Şeyh Bedrettin - VARİDAT - 7
|
İnsan şayet Hazreti Peygamber’i rüyasında görürse kendi ruhunu peygamber görüntüsüne bürünmüş olarak görüyor, demektir.
Bu olay, o sırada rüya gören insanın peygamberle bir ilgisi olduğundan gerçekleşir. Bu durum rüyada kişinin gördüğü insan ve diğer nesneler için de geçerlidir. İnsanın gördüğü rüya, belli bir durumu veya gördüğü kendisine ait bir olayı ortaya çıkarabilir. Arifle arif olmayan kişi arasındaki farklardan biri şudur; Arif olan Allah’tan sonra görür, arif olmayan ise, Allah’tan önce görür. Aslında ilk görüş Allah’a aittir.
Kıyametin gerçeğinde insanla hayvan arasında hiç bir fark yoktur. Bir gece sırtımı dayamışken, ruhumun içimde coştuğunu gördüm ve ondan, yanan bir odundan çıkan alevin sesi gibi bir ses duydum. Ayrıca karşımda ala yakın beyaz bir renk gördüm. Kendime geldiğimde, yanımdaki ocakta odunun tıpkı gördüğüm gibi yandığını, alev saldığını ve rüyamda gördüğüm şekilde ses çıkardığını farkettim. Şunu anladım ki, meydana gelen olay içimdekinin aynısıdır ve gönlümün varlık birliğinin etkisiyle tahakkuk ettiğini anladım. Böylece o benim; ben de, o olmuşum; sesi sesim, sesim de onun sesi ve coşkularım onun coşkusu, onun da coşkuları benim coşkum halini almıştır. Gördüğüm renk de, alevin rengi imiş. Hazreti Ebu Bekr Sıddık radiyallâhü, "Hiç bir şey görmedim ki, onda Allah’ı görmeyeyim", demiştir. Diğer bir deyişle gönlünde ve nefsinin içindeki her görüntünün Allah’ın görüntüsü olduğu ve her şeyden önce nefsini gördüğünü belirtir. Böylece her şeyden önce Allah’ı gördüğünü belirtmesi doğrudur. Zîrâ Allah onun görüşü ve bütün gücü olmuştur ve söylenenler haktır. Hazreti Osman radiyallâhü anh "Ben bir nesneyi gördüğümde, ondan sonra muhakkak Allah’ı görürüm," demiştir.
Bir gün ikindiye yakın evimde oturuyordum; güneş de yoktu, birdenbire aklıma ikindi ezanı okunacak ve onu duyacağım fikri aklıma geldi. Daha sonra bu düşünce birkaç kez aklımdan yine geçti ve gönlüme yerleşti. Bunun gerçekleşeceğini anladım ve o anda ben daha bunu düşünürken, ezanın sesini duydum. Gaybı bilinmeyeni ancak Allah bilir. Bazı anlarda hızlı güçlü yürüyüş yapmak içime doğar, yürüyorum gibi gelir bana ve bu durumu hem dokunma hem de işitme duyumla öğrenmeye çalışırım. Sadece işitmeyle yetinmem.
Yüce Tanrı, "Allah’ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur. O’nun önlediğini de ardından salıverecek yoktur." buyurmuştur. Bu ayetin anlamlarından birisi de şöyledir: Allah, insanları bir peygamber veya veli yardımıyla hidayete doğru yola götürmeyi isterse, O’nu önleyecek hiç kimse yoktur ve istediği şüphesiz gerçekleştirilecektir. "Allah kâfirler istemeseler dahi, nurunu muhakkak tamamlar."
Ruh, araçlar yoluyla ortaya çıkan bedene mahsus fiil ve hareketlere verilen addır. Bazı bilgin ve mütekellimlerin de söylediği gibi, bu olay bedenden sonra ortaya çıkar. Misâl âlemi aracılığıyla ortaya çıkan nesneye de, ruh adı verilir. Ruh bedenin meydana gelmesinden iki aşama öncedir; çünkü misâl âlemi bedenden bir aşama öncedir ve görüntüsüdür. Ruhlar âlemi de, misâl âleminden bir aşama öncedir ve böylece ruh bedenden iki aşama öncedir. Belki de Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem; "ruhlar bedenlerden iki bin yıl önce yaratıldı" hadisiyle bunu belirtmiştir. Burada iki bin yılla iki aşama kastedilmiştir. Bununla ruhların belli bir zaman süreci içerisinde ortaya çıkması gerekliliği yoktur. Allah’ın selamı ona olsun Peygamber, her aşamayı bin yıl olarak düşünmüş ve gönlüne nasıl gelmişse, öyle bildirmiştir. Bu durumun izahı belirttiğimiz gibidir; bunu ihmal etme, çünkü birçok olay bu şekilde ortaya çıkar. Peygamber’in bu düşüncesine göre tahakkuk eden halleri, câhiller izâh etmekten aciz kalmışlar ve onları olduğu gibi bırakmışlar. En uygunu budur ve onları Allah’ın ehli ve kâmiller bilirler. Hazreti Peygamber’e görünen hallerin çoğu, duyular şekliyle kimsenin bulunmadığı durumlarda gerçekleşmiştir. Bu durumlarda ortaya çıkan haller, genellikle izah edilmesi gereken görüntü içinde olurlar, tıpkı Allah ehlinin katında olduğu gibi. Şayet, "Neden Peygamber bunları açıklamadı ve olduğu gibi bıraktı? " denirse, cevabı şöyledir:
İzâh etme yetkisi yoktu ve o zaman gerekli olan şimdi gereksizdir. Şu gafillere ne denebilir. Çalışıp hakikatleri öğrenme yolunda bir çabaları olmadığı gibi, olgun kişilerin söylediklerini anlamak kabiliyetine de sahip değiller. Bu câhillerin yüzünden sıkıntıya düşen olgunlara acımak gereklidir. Zira bunları bu dalaletten kurtarmak için ellerinden hiç bir iş gelmez. Buradan kurtulanlar olsa dahi, başka bir dalalet vadisine yönelirler.
Ey kör ve mutsuz kişiler! Niçin öğüt verenlere inanmıyorsunuz? Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, "Kur’ân’ın dış ve iç anlamları bulunduğunu ve iç anlamlarının da kendi içinde yedi iç anlamı daha içerdiğini" belirtmiştir. Dış anlamla çelişkiye düşen bir izah yaparsak, dış anlamı inkâr ettiğimiz anlamına gelmez. Biz dış ve iç anlamın da içten yediye ayrıldığını söylüyoruz. Biz sekiz anlamı da bir araya toplamışız. Kur’ân ve hadis dış ve iç anlamlarıyla haktır. Ancak mecazi gerçek olmayan bir anlam çıkarılırsa, uygun olmayabilir. Tıpkı rüya gibi, ben uyurken veya uyku ile uyanıklık arasında iken, bana hitaben bir şeyler söyledi ve bu söyledikleri arasında, beni Allah’tan uzaklaştır sözleri de vardı. Sanki bu sözleri, ona söylemek istiyordu. Yine bir an uyku ile uyanıklık arasında iken, ruhumun bana göründüğünü ve bir ışık ve güneş parıltısı gibi vücudumu sardığını hissettim. Bu ışığın bir amacı yoktu. Sevinçten içimi heyecan ve ağlama kapladı ve sanki birisi bana ahiretle dünya arasındaki farkın, yaşlılıkla gençlik arasındaki farka benzediğini söylüyor gibiydi, veya benim gönlüme öyle geliyordu. Diğer bir deyişle genç olan bir kişiye belli bir durumdayken genç deniyor, belli bir süre sonra değişip, ona yaşlı dendiği gibi, dünyaya da bir zaman gelir âhiret adı verilir. Fakat diğer bir zamanda yine değişir.
Bir gün sırtı mı dayamış, hafif bir uykuya dalmıştım, bütün varlığı Allah olarak görüyordum. Allah Teâlâ benim dilimle "Ya Allah" diye seslendi, bütün dünya sanki oydu ve dilim diliydi. O dille "Ya Allah" derken heyecandan kendimden geçtim.
Seven sevilene doğru gitmekte ve yaklaşmaktadır. Görmüyor musun, gündüz yaklaşınca, tan vakti gündüzden, gece yaklaşınca da şafak kaderin yerini alır. Biri diğerini tamamladığından dolayı ikisi kardeştir. Böylece sabreden kişi, nesneyi olduğu gibi yansıtmamıştır. Bu vakit sabahtan gündüze kadar sabr ile geçer ve şu hükmü alır "Akşamdan geceye kadar sabredip, hikmetler elde eder." Hazreti Peygamber, şöyle buyurmuştur: "Kim ki sabah edip bütün derdi dünya işleri ise, Allah’la hiç bir ilgisi yoktur ve Allah onun gönlüne dört özellik verir: Sonsuza kadar peşini bırakmayacak üzüntü, ebediyen bitiremeyeceği bir iş, keza sonsuza dek zenginliğe kavuşmayacağı yoksulluk ve hiç sonu gelmeyecek bir beklenti."
Sofi vaktin oğludur; o, vaktini tasalanmayla ve geçmişi düşünmekle boşa harcamadığı gibi geleceği de fazla düşünmez. Çünkü uzun bir ümitle vaktini Allah’a yönelmekle, kendini arındırmakla ve o zaman içerisinde Allah için gerekli olanları düşünmekle geçirir. Sofinin tanımları şöyle yapılabilir: O, sadece bir yolu ve bir geleneği seçmemiştir. Her zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah’la birliktedir. O, Allah’tan başkasına bakmaz. Bazen insanlarla alakadar olup, gönüllerinin Allah’a bağlanması için çaba harcar; bazen da kendisi Allah’la alakadar olur ve bu iki alakadarlık arasındaki farkın önemli olmadığını görür. Her ne kadar iki durum arasında fark varsa da, ikisi de Hak’tır. İşler niyetlere bağlıdır ve sofi kişi de vaktin oğludur.
Gerçeği arayan kişi küfür aşamasına varıp, geçmezse, imanını tamamlamış sayılmaz. Şunun bilinmesi gerekir ki, küfür iki Müslümanlık arasında yer alan bir aşamadır ve bu aşamada duran kişi münafık olmuştur. Bu aşamada durmamak için Allah’a sığınırız. Allah’a hamd ve şükürler olsun ki, biz bir süre o aşamada kaldıktan sonra, geçmeyi başardık.
Bazı arkadaşlarımı üzüm bağımı kollamakla görevlendirmiştim. Onlardan birkaçı bana bir halk çocuğunun bağa girip, üzüm yemek istediğini, onlardan birinin çocuğu tokatladığını anlattı ve ilave etti ki, çocuk tokatı yiyince yere düşmedi, ancak kendisi tokatın etkisiyle yere düştü. O şurada kendisiyle çocuk arasında epey bir uzaklık varmış, ancak çocuk ona, gözünün aynası gibi görünmüş ve kendisi tokattan daha çok etkilenmiştir ve yere düşmüştür. Hâlbuki çocuğa hiç bir etki yapmamıştır. Bu çok tuhaf bir durum zira tokadı yiyen çocuk olduğu halde yere düşen, o kişi olmuştur.
Tüccar kesiminden bir genç ara sıra bize uğruyordu. Bu genç doğru insanları seviyordu. Bana şu olayı anlattı: Bir gece uyuyorken, bir erkek gelip, onu uyandırmış. Uyanınca adama bakmış, bir de ne görsün yüzü pırıl pırıl bir ışık saçıyor ve bu ışık evi aydınlatıyor. Fakat saçtığı ışık lambadan çıkan ışıklara benzemediği gibi, diğer hiç bir enerji kaynağından çıkan ışıklara da benzemiyordu. Diğer ışıkların vermediği alışılagelmiş parıltısından ayrı bir tadı varmış. Adam bir süre hiç bir şey söylemeden beklemiş, daha sonra ortadan kaybolmuştur. Onun gidişiyle ev kapkaranlık olmuş. İkinci gece de gelip, uyandırmış. Daha sonra üçüncü gece gelip, uyandırdığında yanında tıpkı kendisi gibi ışık saçan diğer bir kişiyi de getirmiş. Bunun üzerine gördüklerini üçüncü günün ertesi gününde bazı arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra gözüne görünmez olmuş ve aradan iki üç gün geçtikten sonra hastalanmış. Hastalığı o kadar ağırmış ki öleceğini sanmış.
İnsanlarda bulunan anlayış, görüş ve fiiller, soyut varlıklarda ve bu varlıklardan daha üstün olanlarda da yoktur. İnsan aşamasındaki varlıkta görülen olgunluklar diğer aşamalarda gerçekleşmiyor. Çünkü insan yüce Allah’ın göründüğü aşamadır. Bundan dolayıdır ki, Allah şöyle buyurmuştur: "Sen olmasaydın gökleri yaratmaz ve meleklere insana secde edin emrini vermezdim". Akli külli, nefsi külli ve onların üstündeki varlık aşamalarında, insanda bulunan anlayış bu şekilde görülmez. Ancak insan aşamasında görülür. Varlık esasında bütünden arındırılmıştır. İlimdeki olağanüstü işleri, görüş ve anlayışları idrâkeden varlıktır. Fakat bu durum imkânsız ve görünüşlerle tahakkuk ediyor. Sen de bunu anla ve kılavuz gibi izle.
Akıl, nefs, ruh ve gönlün varlık olduğunu bil. Bunlar aşamaları dolayısıyla varlığın birer aşamasıdır. Allah bu aşamalarda değişik şekillerde tecelli eder ve bir aşamadan diğerine geçer. Kimi zaman gök, kimi zaman melek, bazen öğe, bazen da maden, bitki, hayvan veya insan şekliyle ortaya çıkar. Bazen en aşağıdakilere kadar iner, bazen da en üsttekilere kadar çıkar. Öğeler şekline giren, daha sonra madenler şeklini alan ve sonra sırasıyla bitkiler, hayvan ile insan şeklide de bürünen odur, Allah’tır. Bütün bu şekilleri alan mutlak varlık olan Allah’tır. Farzı mahal şekil ortadan kalksa bile, yalnız varlık kalır Allah kalır. Mesela insan keçiyi yiyince, keçi insan olur. Bütünü düzenleyen ve bütündeki nefs de odur. Şekilden sekile geçen odur. Buna dayanarak diğer bütün görünüşleri ölçebilirsin. Buna dair Allah’ın salat u selamı ona olsun ve Allah yüzünü şereflendirsin Hazreti Ali ibn Ebi Tâlib kerremallâhü veçhe şöyle buyurmuştur: "Levh benim, Kalem benim, arş ve kürsi ile diğerleri de benim." Bugün de Allah, varlık şekline bürünüp, velilere görünebilir. Çünkü Allah kulun şeklini almaya muktedirdir. Bu hususa dair "Risâletü’l Kuşeyriyye"‘deki kerametler bölümünde iki sözün yer aldığı belirtilmiştir. Geceleyin otururken bir kelebek kandilin etrafında dönmeye başladı ve daha soma birkaç kez kendini kandilin ateşine çarptı; sonra yanmış gibi yere düştü ve cansız olarak öyle kaldı. Belli bir süre öyle izledim, fakat kelebekte hiç bir yaşantı belirtisi yoktu. Gönlüm öldüğüne karar kıldı. Ancak o andan Ebâyezid’in nasıl bir karıncayı alıp, üfürerek dirilttiği aklıma geldi. Ben de kelebeği alıp, diriltmek üzre içimden gelen samimî bir şekilde üflemeye başladım. Kelebek üflemeden sonra anında dirildi ve tıpkı daha önce uçtuğu gibi uçmaya başladı, sanki hiç ateşe düşmemiş gibiydi.
Allah Teâlâ her şeye muktedirdir ve Gaybı görünmeyeni ancak o bilir. Böylece de görünmeyenleri bilen Allah Teâlâ dır. Çünkü amaçlanan varlık Allah’tır. Allah’ın selamı onlara olsun peygamberler uyanıkken dünya ile ilişkileri kesilip, duyuüstü alemindeki varlıkları tıpkı rüyalardaki gibi görürlermiş; bunu bil. Gördüklerinin bir kısmının açıklanması gerekiyordu. Mesela dünya Peygamber’e değişik güzel bir şekilde görünüyordu ve dünyanın görüntüsünden çok değişikti. Peygamber bu görüntüyü yine dünya olarak açıklardı. Bundan dolayı, ona cennet, huri ve ateş şekliyle görünenleri de başka anlamları olabileceği gibi, aynı anlamlarda da olabilir. Peygamber’e seslenen âyetlerin de böyle açıklanması gerekiyor. Bundan dolayı Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kur’ân’ın dışı ve içi vardır. İçinin de içten içe yedi anlamı vardır." Öz varlığın işitmek, görmek, güçlü ve yeterli olmak gibi sıfatları vardır. Bunlar görünüşler halindeyken ortaya çıkar. Öze olduğu gibi bu görünüşlerden ayrı bir şekilde bakıldığında da, sıfatlar yine vardır. Bu sıfatlarla Allah’ın sıfatları arasında ilişki yoktur. Allah’ın sıfatları bu sıfatlara benzetilmekten münezzehtir. Akıl, kuruntu ve hayal de, bunları idrak edemez. Bu sıfatlar ruh, beden, cansız, bitki, hayvan, gök veya yerdeki bütün varlıklarda görülür. Yeri göğü kaplayan yüce Allah, bu varlıklarda vardır ve diridir. Haşa Allah bu varlıklardaki eksikliklerden münezzehtir. Bu sözlerle bütün nesneler, ona benzetildi;
Bu olay, o sırada rüya gören insanın peygamberle bir ilgisi olduğundan gerçekleşir. Bu durum rüyada kişinin gördüğü insan ve diğer nesneler için de geçerlidir. İnsanın gördüğü rüya, belli bir durumu veya gördüğü kendisine ait bir olayı ortaya çıkarabilir. Arifle arif olmayan kişi arasındaki farklardan biri şudur; Arif olan Allah’tan sonra görür, arif olmayan ise, Allah’tan önce görür. Aslında ilk görüş Allah’a aittir.
Kıyametin gerçeğinde insanla hayvan arasında hiç bir fark yoktur. Bir gece sırtımı dayamışken, ruhumun içimde coştuğunu gördüm ve ondan, yanan bir odundan çıkan alevin sesi gibi bir ses duydum. Ayrıca karşımda ala yakın beyaz bir renk gördüm. Kendime geldiğimde, yanımdaki ocakta odunun tıpkı gördüğüm gibi yandığını, alev saldığını ve rüyamda gördüğüm şekilde ses çıkardığını farkettim. Şunu anladım ki, meydana gelen olay içimdekinin aynısıdır ve gönlümün varlık birliğinin etkisiyle tahakkuk ettiğini anladım. Böylece o benim; ben de, o olmuşum; sesi sesim, sesim de onun sesi ve coşkularım onun coşkusu, onun da coşkuları benim coşkum halini almıştır. Gördüğüm renk de, alevin rengi imiş. Hazreti Ebu Bekr Sıddık radiyallâhü, "Hiç bir şey görmedim ki, onda Allah’ı görmeyeyim", demiştir. Diğer bir deyişle gönlünde ve nefsinin içindeki her görüntünün Allah’ın görüntüsü olduğu ve her şeyden önce nefsini gördüğünü belirtir. Böylece her şeyden önce Allah’ı gördüğünü belirtmesi doğrudur. Zîrâ Allah onun görüşü ve bütün gücü olmuştur ve söylenenler haktır. Hazreti Osman radiyallâhü anh "Ben bir nesneyi gördüğümde, ondan sonra muhakkak Allah’ı görürüm," demiştir.
Bir gün ikindiye yakın evimde oturuyordum; güneş de yoktu, birdenbire aklıma ikindi ezanı okunacak ve onu duyacağım fikri aklıma geldi. Daha sonra bu düşünce birkaç kez aklımdan yine geçti ve gönlüme yerleşti. Bunun gerçekleşeceğini anladım ve o anda ben daha bunu düşünürken, ezanın sesini duydum. Gaybı bilinmeyeni ancak Allah bilir. Bazı anlarda hızlı güçlü yürüyüş yapmak içime doğar, yürüyorum gibi gelir bana ve bu durumu hem dokunma hem de işitme duyumla öğrenmeye çalışırım. Sadece işitmeyle yetinmem.
Yüce Tanrı, "Allah’ın insanlara verdiği rahmeti önleyebilecek yoktur. O’nun önlediğini de ardından salıverecek yoktur." buyurmuştur. Bu ayetin anlamlarından birisi de şöyledir: Allah, insanları bir peygamber veya veli yardımıyla hidayete doğru yola götürmeyi isterse, O’nu önleyecek hiç kimse yoktur ve istediği şüphesiz gerçekleştirilecektir. "Allah kâfirler istemeseler dahi, nurunu muhakkak tamamlar."
Ruh, araçlar yoluyla ortaya çıkan bedene mahsus fiil ve hareketlere verilen addır. Bazı bilgin ve mütekellimlerin de söylediği gibi, bu olay bedenden sonra ortaya çıkar. Misâl âlemi aracılığıyla ortaya çıkan nesneye de, ruh adı verilir. Ruh bedenin meydana gelmesinden iki aşama öncedir; çünkü misâl âlemi bedenden bir aşama öncedir ve görüntüsüdür. Ruhlar âlemi de, misâl âleminden bir aşama öncedir ve böylece ruh bedenden iki aşama öncedir. Belki de Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi vesellem; "ruhlar bedenlerden iki bin yıl önce yaratıldı" hadisiyle bunu belirtmiştir. Burada iki bin yılla iki aşama kastedilmiştir. Bununla ruhların belli bir zaman süreci içerisinde ortaya çıkması gerekliliği yoktur. Allah’ın selamı ona olsun Peygamber, her aşamayı bin yıl olarak düşünmüş ve gönlüne nasıl gelmişse, öyle bildirmiştir. Bu durumun izahı belirttiğimiz gibidir; bunu ihmal etme, çünkü birçok olay bu şekilde ortaya çıkar. Peygamber’in bu düşüncesine göre tahakkuk eden halleri, câhiller izâh etmekten aciz kalmışlar ve onları olduğu gibi bırakmışlar. En uygunu budur ve onları Allah’ın ehli ve kâmiller bilirler. Hazreti Peygamber’e görünen hallerin çoğu, duyular şekliyle kimsenin bulunmadığı durumlarda gerçekleşmiştir. Bu durumlarda ortaya çıkan haller, genellikle izah edilmesi gereken görüntü içinde olurlar, tıpkı Allah ehlinin katında olduğu gibi. Şayet, "Neden Peygamber bunları açıklamadı ve olduğu gibi bıraktı? " denirse, cevabı şöyledir:
İzâh etme yetkisi yoktu ve o zaman gerekli olan şimdi gereksizdir. Şu gafillere ne denebilir. Çalışıp hakikatleri öğrenme yolunda bir çabaları olmadığı gibi, olgun kişilerin söylediklerini anlamak kabiliyetine de sahip değiller. Bu câhillerin yüzünden sıkıntıya düşen olgunlara acımak gereklidir. Zira bunları bu dalaletten kurtarmak için ellerinden hiç bir iş gelmez. Buradan kurtulanlar olsa dahi, başka bir dalalet vadisine yönelirler.
Ey kör ve mutsuz kişiler! Niçin öğüt verenlere inanmıyorsunuz? Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, "Kur’ân’ın dış ve iç anlamları bulunduğunu ve iç anlamlarının da kendi içinde yedi iç anlamı daha içerdiğini" belirtmiştir. Dış anlamla çelişkiye düşen bir izah yaparsak, dış anlamı inkâr ettiğimiz anlamına gelmez. Biz dış ve iç anlamın da içten yediye ayrıldığını söylüyoruz. Biz sekiz anlamı da bir araya toplamışız. Kur’ân ve hadis dış ve iç anlamlarıyla haktır. Ancak mecazi gerçek olmayan bir anlam çıkarılırsa, uygun olmayabilir. Tıpkı rüya gibi, ben uyurken veya uyku ile uyanıklık arasında iken, bana hitaben bir şeyler söyledi ve bu söyledikleri arasında, beni Allah’tan uzaklaştır sözleri de vardı. Sanki bu sözleri, ona söylemek istiyordu. Yine bir an uyku ile uyanıklık arasında iken, ruhumun bana göründüğünü ve bir ışık ve güneş parıltısı gibi vücudumu sardığını hissettim. Bu ışığın bir amacı yoktu. Sevinçten içimi heyecan ve ağlama kapladı ve sanki birisi bana ahiretle dünya arasındaki farkın, yaşlılıkla gençlik arasındaki farka benzediğini söylüyor gibiydi, veya benim gönlüme öyle geliyordu. Diğer bir deyişle genç olan bir kişiye belli bir durumdayken genç deniyor, belli bir süre sonra değişip, ona yaşlı dendiği gibi, dünyaya da bir zaman gelir âhiret adı verilir. Fakat diğer bir zamanda yine değişir.
Bir gün sırtı mı dayamış, hafif bir uykuya dalmıştım, bütün varlığı Allah olarak görüyordum. Allah Teâlâ benim dilimle "Ya Allah" diye seslendi, bütün dünya sanki oydu ve dilim diliydi. O dille "Ya Allah" derken heyecandan kendimden geçtim.
Seven sevilene doğru gitmekte ve yaklaşmaktadır. Görmüyor musun, gündüz yaklaşınca, tan vakti gündüzden, gece yaklaşınca da şafak kaderin yerini alır. Biri diğerini tamamladığından dolayı ikisi kardeştir. Böylece sabreden kişi, nesneyi olduğu gibi yansıtmamıştır. Bu vakit sabahtan gündüze kadar sabr ile geçer ve şu hükmü alır "Akşamdan geceye kadar sabredip, hikmetler elde eder." Hazreti Peygamber, şöyle buyurmuştur: "Kim ki sabah edip bütün derdi dünya işleri ise, Allah’la hiç bir ilgisi yoktur ve Allah onun gönlüne dört özellik verir: Sonsuza kadar peşini bırakmayacak üzüntü, ebediyen bitiremeyeceği bir iş, keza sonsuza dek zenginliğe kavuşmayacağı yoksulluk ve hiç sonu gelmeyecek bir beklenti."
Sofi vaktin oğludur; o, vaktini tasalanmayla ve geçmişi düşünmekle boşa harcamadığı gibi geleceği de fazla düşünmez. Çünkü uzun bir ümitle vaktini Allah’a yönelmekle, kendini arındırmakla ve o zaman içerisinde Allah için gerekli olanları düşünmekle geçirir. Sofinin tanımları şöyle yapılabilir: O, sadece bir yolu ve bir geleneği seçmemiştir. Her zaman ve ne şekilde olursa olsun Allah’la birliktedir. O, Allah’tan başkasına bakmaz. Bazen insanlarla alakadar olup, gönüllerinin Allah’a bağlanması için çaba harcar; bazen da kendisi Allah’la alakadar olur ve bu iki alakadarlık arasındaki farkın önemli olmadığını görür. Her ne kadar iki durum arasında fark varsa da, ikisi de Hak’tır. İşler niyetlere bağlıdır ve sofi kişi de vaktin oğludur.
Gerçeği arayan kişi küfür aşamasına varıp, geçmezse, imanını tamamlamış sayılmaz. Şunun bilinmesi gerekir ki, küfür iki Müslümanlık arasında yer alan bir aşamadır ve bu aşamada duran kişi münafık olmuştur. Bu aşamada durmamak için Allah’a sığınırız. Allah’a hamd ve şükürler olsun ki, biz bir süre o aşamada kaldıktan sonra, geçmeyi başardık.
Bazı arkadaşlarımı üzüm bağımı kollamakla görevlendirmiştim. Onlardan birkaçı bana bir halk çocuğunun bağa girip, üzüm yemek istediğini, onlardan birinin çocuğu tokatladığını anlattı ve ilave etti ki, çocuk tokatı yiyince yere düşmedi, ancak kendisi tokatın etkisiyle yere düştü. O şurada kendisiyle çocuk arasında epey bir uzaklık varmış, ancak çocuk ona, gözünün aynası gibi görünmüş ve kendisi tokattan daha çok etkilenmiştir ve yere düşmüştür. Hâlbuki çocuğa hiç bir etki yapmamıştır. Bu çok tuhaf bir durum zira tokadı yiyen çocuk olduğu halde yere düşen, o kişi olmuştur.
Tüccar kesiminden bir genç ara sıra bize uğruyordu. Bu genç doğru insanları seviyordu. Bana şu olayı anlattı: Bir gece uyuyorken, bir erkek gelip, onu uyandırmış. Uyanınca adama bakmış, bir de ne görsün yüzü pırıl pırıl bir ışık saçıyor ve bu ışık evi aydınlatıyor. Fakat saçtığı ışık lambadan çıkan ışıklara benzemediği gibi, diğer hiç bir enerji kaynağından çıkan ışıklara da benzemiyordu. Diğer ışıkların vermediği alışılagelmiş parıltısından ayrı bir tadı varmış. Adam bir süre hiç bir şey söylemeden beklemiş, daha sonra ortadan kaybolmuştur. Onun gidişiyle ev kapkaranlık olmuş. İkinci gece de gelip, uyandırmış. Daha sonra üçüncü gece gelip, uyandırdığında yanında tıpkı kendisi gibi ışık saçan diğer bir kişiyi de getirmiş. Bunun üzerine gördüklerini üçüncü günün ertesi gününde bazı arkadaşlarına anlatmış. Bundan sonra gözüne görünmez olmuş ve aradan iki üç gün geçtikten sonra hastalanmış. Hastalığı o kadar ağırmış ki öleceğini sanmış.
İnsanlarda bulunan anlayış, görüş ve fiiller, soyut varlıklarda ve bu varlıklardan daha üstün olanlarda da yoktur. İnsan aşamasındaki varlıkta görülen olgunluklar diğer aşamalarda gerçekleşmiyor. Çünkü insan yüce Allah’ın göründüğü aşamadır. Bundan dolayıdır ki, Allah şöyle buyurmuştur: "Sen olmasaydın gökleri yaratmaz ve meleklere insana secde edin emrini vermezdim". Akli külli, nefsi külli ve onların üstündeki varlık aşamalarında, insanda bulunan anlayış bu şekilde görülmez. Ancak insan aşamasında görülür. Varlık esasında bütünden arındırılmıştır. İlimdeki olağanüstü işleri, görüş ve anlayışları idrâkeden varlıktır. Fakat bu durum imkânsız ve görünüşlerle tahakkuk ediyor. Sen de bunu anla ve kılavuz gibi izle.
Akıl, nefs, ruh ve gönlün varlık olduğunu bil. Bunlar aşamaları dolayısıyla varlığın birer aşamasıdır. Allah bu aşamalarda değişik şekillerde tecelli eder ve bir aşamadan diğerine geçer. Kimi zaman gök, kimi zaman melek, bazen öğe, bazen da maden, bitki, hayvan veya insan şekliyle ortaya çıkar. Bazen en aşağıdakilere kadar iner, bazen da en üsttekilere kadar çıkar. Öğeler şekline giren, daha sonra madenler şeklini alan ve sonra sırasıyla bitkiler, hayvan ile insan şeklide de bürünen odur, Allah’tır. Bütün bu şekilleri alan mutlak varlık olan Allah’tır. Farzı mahal şekil ortadan kalksa bile, yalnız varlık kalır Allah kalır. Mesela insan keçiyi yiyince, keçi insan olur. Bütünü düzenleyen ve bütündeki nefs de odur. Şekilden sekile geçen odur. Buna dayanarak diğer bütün görünüşleri ölçebilirsin. Buna dair Allah’ın salat u selamı ona olsun ve Allah yüzünü şereflendirsin Hazreti Ali ibn Ebi Tâlib kerremallâhü veçhe şöyle buyurmuştur: "Levh benim, Kalem benim, arş ve kürsi ile diğerleri de benim." Bugün de Allah, varlık şekline bürünüp, velilere görünebilir. Çünkü Allah kulun şeklini almaya muktedirdir. Bu hususa dair "Risâletü’l Kuşeyriyye"‘deki kerametler bölümünde iki sözün yer aldığı belirtilmiştir. Geceleyin otururken bir kelebek kandilin etrafında dönmeye başladı ve daha soma birkaç kez kendini kandilin ateşine çarptı; sonra yanmış gibi yere düştü ve cansız olarak öyle kaldı. Belli bir süre öyle izledim, fakat kelebekte hiç bir yaşantı belirtisi yoktu. Gönlüm öldüğüne karar kıldı. Ancak o andan Ebâyezid’in nasıl bir karıncayı alıp, üfürerek dirilttiği aklıma geldi. Ben de kelebeği alıp, diriltmek üzre içimden gelen samimî bir şekilde üflemeye başladım. Kelebek üflemeden sonra anında dirildi ve tıpkı daha önce uçtuğu gibi uçmaya başladı, sanki hiç ateşe düşmemiş gibiydi.
Allah Teâlâ her şeye muktedirdir ve Gaybı görünmeyeni ancak o bilir. Böylece de görünmeyenleri bilen Allah Teâlâ dır. Çünkü amaçlanan varlık Allah’tır. Allah’ın selamı onlara olsun peygamberler uyanıkken dünya ile ilişkileri kesilip, duyuüstü alemindeki varlıkları tıpkı rüyalardaki gibi görürlermiş; bunu bil. Gördüklerinin bir kısmının açıklanması gerekiyordu. Mesela dünya Peygamber’e değişik güzel bir şekilde görünüyordu ve dünyanın görüntüsünden çok değişikti. Peygamber bu görüntüyü yine dünya olarak açıklardı. Bundan dolayı, ona cennet, huri ve ateş şekliyle görünenleri de başka anlamları olabileceği gibi, aynı anlamlarda da olabilir. Peygamber’e seslenen âyetlerin de böyle açıklanması gerekiyor. Bundan dolayı Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kur’ân’ın dışı ve içi vardır. İçinin de içten içe yedi anlamı vardır." Öz varlığın işitmek, görmek, güçlü ve yeterli olmak gibi sıfatları vardır. Bunlar görünüşler halindeyken ortaya çıkar. Öze olduğu gibi bu görünüşlerden ayrı bir şekilde bakıldığında da, sıfatlar yine vardır. Bu sıfatlarla Allah’ın sıfatları arasında ilişki yoktur. Allah’ın sıfatları bu sıfatlara benzetilmekten münezzehtir. Akıl, kuruntu ve hayal de, bunları idrak edemez. Bu sıfatlar ruh, beden, cansız, bitki, hayvan, gök veya yerdeki bütün varlıklarda görülür. Yeri göğü kaplayan yüce Allah, bu varlıklarda vardır ve diridir. Haşa Allah bu varlıklardaki eksikliklerden münezzehtir. Bu sözlerle bütün nesneler, ona benzetildi;