Şeyh Bedrettin - VARİDAT - 6
|
Allah Teâlâ, Kur’ân’da buyurmuştur ki: "Yağmur suyunu indirir ve onunla her türlü ürünü yemişleri yetiştiririz; ölüleri de bunun gibi diriltip, çıkarırız; belki bundan ibret alırsınız." Bu da iki çıkış arasında fark bulunmadığım gösterir. Kıyamet günü dirilen cesetle çürüyen vücut arasında hiç bir bağlantı bulunmadığına işarettir. Keza aynı şekilde yerde çürüyen ürünlerle yeni yetişen ürünler arasında bir bağlantı yoktur; sadece benzerlik vardır.
Yüce Allah kitabında: "Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir," buyurmuştur. Bu âyet, dünyanın üst ile altı ve görünen ile görünmeyeni bir kişiye benzediğine işaret ediyor. Nesnelerin çeşitli olması, tıpkı inşanı oluşturan üyeler gibidir. Nasıl ki üyelerin çeşitli olması insanın birliğini bozmuyorsa, nesnelerin çeşitli olması da dünyanın birliğini bozmaz. Zira dünya Hakk’ın görüntüsüdür. Bu işin temeli spor ve uğraşıya bağlıdır; sabit tutkularla ilgisi yoktur. Tutkulardan kurtulmak için harcanan çabalar çağ ve zamanlara göre değişebilir. Bundan dolayı da şer’î hükümler yasalar da değişebilir. Peygamberlerin hal ve tavırları bunun isbatıdır. Bütün peygamberler hak yolundadırlar; aralarındaki yolların farklı olması onları haksız gösteremez.
"Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen cennete girer. Bu sözü söylemenin birkaç anlamı vardır:
1- Genel olarak bilinen huri, köşkler ve benzerleri anlamındadır.
2- Savaş sırasında esir alınan kâfirlerin malları ve canları alındığı için, bu sözleri dile getiren kâfir bu durumlardan kurtulur ve güvenliğe kavuşur. İşte bu durum cennet sözüyle ifade edilmiştir.
3- Burada kişi, bu sözlerle kendini, malını ve ailesini korumak için kullanmış ve böylece cennete girmiştir.
4- Her iki dünyada ve kâinatta da Allah’tan başka bir varlık bulunmadığını bilen kişi, duyulan varlıklardan kurtulmuş olup, cennete girmiş sayılır.
5- Kendi kendine gerçekleşen ve varlığından kurtulan kişi, karanlık ve cehennemi varlığından kurtulmuş sayılır ve ebedî olan cennete girmiş olur ve orada korunur.
6- Her iyi duruma cennet ve her kötü duruma cehennem adı verilir. Birlik durumu iyi ulu bir durumdur. Allah’a şirk koşma durumu ise, kötü bir durumdur. "Allah’tan başka tapılacak varlık yoktur" diyen kişi, kötü durumdan iyi duruma geçer.
7- "Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen ve açıkça görülen, duyulan putlara tapmaktan vazgeçip, duyularla ilgisi bulunmayan ve görülmeyen Allah’a yönelen kişi, duyularla ifade edilemeyen Allah’a ulaşır. Bu durum cennet ile ifade edilmiştir.
İşte bu içle ilgili yedi durum böylece tamamlanmıştır. Kur’ân’ın da içi ve dışı vardır ve iç kısmının da yedi izahı vardır.
Allah’ın selamları onlara olsun Peygamberlere de kelimelerin anlamları bildirilmiştir. Şunu bilesin ki, hem dünya hem de âhiretle ilgili her iyi ve yüce duruma cennet denilir ve aynı şekilde de, ateş, yılanlar, akrepler ve zakkumdaki durumlara kötü ve alçak dur tunlar denilir. Kitaplarda nitelendirilenler ve sözü edilen hurilerle köşkler ve diğerleri söylediklerimizin örnekleridir görüntüleridir. Bunların görüntü olduğunun deliline gelince, şöyle izah edilebilir: Kişi rüyasında kendini bir bağ veya yüksek bir köşkte görürse, bundan yücelik elde edeceği ve amacına ulaşacağı anlamı çıkarılır. Rüyalarda görülen görüntüler, âhiretteki görüntülerin cinslerindendir. Zira uyku, kısa ölüm gibidir ve uykuda görülen rüyalar, âhiret görüntüleri cinsindendir. Böylece âhiret, cennet, huriler ve köşkleri iyi tanı ve dikkatli ol, aldanma!
Bundan böyle okuyup, anlayıp ve inandıktan sonra salon ciddiyetini, harcamış olduğun çabaları ve çalışmalarını bırakma. Zira bilimler, buluşlar, olgunluklar, yükseltici durumlar ve üstün mertebelerin menşe’i bu çalışmalara bağlıdır. Herhangi bir kişi yanılıp "Dünya, âhiret, huriler, köşkler ve cennet böyleyse, gereği yoktur" derse, katli mubahtır. Çünkü o delalete düşmüştür.
Şunu bil ki, kıyamet ekâbirler nezdinde(büyükler yanında) zatın ortaya çıkışın ve nitelikler saltanatının son bulması anlamına gelmektedir. Dilersen, ölen kişi için, kıyameti başlamıştır diyebilirsin. Yeniden dirilme aynısının tekrarıdır. Allah sözlerinde tam olarak belirtildiği gibi, ateş ve cahillikten sakınınız. Her peygambere vahiy yolu ile gelen bilgilerin tümü doğrudur ve her yönüyle amaçlananı içine alır.
Peygamber efendimizin döneminde bazı kişiler, bilmen kıymetin gerçekleşeceğini, Deccal’in ve Dabbetü’larz’ın ortaya çıkacağını bekliyorlardı ve bunların zamanlarında gerçekleşeceğini zannediyorlardı. Bu beklentileri kitaplarda da belirtilmiştir. Daha sonra gelenler bu durumların kendi dönemlerinde gerçekleşeceğini sandılar ve bu hususta kitaplar yazanları da oldu. Bazıları bu olayların üçyüzüncü yıl içinde cereyan edeceğini, bazıları ise, Mehdi’nin ve Hâtemül‐vilâye’nin çıkışıyla birlikte yedi yüzyıl ile sekiz yüzyıl arasında gerçekleşeceğini ileri sürdüler. Hâlbuki peygamber efendimizin zamanından bugüne dek sekiz yüz yıl gelip geçtiği halde, onların söyledikleri ve câhil halk tabakasının tahayyül ettiği gibi herhangi bir olay gerçekleşmedi. Bunların söylediklerinden hiç biri yıllar geçse de gerçekleşmeyecek ve iddia ettikleri gibi ölü cesetler dirilmeyecektir. Toz duman ortadan kalkınca, altındakinin eşek mi yoksa at mı olduğunu göreceksin.
Ulu Tanrı, "Oysa Allah onları ardlarından çevirmiştir" buyurmuştur. Benzetmek gibi olmasın, Zeyd nasıl bütün yönleriyle gövdesindeki üyeleri kaplıyorsa, Allah da bütün dünyayı kaplamaktadır. Zeyd’in gövdesinin her üyesi, onun isteğiyle kıpırdar ve iş yapar. Bu üyeler Zeyd’in açık görünüşüdür, O istediği biçimde her üye ortaya çıkar. Mesela elde tutmak, ayakta yürümek, dilde konuşmak ve kulakta dinlemek gibi işler, bu türlerdendir. Buna dayanarak konuşan duyandır, yürüyendir, tutandır ve bu kişi Zeyd’dir. Zeyd bütün bu işleri bir bütün olarak yerine getirmekte; çünkü o, bölünmeyi kabul edemez. Görmüyor musun?
Zeyd birini dövdüğü zaman, dövülen kişi, beni Zeyd dövdü der. Fakat Zeyd’in eli dövdü diyemez. Zira Zeyd bölünemez bir bütündür. Fakat el gövdede görünüş alanına çıkmıştır. Bu bedene Zeyd denmiştir, çünkü duygu yönünden arada fark yoktur. Yoksa gerçek Zeyd sözünü ettiğimizdir. Zeyd’in bütün üyeleri konuşur, döver, duyar veya yürürse, işler bölümlere ait değil, bütüne aittir. Mesela her bölüm bir bütün olarak ben Zeyd’im dese, bu durum Zeyd’in çokluk halinde bulunmasını gerektirmez. Yüce Allah’ın da böyledir. Benzetmek gibi olmasın, beden nasıl Zeyd’in görüntüsü ise, dünya da Allah’ın görüntüsüdür. Bundan dolayıdır ki, bütün işler ona isnat edilir. Allah’tan başka söyleyen, duyan, hareket eden ve iş yapan yoktur.
Yüce Allah "Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar, bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik," buyurmuştur. Bu da şu demektir: Varlığı duyulanlar yolumuzda uğraşıp, çaba harcasaydılar onlara mülk ve melekût âlemlerinin yollarını açardık; her iki âlemin gerçeklerini aydınlatan ilâhi ilham ve bilgileri kolayca verirdik. Gökler melekutün ve yeryüzü de mülkün belirtileridir. İnsan konuşan nefis ve bedenden ibarettir ve her birinin rızkı ve gıdası vardır. İnsan nasıl bedeninin bölümleri için uğraşıyorsa, aynı biçimde ruhunun bölümleri için de uğraşmalıdır. Akıllı kişi odur ki, ruhunun rızkı için koşar. Bunun aksini yapan hüsrana uğrar. Hazreti Peygamber, "Çağınızın günlerinde Allah’ın solukları vardır; çalışın ve onları kazanmaya bakın" demiştir. Bunların anlamlarıyla olgun kişilere dair belirtiler bulunduğunu anladım. Hazreti Peygamber, "Kişi sevdiği toplumdan sayılır", demiştir. Zira nesneye yaklaşan nesne ile belirlenir. Buraya kadar yazılanlar, Allah rahmet etsin Şeyh Bedreddin Simavnalı’nın "Varidât" adlı eserinden yazılmıştır.
Her Peygamber ve veliye yaşadığı çağda karşı çıkılır, inkâr edilir ve ona pek az kişi inanır. Fakat ölümünden sonra ismi ebedileşir, insanların çoğu ona inanmaya başlar ve sevmeye yönelirler. Acaba bunun sırrı nedir?
Buna cevap olarak şunları söylüyorum: İlk olarak onu kıskananlar, ona karşı çıkar, etrafa hakkında kötü dedikodular yaymaya başlarlar. Bu dedikodular halkın fikrini karıştırır ve inançlarını azaltır. Ölümle birlikte ceset ölür; fakat gerçek olağanüstü anlamlar kalır ve böylece sevilir ve ona inananlar artar.
İkincisi ise, peygamber veya veli onlarla birlikte yaşarken onu görür, konuşur ve içli dışlı olurlar. Bundan dolayı da, aradaki sevgi ye inanç özelliği zayıflar.
Üçüncüsüne gelince, Gerçek aşamalı olarak ortaya çıkar.
Dördüncüsü de, daha önceki hususlardan güçlü olup, insanlar peygamber ve velilerin normalin dışında oldukları kanısında yanılıyorlar. Onları yemek yerken ve çarşılarda yürürken gördükleri için şaşırıyorlar ve o da bizim gibi insandır diyorlar. Onlar peygamberin yemek yememesi, çarşıda yürümemesi ve bizim gibi insan olmaması düşüncesindeydiler. Böyle sandıkları için âyetlere de dil uzattılar. Onların düşüncesine göre Kur’ân’da peygamberin olağanüstü işler yapabileceğini söylüyor.
Onlar ayrıca peygamberin istediklerini yerine getirebileceğini de talep etmektedirler; onu böyle görmeyince, tıpkı daha önceki çağlarda yaşayan benzerleri gibi, peygamberleri inkar etmeye başlarlar. Onların bu tutumları çürük iddialara dayanıyordu. Belli bir zaman geçtikten sonra, akılları eksik olanlar, çağlarındaki olgun kişileri inkâr ederler; hâlbuki daha önceki olgun kişileri de görselerdi, yine inkâr edeceklerdi. Şimdi yaşayanlar da, onlar gibidir. Bu tür olağanüstü niteliklerin peygamber ve velilerde bulunmasına dair beyinlerinde yerleşen düşünce sahipleri bu düşüncelerden vazgeçemiyorlar. Hâlbuki bu düşünceler şimdi olmayacağı gibi, gelecekte de gerçekleşemez. Onların şimdiki velileri inkâr edip, geçmiştekilere inanmaları bundandır.
Allah daha iyi bilir, sıradan kişilerin ibâdeti bir alışkanlıktır; henüz yolun başlangıcında olanların ibâdeti ise, bir korku ve temennidir; yolun ortasındakilerin ise, yüce makamlara ve kerametlere erişmektir. Yolun sonuna varmış olanlara gelince, onlarınki şeriatın sınırlarını korumaktır. Allah’a varmak için sarfedilen çaba ve çalışmalarla ona yönelmenin sonu yoktur. Zira Allah’a dair bilgilerin ve Allah yolunda yürümenin sonu gelmez ve o yolda yürümenin de sonu yoktur. Daha önce söylenenler Allah yolundaki çaba ve uğraşılara dair değildi. O söylenenler sadece bazı ibadetler ve lüzumsuz işler için geçerlidir. Sırf Allah’a yönelmek, zihin açıklığı ve düşünmeyi gerektirir. İnsanlar Allah’ı tam anlamıyla bilselerdi, ona sadece sayılı kişiler ibadet etmezdi. Fakat Allah gönüllerini mühürledi, onlar da kendi istek ve tahayyüllerine göre nesnelere ibâdet ettiler. Aslında gerçek bu değildir; fakat bunda bir hikmet vardır ve böyle olması gerekir.
Savm‐i visal hiç iftar etmeden birkaç gün oruç tutmak mekruh değildir; yasaklanması ise, haram olmasından ileri gelmemiştir; fakat bu yasaklama bir yumuşatma ve koruma içindir. Bu yasak lehimizedir, aleyhimize değildir. Böylece yasak, haram değil; ama insanları korumayı amaçlamaktadır. Fıkıh usulünde de belirtildiği gibi, bu oruç tutulabilir ve bırakılabilir. Zorlama yoktur.
Allah buyurmuştur ki, "İçinizden adalet sahibi kişileri şahit gösterin". Fakat bununla kesin bir emir yoktur; sadece korumak ve şefkat anlamını taşır. Şahit göstermeyen kişi ne suç işlemiş sayılır, ne de Allah’ın emrine karşı gelmiş olarak gösterilir. Savmi visal da böyledir; tutan kişi için mekruh sayılmaz. Müslim, Enes ibn Mâlik’ten aktardığı hadisi şerifte de bu hususu belirtilir. Allah’ın selamı ona olsun Peygamber’e, bazı Müslümanların İbn Mâlik gibi Ramazan bittiği halde oruçlarına devam ettikleri haberi gelmiş; o da, bunun üzerine "Ramazan uzasaydı da, iftar etmeyip oruçlarını uzatan kişiler bundan vazgeçseydiler"; diye buyurmuştur. Bu da fazla orucun haram veya mekruh olmadığını gösterir. Zîrâ eğer böyle bir durum olsaydı, Peygamber bunu yasaklardı ve hoş karşılamazdı. Peygamberin yasaklamayışı, bu orucun tutulabileceğini gösterir. Kendisinde bu orucu tutabilecek güç bulan kişi tutabilir ve sevap elde eder. Nitekim Hazreti Ebu Bekr’in altı gün, Abdullah bin Zübeyr’in yedi gün, geçmişteki salih kişilerin kimisi üç, kimisi yirmi beş ve kimisi de kırk gün iftar etmeden oruç tuttukları söylenmiştir. Kırk gün aralıksız oruç tutanlar için, melekût âleminden bir güç onlara görünür ve bazı ilâhi sırları keşfeder demişler.
Yüce Allah kitabında: "Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve tekrar dirilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir," buyurmuştur. Bu âyet, dünyanın üst ile altı ve görünen ile görünmeyeni bir kişiye benzediğine işaret ediyor. Nesnelerin çeşitli olması, tıpkı inşanı oluşturan üyeler gibidir. Nasıl ki üyelerin çeşitli olması insanın birliğini bozmuyorsa, nesnelerin çeşitli olması da dünyanın birliğini bozmaz. Zira dünya Hakk’ın görüntüsüdür. Bu işin temeli spor ve uğraşıya bağlıdır; sabit tutkularla ilgisi yoktur. Tutkulardan kurtulmak için harcanan çabalar çağ ve zamanlara göre değişebilir. Bundan dolayı da şer’î hükümler yasalar da değişebilir. Peygamberlerin hal ve tavırları bunun isbatıdır. Bütün peygamberler hak yolundadırlar; aralarındaki yolların farklı olması onları haksız gösteremez.
"Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen cennete girer. Bu sözü söylemenin birkaç anlamı vardır:
1- Genel olarak bilinen huri, köşkler ve benzerleri anlamındadır.
2- Savaş sırasında esir alınan kâfirlerin malları ve canları alındığı için, bu sözleri dile getiren kâfir bu durumlardan kurtulur ve güvenliğe kavuşur. İşte bu durum cennet sözüyle ifade edilmiştir.
3- Burada kişi, bu sözlerle kendini, malını ve ailesini korumak için kullanmış ve böylece cennete girmiştir.
4- Her iki dünyada ve kâinatta da Allah’tan başka bir varlık bulunmadığını bilen kişi, duyulan varlıklardan kurtulmuş olup, cennete girmiş sayılır.
5- Kendi kendine gerçekleşen ve varlığından kurtulan kişi, karanlık ve cehennemi varlığından kurtulmuş sayılır ve ebedî olan cennete girmiş olur ve orada korunur.
6- Her iyi duruma cennet ve her kötü duruma cehennem adı verilir. Birlik durumu iyi ulu bir durumdur. Allah’a şirk koşma durumu ise, kötü bir durumdur. "Allah’tan başka tapılacak varlık yoktur" diyen kişi, kötü durumdan iyi duruma geçer.
7- "Allah’tan başka tapılacak yoktur" diyen ve açıkça görülen, duyulan putlara tapmaktan vazgeçip, duyularla ilgisi bulunmayan ve görülmeyen Allah’a yönelen kişi, duyularla ifade edilemeyen Allah’a ulaşır. Bu durum cennet ile ifade edilmiştir.
İşte bu içle ilgili yedi durum böylece tamamlanmıştır. Kur’ân’ın da içi ve dışı vardır ve iç kısmının da yedi izahı vardır.
Allah’ın selamları onlara olsun Peygamberlere de kelimelerin anlamları bildirilmiştir. Şunu bilesin ki, hem dünya hem de âhiretle ilgili her iyi ve yüce duruma cennet denilir ve aynı şekilde de, ateş, yılanlar, akrepler ve zakkumdaki durumlara kötü ve alçak dur tunlar denilir. Kitaplarda nitelendirilenler ve sözü edilen hurilerle köşkler ve diğerleri söylediklerimizin örnekleridir görüntüleridir. Bunların görüntü olduğunun deliline gelince, şöyle izah edilebilir: Kişi rüyasında kendini bir bağ veya yüksek bir köşkte görürse, bundan yücelik elde edeceği ve amacına ulaşacağı anlamı çıkarılır. Rüyalarda görülen görüntüler, âhiretteki görüntülerin cinslerindendir. Zira uyku, kısa ölüm gibidir ve uykuda görülen rüyalar, âhiret görüntüleri cinsindendir. Böylece âhiret, cennet, huriler ve köşkleri iyi tanı ve dikkatli ol, aldanma!
Bundan böyle okuyup, anlayıp ve inandıktan sonra salon ciddiyetini, harcamış olduğun çabaları ve çalışmalarını bırakma. Zira bilimler, buluşlar, olgunluklar, yükseltici durumlar ve üstün mertebelerin menşe’i bu çalışmalara bağlıdır. Herhangi bir kişi yanılıp "Dünya, âhiret, huriler, köşkler ve cennet böyleyse, gereği yoktur" derse, katli mubahtır. Çünkü o delalete düşmüştür.
Şunu bil ki, kıyamet ekâbirler nezdinde(büyükler yanında) zatın ortaya çıkışın ve nitelikler saltanatının son bulması anlamına gelmektedir. Dilersen, ölen kişi için, kıyameti başlamıştır diyebilirsin. Yeniden dirilme aynısının tekrarıdır. Allah sözlerinde tam olarak belirtildiği gibi, ateş ve cahillikten sakınınız. Her peygambere vahiy yolu ile gelen bilgilerin tümü doğrudur ve her yönüyle amaçlananı içine alır.
Peygamber efendimizin döneminde bazı kişiler, bilmen kıymetin gerçekleşeceğini, Deccal’in ve Dabbetü’larz’ın ortaya çıkacağını bekliyorlardı ve bunların zamanlarında gerçekleşeceğini zannediyorlardı. Bu beklentileri kitaplarda da belirtilmiştir. Daha sonra gelenler bu durumların kendi dönemlerinde gerçekleşeceğini sandılar ve bu hususta kitaplar yazanları da oldu. Bazıları bu olayların üçyüzüncü yıl içinde cereyan edeceğini, bazıları ise, Mehdi’nin ve Hâtemül‐vilâye’nin çıkışıyla birlikte yedi yüzyıl ile sekiz yüzyıl arasında gerçekleşeceğini ileri sürdüler. Hâlbuki peygamber efendimizin zamanından bugüne dek sekiz yüz yıl gelip geçtiği halde, onların söyledikleri ve câhil halk tabakasının tahayyül ettiği gibi herhangi bir olay gerçekleşmedi. Bunların söylediklerinden hiç biri yıllar geçse de gerçekleşmeyecek ve iddia ettikleri gibi ölü cesetler dirilmeyecektir. Toz duman ortadan kalkınca, altındakinin eşek mi yoksa at mı olduğunu göreceksin.
Ulu Tanrı, "Oysa Allah onları ardlarından çevirmiştir" buyurmuştur. Benzetmek gibi olmasın, Zeyd nasıl bütün yönleriyle gövdesindeki üyeleri kaplıyorsa, Allah da bütün dünyayı kaplamaktadır. Zeyd’in gövdesinin her üyesi, onun isteğiyle kıpırdar ve iş yapar. Bu üyeler Zeyd’in açık görünüşüdür, O istediği biçimde her üye ortaya çıkar. Mesela elde tutmak, ayakta yürümek, dilde konuşmak ve kulakta dinlemek gibi işler, bu türlerdendir. Buna dayanarak konuşan duyandır, yürüyendir, tutandır ve bu kişi Zeyd’dir. Zeyd bütün bu işleri bir bütün olarak yerine getirmekte; çünkü o, bölünmeyi kabul edemez. Görmüyor musun?
Zeyd birini dövdüğü zaman, dövülen kişi, beni Zeyd dövdü der. Fakat Zeyd’in eli dövdü diyemez. Zira Zeyd bölünemez bir bütündür. Fakat el gövdede görünüş alanına çıkmıştır. Bu bedene Zeyd denmiştir, çünkü duygu yönünden arada fark yoktur. Yoksa gerçek Zeyd sözünü ettiğimizdir. Zeyd’in bütün üyeleri konuşur, döver, duyar veya yürürse, işler bölümlere ait değil, bütüne aittir. Mesela her bölüm bir bütün olarak ben Zeyd’im dese, bu durum Zeyd’in çokluk halinde bulunmasını gerektirmez. Yüce Allah’ın da böyledir. Benzetmek gibi olmasın, beden nasıl Zeyd’in görüntüsü ise, dünya da Allah’ın görüntüsüdür. Bundan dolayıdır ki, bütün işler ona isnat edilir. Allah’tan başka söyleyen, duyan, hareket eden ve iş yapan yoktur.
Yüce Allah "Eğer kasabaların halkı inanmış ve bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar, bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik," buyurmuştur. Bu da şu demektir: Varlığı duyulanlar yolumuzda uğraşıp, çaba harcasaydılar onlara mülk ve melekût âlemlerinin yollarını açardık; her iki âlemin gerçeklerini aydınlatan ilâhi ilham ve bilgileri kolayca verirdik. Gökler melekutün ve yeryüzü de mülkün belirtileridir. İnsan konuşan nefis ve bedenden ibarettir ve her birinin rızkı ve gıdası vardır. İnsan nasıl bedeninin bölümleri için uğraşıyorsa, aynı biçimde ruhunun bölümleri için de uğraşmalıdır. Akıllı kişi odur ki, ruhunun rızkı için koşar. Bunun aksini yapan hüsrana uğrar. Hazreti Peygamber, "Çağınızın günlerinde Allah’ın solukları vardır; çalışın ve onları kazanmaya bakın" demiştir. Bunların anlamlarıyla olgun kişilere dair belirtiler bulunduğunu anladım. Hazreti Peygamber, "Kişi sevdiği toplumdan sayılır", demiştir. Zira nesneye yaklaşan nesne ile belirlenir. Buraya kadar yazılanlar, Allah rahmet etsin Şeyh Bedreddin Simavnalı’nın "Varidât" adlı eserinden yazılmıştır.
Her Peygamber ve veliye yaşadığı çağda karşı çıkılır, inkâr edilir ve ona pek az kişi inanır. Fakat ölümünden sonra ismi ebedileşir, insanların çoğu ona inanmaya başlar ve sevmeye yönelirler. Acaba bunun sırrı nedir?
Buna cevap olarak şunları söylüyorum: İlk olarak onu kıskananlar, ona karşı çıkar, etrafa hakkında kötü dedikodular yaymaya başlarlar. Bu dedikodular halkın fikrini karıştırır ve inançlarını azaltır. Ölümle birlikte ceset ölür; fakat gerçek olağanüstü anlamlar kalır ve böylece sevilir ve ona inananlar artar.
İkincisi ise, peygamber veya veli onlarla birlikte yaşarken onu görür, konuşur ve içli dışlı olurlar. Bundan dolayı da, aradaki sevgi ye inanç özelliği zayıflar.
Üçüncüsüne gelince, Gerçek aşamalı olarak ortaya çıkar.
Dördüncüsü de, daha önceki hususlardan güçlü olup, insanlar peygamber ve velilerin normalin dışında oldukları kanısında yanılıyorlar. Onları yemek yerken ve çarşılarda yürürken gördükleri için şaşırıyorlar ve o da bizim gibi insandır diyorlar. Onlar peygamberin yemek yememesi, çarşıda yürümemesi ve bizim gibi insan olmaması düşüncesindeydiler. Böyle sandıkları için âyetlere de dil uzattılar. Onların düşüncesine göre Kur’ân’da peygamberin olağanüstü işler yapabileceğini söylüyor.
Onlar ayrıca peygamberin istediklerini yerine getirebileceğini de talep etmektedirler; onu böyle görmeyince, tıpkı daha önceki çağlarda yaşayan benzerleri gibi, peygamberleri inkar etmeye başlarlar. Onların bu tutumları çürük iddialara dayanıyordu. Belli bir zaman geçtikten sonra, akılları eksik olanlar, çağlarındaki olgun kişileri inkâr ederler; hâlbuki daha önceki olgun kişileri de görselerdi, yine inkâr edeceklerdi. Şimdi yaşayanlar da, onlar gibidir. Bu tür olağanüstü niteliklerin peygamber ve velilerde bulunmasına dair beyinlerinde yerleşen düşünce sahipleri bu düşüncelerden vazgeçemiyorlar. Hâlbuki bu düşünceler şimdi olmayacağı gibi, gelecekte de gerçekleşemez. Onların şimdiki velileri inkâr edip, geçmiştekilere inanmaları bundandır.
Allah daha iyi bilir, sıradan kişilerin ibâdeti bir alışkanlıktır; henüz yolun başlangıcında olanların ibâdeti ise, bir korku ve temennidir; yolun ortasındakilerin ise, yüce makamlara ve kerametlere erişmektir. Yolun sonuna varmış olanlara gelince, onlarınki şeriatın sınırlarını korumaktır. Allah’a varmak için sarfedilen çaba ve çalışmalarla ona yönelmenin sonu yoktur. Zira Allah’a dair bilgilerin ve Allah yolunda yürümenin sonu gelmez ve o yolda yürümenin de sonu yoktur. Daha önce söylenenler Allah yolundaki çaba ve uğraşılara dair değildi. O söylenenler sadece bazı ibadetler ve lüzumsuz işler için geçerlidir. Sırf Allah’a yönelmek, zihin açıklığı ve düşünmeyi gerektirir. İnsanlar Allah’ı tam anlamıyla bilselerdi, ona sadece sayılı kişiler ibadet etmezdi. Fakat Allah gönüllerini mühürledi, onlar da kendi istek ve tahayyüllerine göre nesnelere ibâdet ettiler. Aslında gerçek bu değildir; fakat bunda bir hikmet vardır ve böyle olması gerekir.
Savm‐i visal hiç iftar etmeden birkaç gün oruç tutmak mekruh değildir; yasaklanması ise, haram olmasından ileri gelmemiştir; fakat bu yasaklama bir yumuşatma ve koruma içindir. Bu yasak lehimizedir, aleyhimize değildir. Böylece yasak, haram değil; ama insanları korumayı amaçlamaktadır. Fıkıh usulünde de belirtildiği gibi, bu oruç tutulabilir ve bırakılabilir. Zorlama yoktur.
Allah buyurmuştur ki, "İçinizden adalet sahibi kişileri şahit gösterin". Fakat bununla kesin bir emir yoktur; sadece korumak ve şefkat anlamını taşır. Şahit göstermeyen kişi ne suç işlemiş sayılır, ne de Allah’ın emrine karşı gelmiş olarak gösterilir. Savmi visal da böyledir; tutan kişi için mekruh sayılmaz. Müslim, Enes ibn Mâlik’ten aktardığı hadisi şerifte de bu hususu belirtilir. Allah’ın selamı ona olsun Peygamber’e, bazı Müslümanların İbn Mâlik gibi Ramazan bittiği halde oruçlarına devam ettikleri haberi gelmiş; o da, bunun üzerine "Ramazan uzasaydı da, iftar etmeyip oruçlarını uzatan kişiler bundan vazgeçseydiler"; diye buyurmuştur. Bu da fazla orucun haram veya mekruh olmadığını gösterir. Zîrâ eğer böyle bir durum olsaydı, Peygamber bunu yasaklardı ve hoş karşılamazdı. Peygamberin yasaklamayışı, bu orucun tutulabileceğini gösterir. Kendisinde bu orucu tutabilecek güç bulan kişi tutabilir ve sevap elde eder. Nitekim Hazreti Ebu Bekr’in altı gün, Abdullah bin Zübeyr’in yedi gün, geçmişteki salih kişilerin kimisi üç, kimisi yirmi beş ve kimisi de kırk gün iftar etmeden oruç tuttukları söylenmiştir. Kırk gün aralıksız oruç tutanlar için, melekût âleminden bir güç onlara görünür ve bazı ilâhi sırları keşfeder demişler.