Ama bu kez karşımızda Tractatus yazan Wittgenstein değil, Felsefi Araştırmalar (Philosophisehe Untersuchungen) yazarı Wittgenstein vardır. Lingüistik çözümlemecüik Viyana Çevresi'nin temel tutumunu sürdürürse de, sınırsız bir «anlam» anlayışından hareket eder. Burada, artık felsefe araştırmalarında tek ölçütün doğabilimsel bir anlam ölçütü olmadığım görürüz. Öyle ki, felsefe araştırmalarının alanı, doğabilimsel olsun ya da olmasın, mevcut ya da olanaklı tüm dilsel deyileri içine alan sonsuz bir alandır. Böylece, daha önce dışlanan «metafiziksel deyiler» de yeniden felsefe araştırmalarının içine alınır, ama bu kez yok-anlamlılıklarmı saptamak için değil. Çünkü «anlam» ölçütü değişmiştir. Daha doğrusu, «anlam» konusunda tek ölçüte başvurulmaktan vazgeçilmiştir. Bir önermenin «anlam» ı artık doğabilimsel bilgi içeriğine göre saptanmaz. Çünkü, artık çeşitli «anlam bağlamlarının, çeşitli «anlam öbekleri»nin olduğu kabul edilir. Önemli olan, herhangi bir deyinin hangi «anlam bağlamı» içerisinde kullanıldığıdır. «Anlam bağlamları» sonsuz olabileceği gibi, «anlam ölçütleri» de sonsuzdur. Ama, «anlam bağlamlarımın sonsuz olması, yine de, insan düşüncesini doğabilimsel çizgiden koparmayı gerektirmez. Çünkü, örneğin J. Wisdom'a, göre, «bir felsefe yanıtı, temelde dilsel bir referanstır. Bu referanslarla yanıtlanan sorular, temelde, dilsel kullanımı hiç de bir (nesnel) duruma işaret etmediği halde bu durumun betimini geçerli kılan bir önermenin kullanım tarzına dayanılarak soru haline gelirler» Yani, her ne kadar çeşitli «anlam bağlamları» varsa da, bunlar ve özellikle felsefe kuramlarıyla ilgili «aniam bağlamları», hiç de nesnel bir duruma işaret etmezler. Bu nedenle, tüm bu «anlam bağlamları» na değişik anlam ölçütleriyle eğilmek gerekirse de, tüm bu «anlam bağlamları»nm «nesnel bir duruma» işaret edip etmedikleri de gözönünde tutulmalıdır. Wittgenstein bunu şöyle belirtir:
«Felsefenin tek bir yöntemi yoktur. Tersine, çeşitli tedavi yollarının olması gibi, çeşitli yöntemler vardır»