Jurgen Habermas - Emek ve Etkileşim - 1

Anthony GIDDENS
Çeviren: Tuncay BİRKAN
______________________


Emek ve etkileşim: Zararsız görünümlü, ama Habermas'ın yapıtındaki bazı ana temaları pekiştirmek için kullandığı terimlerdir bunlar. Habermas'ın emek ile etkileşim arasında yaptığı ayrımın kökenleri, Hegel ile Marx arasındaki ilişki hakkındaki tartışmasında-Karl Löwith'in fıkirlerine çok şey borçlu olduğunu kendisinin de kabul ettiği analizinde- bulunabilir. Habermas burada, Hegel'in Jena Konferanslarına, çoğu bunları söz konusu düşünürün olgun düşüncesinin evriminde geçici bir dö- nem olarak gören Hegel yorumcularından çok daha fazla önem yükler. Habermas'a göre, Hegel'in Jena'da verdiği iki konferans/ders, Hegel'in sonraları terk ettiği, ama Habermas'a göre, Hegel ile Marx arasındaki (Marx, Jena elyazmalarını bilmese de) bazı yakın bağlantı noktalarına işaret eden tamamlanmamış ama ayrı bir felsefe perspektifı oluşturuyordu. Hegel Jena konferanslarında Geist'ı oluşum süreci içinde, açıklanması gereken bir olgu olarak ele alıyordu. Geist, insanların dilin barındırdığı anlam kategorileri yoluyla kurdukları iletişim açısından kavranıyordu. Dil, insan deneyimiyle burada-ve-şimdi'nin duyumsal dolaysızlığı arasına "mesafe koyan" araç, özbilinç aracıydı.

Dil zorunlu olarak öznelerarasılığı ya da etkileşimi içerdiği için, Hegel'in yazılarında emekle onun arasında belirgin bir koşutluk vardı. Emek, doğayla ilişki kurmanın insana özgü biçimiydi: "Dil nasıl dolaysız algının buyruklarını kırıp çok çeşitli izlenimlerin oluşturduğu kaosu belirlenebilir nes- neler halinde düzenlerse, emek de dolaysız arzuların buyruklarını öyle kırar ve dürtü tatmini sürecini adeta durdurur. Emek ve etkileşim bu yüzden, insanların toplumda kendi kendilerini oluşturma süreçlerinin ya da insan kültürünün gelişiminin iki temel yönüydü. Habermas'a göre, Hegel'in Jena konferanslarında, emek ve etkileşim birbirlerine indirgenemez şeyler olarak sunuluyordu: Habermas'ın Marx'a yönelttiği eleştiride çok önemli bir odak haline gelecek bir meseleydi bu. Etkileşim, doğayla girilen ilişkilerin barındırdığı nedensel süreçlerle hiçbir mantıksal bağı olmayan uzlaşımsal normlar yoluyla düzenleniyordu. Tabii ki bu, emekle etkileşimin iki ayrı insan davranışı alanı olduğunu söylemek anlamına gelmiyordu. Her türlü emek toplumsal ve dolayısıyla da iletişimsel bir bağlam içinde cereyan ediyordu.

Habermas, Hegel'in Jena döneminde bile emekle etkileşimi bir özdeşlik teorisi içinde yorumladığını kabul ediyordu: Geist doğanın mutlak koşuluydu. Bir başka deyişle, Hegel'in insanlığın kendi kendini oluşturması hakkında getirdiği açıklama her zaman idealist bir açıklama olmuştu. Hegel'in idealizmini reddeden Marx, Jena konferanslarına ulaşma şansı bulamamış olmasına rağmen, Hegel'den emek ve etkileşim kavramlarını temellük etmeye başarmıştı: Habermas'a göre, bunlar Marx'ta üretim güçleri-üretim ilişkileri diyalektiği biçiminde ortaya çıkmışlardı  Bu yüzden, üretim güçlerinin tedrici gelişimi dünyanın in- san emeği yoluyla dönüştürülmesinin tezahürüydü. Marx'ın yazılarında, kendi kendini oluşturma süreci artık Tin'in dışsallaşmasını ifade etmiyor, aksine insan varoluşunun maddi koşullarından kaynaklanıyordu. Ama, diye vurguluyordu Habermas, Marx'ta emek kavramı episte- molojik bir kategori olarak kalmıştı; doğa bizim için ancak insan praksisi içinde dolayımlanması yoluyla kuruluyordu. Marx, "kendinde doğa"nın varolduğunu varsayıyordu, ama bu Kant'ın "kendinde şey"inin onun düşüncesindeki bir tür muadili sayılabilirdi: Doğayla ancak onunla kurduğumuz pratik etkileşimler içinde doğrudan doğruya karşı karşıya geliyorduk. Habermas'a göre bu, "doğa çalışan/emek harcayan öznelerce kurulmuş evrensel dolayım yapısı içine tarihsel olarak gömülmüş olmasına rağmen, doğanın hareket ettirilemez olgusallığını korur."

Marx'ın emek anlayışı, Habermas'a göre bazı açılardan Hegel'in anlayışına göre tayin edici önemde bir ilerlemedir. Ama aynı zamanda geriye atılmış bir adımdır da, çünkü Marx emekle etkileşimin birbirlerine indirgenemezliğini sürdürecek yeterli bir epistemolojik destek sunmamıştır. Marx'ın analiz şeması üretim ilişkileri kavramı biçimine büründürerek etki[eşimi öne çıkartmıştır. Ama Marx emeğin rolüne hâkim yeri verdiği için, öznelliğin ve öz-düşünümün temelinin iletişimsel etkileşim çerçevelerinde olmasını epistemolojik olarak kavramamıştır. Bu tam da Marx'ın Hegel'in özdeşlik teorisine yönelik eleştirisinin başarısının ürünüdür. Marx'ın yapıtları temelde dengesiz bir yapıdaydı ve bunun Marksizmin ilerki tarihi için çok önemli sonuçlan olacaktı. Maıx ampirik yapıtlarında, üretim güçleri kadar üretim ilişkileri üzerinde de durmuştur her zaman. Aslında ikinci kategoriye -Habermas'ın terimleriyle etkileşime- ait olan kavramlar, özellikle de tahakküm ve ideoloji, Marx'ın ampirik yazılarında birincil rol oynamışlardır. Ama bunlar, emeğin -yani dünyanın ve insani varoluş koşullarının maddi olarak dönüştürülmesinin- sahip olduğu felsefi dayanağa sahip değillerdi. Bu yüzden de Marx'ın maddi praksis üzerinde yoğunlaşması yanlış bir vurguya açık hale gelmiştir: Epistemoloji düzeyinde etkileşimin emeğe indirgenmesine zemin hazırlamıştır. Habermas'a göre, bunun içerimlerini Marx bile tam olarak kavrayamamış, bu da onun yapıtını pozitivist bir yöne itmeye yardımcı olmuştur. Habermas'ın sözleriyle:

[Marx] insan bilimini, bir doğa bilimi olarak değil bir eleştiri formunda kur- muş olmasına rağmen, sürekli olarak onu doğa bilimleriyle birlikte sınıflandırma eğiliminde olmuştur. Toplumsal teoriyi epistemolojik olarak gerekçelendirmenin gereksiz olduğunu düşünüyordu. Bu da göstermektedir ki insanlığın kendi kendini emek yoluyla kurması fikri Hegel'i eleştirmeye yetmişti ama Hegel'in materyalistlerce sahiplenilmesinin gerçek önemini kavranabilecek hale getirmekte yetersiz kalıyordu.

Habermas emek ile etkileşim arasındaki ayrımı daha da genişletirken işte tam da bu türden bir epistemolojik gerekçelendirme sunmaya çalışıyordu. Etkileşimin emeğe indirgenmesi, araçsal olarak kullanıla- bilen ya da "teknik" bilgiye -maddi dünyayı kontrol etmeye çalışmak için kullandığımız türden bilgiye- doğa bilimleri kadar sosyal bilimlere de özgü bir şey olarak bakıldığı anlamına geliyordu. Ondan sonra da bütün toplumsal sorunlar "teknik" sorunlar olarak görülmeye başlanmıştı. Teknik akıl bir bütün olarak insan aklının yeteneklerini tüketiyormuş gibi görünüyordu ki Habermas'a göre pozitivizmin tanımlayıcı özelliği buydu. Bu noktada, Horkheimer'le Adorno'nun Dialectic of Enlightment (Aydınlanmanın Diyalektiği) kitaplarının Habermas'ın düşüncesi üzerindeki etkisi barizdir. Onların "araçsal akıl eleştirisi", Habermas'ın (içlerinde Max Weber'in etkisi de güçlü bir biçimde hissedilen) yazılarının temel siyasi yönelimiyle doğrudan doğruya çakışıyordu: İnsanın doğa üzerindeki ya da üretim güçleri üzerindeki denetiminin artmasının tahakkümden kurtulmakla hiç de aynı şey olmadığı tezi bu siyasi yönelimi özetler. Habermas'ın konumuyla Frankfurt Okulu'nun daha eski üyelerinin görüşleri arasındaki temel fark (Habermas ile Marcuse arasındaki tartışmalarda özellikle araştırılmış olan bir farktır bu), Habermas'ın bilimsel ya da teknik bilginin kendisinin formu gereği ideolojik olduğu temasını reddetmesidir. Habermas'ın Hegel ve Marx'ta emek ve etkileşim hakkındaki tartışmasını, bilgi kurucu istemler hakkındaki (Habermas'ın bugünlerde artık pek de bahsetmediği) genel kavrayışına bağlayan görüşü şuydu: Karşı konulması gereken şey, teknik ya da araçsal aklın, rasyonalitenin tek biçimi olarak evrenselleştirilmesiydi. Marx'ın yazılarında, teknik aklın evrenselleştirilmesi emeğin epistemolojik hâkimiyetine bağlanıyordu: Ama Marksizmin  pozitivizme  kayması, onun bir bütün olarak modern toplumsal teori ve felsefenin önemli bir bölümüyle paylaştığı bir özellikti.

1 - 2

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP