GADAMER'İN FELSEFİ HERMENEUTİĞİNDE 'ÖNYARGI' KAVRAMI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ - 1

Ramazan ERTÜRK

GİRİŞ

Biz insanları, en yakın cinsimiz olan hayvanlardan ayıran en önemli özellik, düşünebilme yetimizin ve bu yetimiz ile yaşantımız arasında bir etkileşim ilişkisinin bulunmasıdır. Nasıl yaşadığımız ile nasıl düşündüğümüz arasındaki etkileşimin olgusal olarak çift yönlü bir etkileşim olduğu kabul edilmekle beraber, biz insanlar, düşüncelerimiz ile yaşantımıza şekil vermeyi yeğler ve hatta çoğu kez de bunu gerçekleştirdiğimizi düşünürüz. Eğer bu düşüncemiz doğru ise, bundan şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Nasıl yaşadığımız, bir anlamda, nasıl düşündüğümüze bağlıdır. Bu durumda, gerek birey ve toplum ve gerekse insanlık düzeyinde—bedensel, zihinsel ve kültürel açılardan—sağlıklı bir yaşam sürmek, sağlıklı bir düşünce hayatına sahip olmaya bağlıdır.

Biz insanlar, kavramlarla düşünürüz. Yani, vücudumuzun yapı taşları hücrelerimiz olduğu gibi, düşünce hayatımızın yapı taşları da kavramlarımızda . Dolayısıyla, sağlıklı bir vücudun sağlıklı hücrelerden meydana geldiği gibi, sağlıklı bir düşünce de sağlıklı kavramlardan oluşur.

Diğer yandan, yukarıdaki analojiyi devam ettirecek olursak, vücut sağlığımızda olduğu gibi düşünce sağlığımızda da zaman zaman aksamaların olduğu bir gerçektir. Bu aksamaların mikro planda gerçekleştiği yer, kavramlanmızdır. Bu durumda yapılması gereken iş, kavramlarımızın rehabilitasyonudur. İşte düşünürlerin—özellikle felsefe ve mantıkta—zaman zaman yaptıkları şey, doğru düşünmeyi öğretmek ve böylece yanlışa düşmemizi önlemek gibi koruyucu hekimliğin yanı sıra, hasta olan kavramlarımızı rehabilite etmektir. Bu çalışmada biz, böyle bir rehabilitasyonu mercek altına alıp inceleyeceğiz. Rehabilite edilen kavram aydınlanma döneminde önemli bir hastalığa yakalanan 'ön yargı' kavramı, rehabilite eden de E.G. Gadamer.

'Ön yargı' kavramının semantik analizi ile başlayacak olan çalışmamız, ikinci olarak, Gadamer'in —rehabilitasyon işlemini de içeren—'önyargı' anlayışını ortaya koyacak, son olarak da bu anlayışın değişik konulardaki bazı implikasyonîarmı dile getirecektir. Gadamer'in 'ön yargı' kavramının bir bakıma sonuçları—ya da düşündürdükleri—olarak çalışmanın son bölümünde dile getirilecek olan hususların, üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken önemli noktalar olduğunu belirterek çalışmamıza geçelim.

I- KAVRAMIN SEMANTİK ANALİZİ

'Ön yargı' kavramı, kökünde yer alan 'yargı' kelimesinin başına 'ön-' eki getirilerek yapılmış bir kelime olması nedeniyle, yapılacak bir analizin, bu kök kelimeden başlaması gerekmektedir. Dolayısıyla, biz de analizimize buradan başlıyoruz.

1) 'YARGI' VE 'ÖN YARGI' KAVRAMLARI

Yargı: Yargı kavramı, zihnimizin herhangi bir şey hakkında ya da herhangi bir konuda karar verme eylemini ifade etmek için kullandığımız bir kavramdır. Felsefî olarak ele alınacak olursa, bu zihin eylemi, genellikle iki düzeyde gerçekleşmektedir: Algısal düzey ve Önermesel düzey. Durum böyle olunca, 'yargı' kavramı da bu düzeylere göre iki anlama sahip olmaktadır.

(a) 'Yargı' Kavramının Algısal Anlamı: Bu düzeyde 'yargı' kavram;, algımıza sunulan bir objenin, zihin kategorilerinden herhangi birinin altına yerleştirilmesi zihinsel eylemini ifade eder. Burada yapılan şey, sunulan objeyi 'tanıma'—yani, onun ne olduğu konusunda bir yargıda bulunma—eylemidir.

(b) 'Yargı' Kavramının Önermesel Anlamı: Bu düzeyde 'yargı' kavramı, iki veya daha fazla terim ya da kavram arasında bulunabilecek herhangi bir ilişkiyi doğrulayan ya da yanlışlayan zihin eylemini ifade eder. Burada yargı, zihnin kavramlar arasında kurduğu bir bağıntı ya da ilişkiye verilen addır.

Ön yargı: Bu kavram, herhangi bir şey, durum ya da konu hakkında, henüz durum yada konuyu belirleyen tüm unsurları incelemeden, lehinde ve aleyhinde olabilecek delilleri yeterince araştırmadan, daha konunun hemen başlangıcında verilen doğru veya yanlış hüküm ya da yargıyı ifade eder.

Bir kavramın analizi yapılırken—sözlük anlamına ve ait olduğu teknik terminoloji çerçevesinde ifade ettiği anlama ilave olarak—incelenmesi gereken bir unsur da, o kavramın tarihsel semantiğidir—yani, söz konusu kavramın bugün ifade ettiği anlamı kazanıncaya kadar geçirdiği süreçtir. Burada süreç kelimesi ile kastedilen şey, o kavramın bugünkü anlamını kazanıncaya kadar geçirdiği serencâmi ve bu esnada etkin rol oynayan faktörleri içeren tarihsel arkaplandır. Kuşkusuz, bugün kullandığımız 'ön yargı' kavramının da, onun bugünkü anlamını kazanmasında son derece önemli rol oynayan bir tarihsel arkaplanı bulunmaktadır. Şimdi işte bu arkaplanı incelemeye geçiyoruz.

2) TARİHSEL ARKAPLAN: AYDINLANMA DÖNEMİNDEN DEVRALINAN MİRAS OLARAK 'ÖN YARGI' KAVRAMI

Bugünkü anlamı itibariyle ön yargı kavramı, zihinde pek çok çağrışımı canlandıran—deyim yerindeyse—negatif yüklü bir kavramdır. Aşağıda detaylı olarak ele alacağımız gibi, ön yargı kavramı, sahip olduğu bu negatif yükü ve yaptığı olumsuz çağrışımların tamamını, aydınlanma döneminde kazanmıştır.

Aydınlanma düşüncesinin en temel prensiplerinden biri şu idi: Biz, bir konuyu incelerken, zihnimizi tüm ön yargılardan temizlemeli ve incelememizi, herhangi bir ön yargının etkisinde ya da ona bağımlı kalmaksızın (yani, her türlü ön yargıdan bağımsız ve) objektif olarak gerçekleştirmeliyiz. Bu ön yargının, bir otorite, önceden öğrendiğimiz bilgilerimiz, belli bir gelenek içinde olmamız veya başka herhangi bir şey (yani, yapmakta olduğumuz incelemeyi bir ön yargı olarak etkileyebilecek herhangi bir şey) olması farketmeyecektir.

Şu halde, aydınlanma düşüncesinin öngördüğü şekilde bir bilimsel inceleme ve araştırma yapmak istiyorsak, yapacağımız incelemeyi şu veya bu şekilde etkileyebilecek kanaat, değer yargısı, bakış açısı vs. gibi her türlü şeyden kurtulmamız ve incelememizi mutlak akıl çerçevesinde gerçekleştirmemiz gerekecektir. Diğer bir deyişle, inceleyeceğimiz meseleyi 'objektif' olarak ya da 'olduğu gibi' ele almalı ve öylece incelemeliyiz. İncelemede herhangi bir ön yargının işe karışması objektifliğe zarar verecek, meselenin 'olduğu gibi' değil de 'olduğundan farklı olarak' ortaya konulmasına—yani, bir anlamda 'çarpıtılmasına'—neden olacaktır. Aydınlanma düşüncesinin 'önyargı'ya karşı olan bu ısrarlı negatif tavrı, sonuçta, modern bilimsel yöntemin vazgeçilmez özelliği olan 'objektiflik' şeklinde kendini göstermiştir.

Aydınlanma düşüncesinin bu temel yaklaşımından çıkan ön yargı kavramının bir resmini çizecek olursak, onu kısaca şu şekilde tasvir edebiliriz: Önyargı, incelemelerimizin objektifliğini bozan (yani, onlara sübjektiflik katan) ve meseleyi olduğundan farklı gösteren (yani, onu çarpıtan) bir unsurdur. Dolayısıyla, o, en küçük kırıntısı dahi kalmaksızın zihnimizden temizlenip atılması gereken bir baş belasıdır.

İmdi, Gadamere göre, aslında hem olumlu hem de olumsuz çağrışımlara sahip olan ve hem pozitif hem de negatif yükü bünyesinde taşıyan ön yargı kavramının, aydınlanma düşüncesi tarafından olumlu çağrışımları ve pozitif yükünün zihinlerden silinerek sadece olumsuz çağrışımlara sahip olan negatif yüklü bir kavram haline getirilmesinin arkasında yatan neden şu idi: Aydınlanma dönemine gelinceye kadar, ağırlıklı olarak dinî renkli olan gelenek, hemen her konuda etkisini gösteriyor, her türlü inceleme, yaklaşım ve bakış açısında etkin bir ön yargı rolü oynuyordu. Bu nedenle, geleneğin bir eleştirisinin yapılması ve hatta zihnimizden atılmak suretiyle de belirleyici ön yargı rolüne son verilmesi gerekiyordu. Başka bir deyişle, aydınlanma düşüncesinin ön yargıya olan bu düşmanlığının arkasında, aklın, ağırlıklı olarak dinî renkli olan geleneğe isyanı yatıyordu. Eğer aydınlanma düşüncesi bu amacını gerçekleştirirse, geleneğin yerini akıl alacak, mitos Logos'un hakimiyeti altına girecekti. Böylece, her türlü otoritenin nihâî kaynağı akıl olacaktı.

Peki bu ne anlama geliyordu? Bu, şu anlama geliyordu: Gelenek, geçmişten günümüze kadar gelen her türlü unsuru içinde barındırdığı için, bir anlamda geçmişi ve eskiyi temsil etmekte; akıl ise şu ânı, bugünkü anlayışı ya da yeniyi temsil etmektedir.

Aydınlanma düşüncesinin gerçekleştirmek istediği şey, aslında, geçmişin otoritesini günümüze taşıyan gelenek ile aklın otoritesine dayanan günümüz anlayışı arasındaki mücadeleyi, günümüz anlayışının kazanması ve böylece her konuda aklın otoritesinin hakim olmasının sağlanmasıdır.

II- GADAMER'İN 'ÖN YARGI' ANLAYIŞI

Gadamer aydınlanma düşüncesinin şekillendirdiği bu ön yargı anlayışına kökten karşı çıkar ve onun yerine, onunla taban tabana zıt olan bir ön yargı anlayışı sunar. Ona göre, aydınlanmacı ön yargı anlayışının ciddi sorunları—hatta çelişkileri—vardır. O, bu sorunları, iki temel madde halinde toplayarak şu şekilde belirtir:

(1) Aydınlanma, bugünü asıl kabul ederek geçmişi reddetmek istemektedir. Fakat bu ne derece doğrudur? Bugünkü anlayışın geçmiştekinden daha doğru olduğunun kanıtı nedir?

Bir kere şunu belirtelim ki, bir gelenek içinde bulunmak, mutlak surette, bireyin, kurtulunması mümkün olmayacak şekilde geleneğin belirleyici taarruz ve tasallutuna, bunun sonucu olarak da özgürlüğünün kısıtlanması eylemine, maruz kalacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla, aydınlanma« yaklaşımın geçmişi ve onu temsil eden geleneği reddetmesinin arkasındaki neden olan 'geçmişin mutlak belirleyiciliği' varsayımı doğru değildir. Kaldı ki, geçmişin ya da geleneğin otoritesi birey üzerinde etkin bir ön yargı rolü oynasa dahi, bu, onun 'doğruluk kaynağı' olmayacağı anlamına gelmediği gibi, olmasını da engellemez. Diğer bir deyişle, ön yargılar, mutlak surette 'haklı olmayan', 'yanlış' bir takım unsurlar olmaları nedeniyle hakikati mutlaka çarpıtan şeyler değillerdir. Bizim ön yargılarımız, geçmiş ile aramıza girip onunla bağlantımızı kesen değil, tam tersine, geçmişi bize ilk olarak açan unsurlardır. Onlar, insanın sonluluğuna uygun ve paralel olan tarihsel anlamayı mümkün kılan pozitif şartı oluşturmaktadırlar. Josef Bleicher'ın deyimiyle, ön yargılar, 'anlamanın verili ufku'nu oluştururlar. "İşte aydınlanmacının—gelenek de dahil—her türlü otoriteyi toptan reddederken göremediği nokta burasıdır."

Ayrıca, her türlü ön yargıdan bağımsız olmayı tavsiye eden aydınlanma düşüncesi, bugünü esas alıp geçmişi eleştirdiğinde kendisiyle çelişmiyor mu? Yani, geçmişin belirleyici olması ön yargı oluyor da bugünün belirleyici olması ya da esas alınması ön yargı olmuyor mu? Geleneğe ya da geçmişe karşı alınan bu tavır bir çifte standart değil midir?

(2) Teorik olarak kulağa çok hoş gelen 'her türlü ön yargıdan bağımsız olma' eylemini pratikte gerçekleştirmek hiç de mümkün görünmemektedir. Çünkü insan aklı, kendisini içinde bulduğu şartlar çerçevesinde işlemektedir. Bu şartlar ise, gerek tarihsel açıdan gerekse toplumsal, coğrafî, ekolojik, vs. bakımlardan çoğunlukla insanın iradesi dışında oluşmaktadır. Yani, insan, iradesi dışında oluşan bu şartlara bir bakıma mahkum ve mecbur olmaktadır. İstese de istemese de, en azından tarihsel açıdan içinde bulunduğu devrin şartlan çerçevesinde hareket etmek mecburiyetindedir.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP