BİLGİ VE BİLİMDE OLGUCULUK - TARİHSELCÎLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE - 2

Böylece, yeni-olguculukta, başka alanların bilgisine olduğu kadar doğabilimsel bilgi içeriğine de sahip olduğunu savunan tüm «felsefeler», «sistemler», «metafizikler» yadsınır. Metafizik, ele aldığı sorunların çözülemezliğinden ya da insan bilgisinin gelişme süreci içinde arı olmayan bir alan haline gelmiş olmasından da ötede, öncelikle, bu sorunların ve bu sorunlarla ilgili olarak dile getirilen önermelerin gözlemlenebilir bir içeriği bulunmadığından boş-anlamlı ya da yok-anlamlı (sinnlos) oldukları söylenerek yadsınır. Hemen ardından felsefenin görevi ve alanı belirlenir. Buna göre felsefe, öbür bilimler yanında bir bilimmiş gibi ele alınamaz. Felsefenin alanı bilimlerin alanı değildir. Felsefeye kalan tek bir alan vardır o da dildir. Felsefenin görevi, kendilerine dayanarak olguları dile getirdiğimiz önermeler hakkında ve bu önermelerin dil içersindeki bağlamları üzerinde bir açıklama yapmaktır. Bu görev, bir yandan bilimlerin dili üzerinde bir çalışmayı, öbür yandan günlük dilin aydınlatılması çabasını içerir.

Yeni-olguculuğun ortaya çıkışı, aralarında Schlick, Carnap, ve Neurath'ın da bulunduğu Viyana Çevresi'ne ve bu çevreyi olağanüstü etkilemiş olan Wittgenstein'a bağlanır. Reichenbuch, Ayer ve Russell'ın da bu çevreyle ilişkileri vardır.

Wittgenstein'ın ünlü yapıtı Tractatus'da şöyle tümceler vardır:

«Doğru önermelerin tümü doğabilimlerinin tümüdür. Felsefe doğabilimlerinden biri değildir. Felsefenin hedefi, düşüncelerin mantıksal açıklamasıdır. Felsefe öğreti değil, tersine bir etkinliktir. Felsefenin sonucu 'felsefi önermeler' değil, önermeleri açık kılmaktır».

Wittgenstein'dan kuvvetlice etkilenmiş olan Schlick de şunları yazar:

«Felsefenin kendine özgü uğraşı deyiler ve deyilerin anlamlarını araştırmak ve açık kılmaktır... Herhangi bir önermenin anlamı en sonunda veriler tarafından belirlenir ve başka hiçbir şey tarafından asla belirlenmez».

Buna göre önermelerin anlamlarım yakalayabileceğimin biricik kaynak, doğabilimsel olarak gözlemleyebileceğimiz şeylerdir. Yine buna göre bir önermenin «doğru» ya da «yanlış» olmasını belirleyen şey, o önermenin doğabilimsel olarak gözlemlenebilir olguları yansıtıp yansıtmamasıdır. Bir önermeyi «doğru» yapan tek ölçüt (mantıksal önermeler, dışında), empirik anlam ölçütüdür. Schlick şöyle der:

«Bir deyi, doğru ya da yanlış olduğunu herhangi bir biçimde denetleyebileceğimiz bir ayırımı içerdiği sürece ve ancak bundan sonra verisel bir anlama sahip olur. Bir önerme doğru ise, evreni olduğu gibi yansıtır; yanlış ise, evren hakkında asla bir şey söylemez; böyle bir yanlış önerme hiçbir şey bildirmez, ben ona bir anlam yükleyemem. Denetleyici bir ölçüt, sadece ve sadece, bu ölçütün veriler içersinde bulunması halinde vardır. Çünkü 'denetlenebilir olma', 'veriler içersinde gösterilebilir olma'dan başka bir şey değildir»

Bu sözler, yeni-olguculuğun ünlü doğrulama ilkesini de böylece açıklamış olmaktadır. Mantık evrenle ilgili değildir, o dil ile ilgilidir ama, dil, «evrende karşılığı olmayan şeyler» den sözetmeye de elverişlidir. Dilin evrende karşılığı olmayan şeyler hakkında da kullanılması, aslında tüm felsefe tarihi boyunca sürdürülegelen bir yanılgıdan, yani mantığı evrene taşıma yanılgısından kaynaklanmıştır. Böylece, empirik yoldan bir denetlemeye başvurulduğunda, dilde, evrende bir karşılığı olmayan pek çok kavram ve sözcüğün bulunduğu görülür. Üstelik, bu kavram ve sözcüklere felsefe tarihi boyunca, «bilgi» değeri yüklenmiş, bunların «bilgi» içerdiğinden sözedilmiştir. Oysa «bilgi», bilimlerin işidir, felsefe bir bilgi etkinliği olamaz. Ama böylece felsefenin alanı daraltılmış değil, belki de tam tersine genişletilmiştir. Felsefe, dil üzerine bir mantık çalışması olarak, felsefe tarihinin başlangıcından beri «bilgi» içerdiği öne sürülerek dile doluşturulmuş yok-anlamlı (metafiziksel) kavram ve sözcüklerin dilden elenmesi, bunların anlamdan yoksun olduklarının saptanması işini yüklenecektir. Bunun için de yönelinmesi gereken esas alan «günlük dil»dir ve «günlük dil»in eleştirilmesiyle «bilim dili» de daha sağın bir hale gelecektir.

Totolojiler, yani mantıksal önermeler dışında «bilgi» değeri taşıyan tek önerme türü doğabilimsel deyiler, yani sentetik deyilerdir. Sentetik deyiler, evrenle ilgilidirler, evrene ilişkindirler. Ancak, bu ilişkinin niteliği konusunda Wittgenstein ve Schlick ile örneğin Carnap ve Neurath arasında bir fark belirir. Wittgenstein'da özne ve yüklemden kurulu ögesel, basit (atomsal) önermelerin nesnelerin durumunu dile getirdiği belirtilir. Önerme, nesnel durumu, şey-durumunu (Sachverhalte) dile getirir, nesnenin kendisini değil. Wittgenstein'a göre, evren birbirinden bağımsız nesnel durumlar, şey-durumları topluluğudur ve bu şey-durumları dildeki ögesel (atomsal) önermelerle çakışırlar. Tüm karmaşık (bileşik) önermeler bu türlü ögesel önermelere parçalanabilir ve bu durumda, herhangi bir karmaşık önermenin (örneğin, «A ve B yirmi yaşındadırlar» ) doğruluğu, bu karmaşık önermenin içerdiği ögesel önermelerin (örneğin, «A yirmi yaşındadır» ve «B yirmi yaşındadır») doğruluk fonksiyonu olarak ele alınır. Yani bir karmaşık (bileşik) önermenin doğruluğu, o önermeyi oluşturan ögesel önermelerin tek başlarına doğru olmaları, «yansıttıkları» nesnel duruma, şey-durumuna uygun olmalarına bağlıdır. Böylece bir önermenin doğruluğu, sembolik araçlar yardımıyla (sembolik mantık), sadece ve sadece mantıksal bir çözümleme konusu haline getirilmiş olur.

Wittgenstein, önermenin nesnenin kendisini değil de bir nesnel durumu, bir şey-durumunu dile getirdiğini, «yansıttığını» söylemekle, matik ile...evren arasında bir geçişsizlik olduğunu belirtmiş olmaz. Onun belirtmek istediği, mantığın dilsel yapılarla, önermelerle ilgili olduğudur, evrenle değil. Mantığın evrenle ilgili olduğunun sanılması, felsefe tarihini kaplayan en büyük yanılgı olmuştur. Oysa, mantık evreni bilme aracı olarak kullamlamaz. Mantık, olsa olsa, evren hakkındaki deyilerin düzenlenme alanıdır. Salt mantıksal olan analitik ve totolojik önermelerin genelgeçerlik, kesinlik ve doğruluklarını evrene taşıyamayız; mantıksal doğrular evrensel doğrular değildir. Evrenle ilgili doğru önermeler, ancak doğabilimsel önermelerdir. Wittgenstein'a göre, «doğru önermelerin bütünü, bütün doğabilimleridir (ya da doğabilimîerinin toplamıdır)» «Kesinlik», «zorunluluk», «genelgeçerlik», evrenin değil, mantıksal önermelerin (totolojilerin) bir özelliğidir. Yukarıda da değinildiği gibi, felsefe tarihi boyunca egemen olan yanılgı, mantığa ait özellikleri evrende de varsayma yanılgısı olmuştur. Yani filozoflar, dilin mantığım yanlış anlamışlardır ve yanlış kullanmışlardır. Hatta yaptıkları iş yanlıştan da ötededir. Wittgenstein şöyle der:

«Felsefi konular üzerinde yazılmış tümce ve soruların çoğu yanlış değil, tersine (daha çok) yok-anlamlıdır (sinnlos). Bu yüzden, genellikle bu çeşit soruları yanıtlayanlayız; tersine, onların yok-anlamlılığını saptayabiliriz. Filozofların pek çok soruları ve önermeleri, kendi dil mantığımızı anlamamamızdan ötürü ortaya atılmışlardır... Esrarlı sorunların aslında bir sorun bile olmadıkları hiç de şaşırtıcı değildir»

Dilin mantığını, doğru anlamak ne demektir? Wittgenstein'a göre, «felsefenin konusu düşünceleri mantık bakımından aydınlatmaktır. Felsefe bir öğreti değil bir etkinliktir. Felsefenin sonucu felsefi önermeler değil, önermelerin aydınlık kılınmasıdır. Felsefe, düşünceleri aydınlık kılıp, keskince smırlamalıdır, yoksa bu düşünceler donuk ve bulanık kalırlar»

Yinelersek, felsefe evren üzerine bilgi veren bir «öğreti» değildir. Evren üzerine bilgiyi ancak bilimler sağlayabilir, evreni bilimlere bırakmak gerekir. Felsefe bilgi vermez. Wittgenstein'a göre, felsefe tarihinde yapılan en büyük yanlışlık, felsefeye bir bilgi kaynağı olarak bakmak olmuştur. Bu yanlışlık ise, mantık ve evren alanlarını birbirine karıştırmaktan doğmuştur. Oysa Wittgenstein şöyle der:

«Mantığın evren üzerinde bir şey söylemeye hakkı yoktur», «mantık bir öğreti değildir, mantık aşkındır (trancendent)», «mantıktan yararlanarak evrenin şöyle ya da böyle olduğunu söyleyemeyiz»

Dilin mantığını doğru kavramak, önce mantık-evren ayrılığını kavramayı gerektirir. «Felsefe»nin yeniden konumlanması da buna dayanır. Bir «bilgi kaynağı», bir «öğreti» olamayacağına göre, «felsefe» nasıl bir «etkinlik» olacaktır? Bilgi elde etmek bilimlere (doğabilimlerine) ait bir iştir; felsefe bilgi elde etmeyi, evren üzerine konuşmayı bilimlere bırakmalıdır. Evren bilimlerin konusudur, felsefenin değil. Felsefe ancak dilsel yapıları, dili mantık bakımından aydınlatma işini yüklenebilir. Öyle ki, -felsefe mantıktır. Wittgenstein'a göre, «felsefenin amacı düşünceleri mantıksal yönden aydınlatmaktır», «mantığın evrenin gerçek olup olmadığı sorusuyla hiç mi hiç uğraşmadığı çok açıktır», «felsefenin tümü bir dil çözümlemesidir». Yüzyıllardır felsefeyi böyle anlamayanlar, bu alana aslında olgulardan çıkarılamayan, denetlenemeyen, evrende bir, karşılığı olmayan birçok kavram ve sözcük doldurmuşlardır. Bu yüzden, bir «dil çözümlemesi olarak felsefe»ye düşen önemli bir görev, dile doluşmuş bu türlü kavram ve sözcükleri dilden ayıklamak ve temizlemektir. "Wittgenstein'a göre «felsefe, zaten kendi başlarına bulanık ve karanlık olan önermeleri aydınlatmalı ve sınırlamalıdır.» Dil çözümlemesi olarak felsefenin yöneleceği şey de, bu durumda önerme denen dilsel yapılar, dilsel birimler olacaktır. «Önerme, belli bir şeyden sözetmesi gereken bir tümcedir» Önermeler, evrenden değil de, şey-durumlarından sözederler. Şey-durumu, önermede sözü edilen bir olgu demektir, ama olgunun kendisi değil. Bu yüzden, önerme gerçekliğin kendisi değildir. Wittgenstein'a göre, «önerme gerçekliğin betimidir (Bild)» O halde, gerçekliğin kendisi değil de, gerçekliğin betimi, yorumu, resmi, yansısı (Bild) olarak önermelerin içinde yer alması gereken alan evren değil mantıktır. Önermelerin uzayı mantıktır.
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | 6

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP