Kant Felsefesinde Metafizik ve İnsan Doğası - 3
|
Birinci soru salt kuramsal bakımdan ele alınabilir ve Saf Aklın Eleştirisi bu sorunun yanıtını verir. “Ne yapmalıyım?” sorusu ise, salt pratik olarak yanıtı verilebilecek bir sorudur ve bu sorunun yanıtlanması saf aklın kendi başına pratik olup olamayacağının araştırılmasıyla olanaklıdır. “Ne umabilirim?” sorusu ise, “yapmam gerekeni yaparsam ne umabilirim” sorusu olarak açıldığında yeni bir anlam kazanır. Böylece bu soru bir yanıyla teorik bir yanıyla da pratiktir. Kant için her türlü umut mutluluğa, başka bir deyişle bütün eğilimlerimizin eksiksiz olarak yerine getirilmesine yöneliktir (Kant 1960:B833). Kant mutluluğu elde etmeye yönelik hareket nedenlerinden çıkan pratik yasalara “pragmatik” yasalar adını verir. Pragmatik yasaların karşıtı ise mutlu olmaya layık olmaktan başka bir hareket nedeni tanımayan “moral yasadır” İlk tür yasa deneye dayanarak bize mutlu olmamız için “ne yapmamız gerektiğini” söylerken ikinci yasa ise eğilimleri soyutlayarak saf akıl idesinden hareketle apriori olarak yalnızca mutlu olmaya layık olmamız için “nasıl davranmamız gerektiğini” söyler. Bu ikinci anlamdaki yasanın dayanağı artık genel olarak akıl sahibi varlığın özgürlüğüdür (Kant 1960:B835). Bu yasa apriori zorunlu olarak “buyurur” (Kant 1960:B835). “Böylece saf akıl, spekülatif kullanımında değil de, belirli bir pratik kullanımında –ahlaksal kullanımda–, deneyin olanağının ilkelerini, yani insanın tarihinde karşılaşılabilecek ahlaksal belirlenime (sittliche Vorschrift) uygun eylemleri içerir.” (Kant 1960: B835) Artık ele alınacak olan sorun tanrının, ruhun ve özgürlüğün pozitif bilgisini üretmek değil, “eğer isteme özgürse, bir tanrı varsa ve bir öte dünya varsa ne yapılması gerektiğidir” (Kant 1960:B830). Bu noktada dünya, akıl sahibi özgür bir varlığın dünyada mevcudiyetine bağlı olarak salt “kavranılır” bir dünya olmaktan çıkarak, bir “ahlaksal dünya” (moralische Welt) adını alır (Kant 1960:B836).
Ahlaksal bir dünya aynı zamanda ikinci sorunun da yanıtını ortaya çıkartır: “mutlu olmaya layık olmanı sağlayanı yap” (Kant 1960:B837). Bu tarzda eylemekle mutluluktan pay almayı “umabilir miyim”? sorusunun yanıtı ise doğanın nedeni olarak egemen bir en yüksek aklın varlığına bağlıdır. Yalnızca böyle bir varlık ahlaklılığın ve mutluluğun birbiriyle örtüşebilmesinin güvencesi olabilir. Mutluluk ve akıl sahibi varlığın ahlaklılığı (Sittlichkeit) “en yüksek iyi”yi oluşturur. Ve eğer ancak tanrı varsa ve biz ölümsüz varlıklarsak, ahlaklı ve mutlu olmayı umabiliriz: “öyleyse Tanrı ve bir gelecek yaşam [ruhun ölümsüzlüğü] saf aklın bize yüklediği yükümlülükten yine aynı aklın ilkelerine göre ayrılamayacak iki varsayımdır”(Kant 1960:B839). Ahlaklılık (Sittlichkeit) yalnızca bilge bir ilk yaratıcı ve yöneticinin elinden çıkma bir intelligibel dünyada olanaklıdır. Eğer bir gelecek dünya ve bir tanrı varsayımları yoksa ahlak yasaları (moralische Gesetze) beynin boş uydurmaları haline gelir (Kant 1960:B842).
Bu noktada insan aklının en içsel ilgilerinin düğümlendiği bu üç soruyu insanının yapısıyla ilgisinde ele almak gerekiyor. Bu üç soru, sırasıyla, insanın yapabileceğine, yapması gerekene ve yapmasına izin verilene ilişkindir. Ne yapabileceğini, ne yapması gerektiğini ve neyi yapmasına izin verildiğini soran bir varlık, varlıksal yapısı nedeniyle sınırları olan bir varlıktır. Dolayısıyla bu üç soru sınırlı bir varlığın sınırlarının yapısı hakkında sorduğu sorular olarak görülmelidir (Heidegger 1991:216).
Sonuç olarak, Kant’ın “saf matematik nasıl olanaklıdır?” ve “saf doğa bilimi nasıl olanaklıdır?” sorularına verdiği yanıtlar, insanın “bilme” yetilerinin duyusallık ve anlama yetisinden oluştuğunu, duyusallığın bize şeylerin tasarımlarını verdiğini, anlama yetisinin ise bu tasarımları düşünme yetisi olduğunu gösteriyor. Duyusallık ve anlama yetisi yalnızca ve yalnızca görünüşlerin tasarımlarını üretme ve bu tasarımların çeşitliliğini düşünme yetisidirler. Hem duyusallık hem de anlama yetisi deney alanıyla sınırlı bilme yetileridir. İnsanın bilme yetisinin sınırlı bir erime sahip olması metafiziğin “doğal bir eğilim” (“Naturanlage”) olarak temelinin bir yanını oluşturur. Bu sınırlılık insanın bilme yetilerinin yapısı nedeniyle bu sınırı aşma eğilimini de berberinde getirir. İnsan, bilme yetileri bakımından deney alanı ile sınırlı olmakla beraber, deneyde kendisine verilen ip uçlarından hareket ederek, bütünsel kavramlar düşünebilen, “akıl” sahibi bir varlıktır. Böylelikle Kant’a göre insan, bilme yetisinin açık ve kanıtlanabilir sınırlılığı olmasına rağmen, bu sınırı aşmaya, kendisine dünyada verilenleri sonsuza kadar genişletmeye doğası gereği eğilim duyar.
Bilme yetilerinin sınırlılığının ardından gelen ardından gelen sınırı aşma isteği “doğal bir eğilim” olarak metafiziğin ikinci ayağını oluşturur. Böylece “doğal bir eğilim” olarak metafizik, insanın bilme yetilerinin sınırlılığından ve aklın bu sınırın aşılabileceği sanısını doğuran belirli bir işleyişinden doğar. İnsan türü koşulsuz olanın bilgisine gereksinim duyar, çünkü deney (fizik) alanının nedensel bağlardan oluşan dizisi insanın türünün varlıksal özelliklerinin tatminini sağlamada yetersiz kalır. Deney yasalarına göre verilecek her yanıt bir başka yanıtı daha gerektireceğinden, fiziksel açıklama tarzları “aklı doyurmada” hep yetersiz kalacaktır. Yani sadece deney bilgisi, sonlu bir varoluşu olan ve bu sonluluğun bilincinde olan bir varlığın aradığı güvenceleri veremez. Kant bu güvencenin ahlaksal eylem aracılığı ile sağlanabileceği düşüncesindedir. Kant’ın metafizikle ahlaksallık arasında kurduğu bağlantının arkasında dünya üzerindeki sonlu varoluşumuz bulunur. Böylece insan türünün deneyi aşan konuları sorun edinmesinin köklerinin insanın doğasında bulduğu söylenebilir. Söz gelimi Kant’ın ‘dünyada yalnızca rastlantısallık ve bağımlılık bulunmasının olanaksız olduğunu düşünerek bütün kavramların ötesinde bir varlığın kavramında dinginlik ve doyum aramak zorunluluğunu duymayan kimse yoktur’ düşüncesi böyle bir kökene işaret eder (Kant 1995:106).
Kaynakça
Aristoteles. Metafizik, Cilt I, (Çev:Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 1985
Aristoteles. Metafizik, Cilt II, (Çev:Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 1993
Aristoteles, Metaphysik, (Überstetzt. Franz F. Schwarz), Philipp Reclam Jun. Stuttgart, Stuttgart, 1997
Cassirer, Ernst, Kant'ın Yaşamı ve Öğretisi, (Çev:Doğan Özlem), İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları, 1988
Heidegger, Martin, Phänomenologische Interpretationen von Kants Kritik der reinen Vernunft,
Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main, 1977
Heidegger, Martin, Kant Und Das Problem Der Metaphysik, Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main, 1991
İyi, Sevgi, Çağımızda Metafizik Sorunu, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1999
Kant, Immanuel. Kritik der Reinen Vernunft, (Hrsg Wilhelm Weischedel), Insel Verlag, 1960
Kant, Immanuel. Prolegomena, (Çev: Ioanna Kuçuradi, Yusuf Örnek), Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 1995
Kant, Immanuel. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (Çev: Ioanna Kuçuradi), Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 1995a
Yıldırım, Cemal, Metafizik Üzerine Bir İrdeleme, (Felsefe Tartışmaları 11. Kitap), Kent Basımevi, İstanbul, Şubat, 1992
Ahlaksal bir dünya aynı zamanda ikinci sorunun da yanıtını ortaya çıkartır: “mutlu olmaya layık olmanı sağlayanı yap” (Kant 1960:B837). Bu tarzda eylemekle mutluluktan pay almayı “umabilir miyim”? sorusunun yanıtı ise doğanın nedeni olarak egemen bir en yüksek aklın varlığına bağlıdır. Yalnızca böyle bir varlık ahlaklılığın ve mutluluğun birbiriyle örtüşebilmesinin güvencesi olabilir. Mutluluk ve akıl sahibi varlığın ahlaklılığı (Sittlichkeit) “en yüksek iyi”yi oluşturur. Ve eğer ancak tanrı varsa ve biz ölümsüz varlıklarsak, ahlaklı ve mutlu olmayı umabiliriz: “öyleyse Tanrı ve bir gelecek yaşam [ruhun ölümsüzlüğü] saf aklın bize yüklediği yükümlülükten yine aynı aklın ilkelerine göre ayrılamayacak iki varsayımdır”(Kant 1960:B839). Ahlaklılık (Sittlichkeit) yalnızca bilge bir ilk yaratıcı ve yöneticinin elinden çıkma bir intelligibel dünyada olanaklıdır. Eğer bir gelecek dünya ve bir tanrı varsayımları yoksa ahlak yasaları (moralische Gesetze) beynin boş uydurmaları haline gelir (Kant 1960:B842).
Bu noktada insan aklının en içsel ilgilerinin düğümlendiği bu üç soruyu insanının yapısıyla ilgisinde ele almak gerekiyor. Bu üç soru, sırasıyla, insanın yapabileceğine, yapması gerekene ve yapmasına izin verilene ilişkindir. Ne yapabileceğini, ne yapması gerektiğini ve neyi yapmasına izin verildiğini soran bir varlık, varlıksal yapısı nedeniyle sınırları olan bir varlıktır. Dolayısıyla bu üç soru sınırlı bir varlığın sınırlarının yapısı hakkında sorduğu sorular olarak görülmelidir (Heidegger 1991:216).
Sonuç olarak, Kant’ın “saf matematik nasıl olanaklıdır?” ve “saf doğa bilimi nasıl olanaklıdır?” sorularına verdiği yanıtlar, insanın “bilme” yetilerinin duyusallık ve anlama yetisinden oluştuğunu, duyusallığın bize şeylerin tasarımlarını verdiğini, anlama yetisinin ise bu tasarımları düşünme yetisi olduğunu gösteriyor. Duyusallık ve anlama yetisi yalnızca ve yalnızca görünüşlerin tasarımlarını üretme ve bu tasarımların çeşitliliğini düşünme yetisidirler. Hem duyusallık hem de anlama yetisi deney alanıyla sınırlı bilme yetileridir. İnsanın bilme yetisinin sınırlı bir erime sahip olması metafiziğin “doğal bir eğilim” (“Naturanlage”) olarak temelinin bir yanını oluşturur. Bu sınırlılık insanın bilme yetilerinin yapısı nedeniyle bu sınırı aşma eğilimini de berberinde getirir. İnsan, bilme yetileri bakımından deney alanı ile sınırlı olmakla beraber, deneyde kendisine verilen ip uçlarından hareket ederek, bütünsel kavramlar düşünebilen, “akıl” sahibi bir varlıktır. Böylelikle Kant’a göre insan, bilme yetisinin açık ve kanıtlanabilir sınırlılığı olmasına rağmen, bu sınırı aşmaya, kendisine dünyada verilenleri sonsuza kadar genişletmeye doğası gereği eğilim duyar.
Bilme yetilerinin sınırlılığının ardından gelen ardından gelen sınırı aşma isteği “doğal bir eğilim” olarak metafiziğin ikinci ayağını oluşturur. Böylece “doğal bir eğilim” olarak metafizik, insanın bilme yetilerinin sınırlılığından ve aklın bu sınırın aşılabileceği sanısını doğuran belirli bir işleyişinden doğar. İnsan türü koşulsuz olanın bilgisine gereksinim duyar, çünkü deney (fizik) alanının nedensel bağlardan oluşan dizisi insanın türünün varlıksal özelliklerinin tatminini sağlamada yetersiz kalır. Deney yasalarına göre verilecek her yanıt bir başka yanıtı daha gerektireceğinden, fiziksel açıklama tarzları “aklı doyurmada” hep yetersiz kalacaktır. Yani sadece deney bilgisi, sonlu bir varoluşu olan ve bu sonluluğun bilincinde olan bir varlığın aradığı güvenceleri veremez. Kant bu güvencenin ahlaksal eylem aracılığı ile sağlanabileceği düşüncesindedir. Kant’ın metafizikle ahlaksallık arasında kurduğu bağlantının arkasında dünya üzerindeki sonlu varoluşumuz bulunur. Böylece insan türünün deneyi aşan konuları sorun edinmesinin köklerinin insanın doğasında bulduğu söylenebilir. Söz gelimi Kant’ın ‘dünyada yalnızca rastlantısallık ve bağımlılık bulunmasının olanaksız olduğunu düşünerek bütün kavramların ötesinde bir varlığın kavramında dinginlik ve doyum aramak zorunluluğunu duymayan kimse yoktur’ düşüncesi böyle bir kökene işaret eder (Kant 1995:106).
Kaynakça
Aristoteles. Metafizik, Cilt I, (Çev:Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 1985
Aristoteles. Metafizik, Cilt II, (Çev:Ahmet Arslan) İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi, 1993
Aristoteles, Metaphysik, (Überstetzt. Franz F. Schwarz), Philipp Reclam Jun. Stuttgart, Stuttgart, 1997
Cassirer, Ernst, Kant'ın Yaşamı ve Öğretisi, (Çev:Doğan Özlem), İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları, 1988
Heidegger, Martin, Phänomenologische Interpretationen von Kants Kritik der reinen Vernunft,
Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main, 1977
Heidegger, Martin, Kant Und Das Problem Der Metaphysik, Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main, 1991
İyi, Sevgi, Çağımızda Metafizik Sorunu, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1999
Kant, Immanuel. Kritik der Reinen Vernunft, (Hrsg Wilhelm Weischedel), Insel Verlag, 1960
Kant, Immanuel. Prolegomena, (Çev: Ioanna Kuçuradi, Yusuf Örnek), Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara, 1995
Kant, Immanuel. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, (Çev: Ioanna Kuçuradi), Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 1995a
Yıldırım, Cemal, Metafizik Üzerine Bir İrdeleme, (Felsefe Tartışmaları 11. Kitap), Kent Basımevi, İstanbul, Şubat, 1992
3 Yorumlar
KANT KADAR GENİŞ BİR FELSEFESİ OLAN BAŞKA BİR FİLOZOF TANIMADIM ANLAMASI DA BİR O KADAR ZOR OLAN:))MAKALEYE GELİNCE METAFİZİK BİR YÖNTEMDİR DİYE DÜŞÜNÜYORUM DUYUMLARIMIZI TAMAMLAMAYA ÇALIŞAN BİR YÖNTEM YANLIŞLIĞI İSPATLANAMAZ FAKAT BİR SAFSATA OLDUĞUNU DA DÜŞÜNMEK BANA SAÇMA GELMİYOR SONUÇTA YAŞAM BU HALİYLE DEĞİL DE BAŞKA BİR ŞEKİLDE OLSAYDI MESALA YERÇEKİMİ OLMASAYDI BU KEZ DE ŞUNU DERDİK YERÇEKİMİ OLSAYDI İNSANLAR DÜŞERDİ O NEDENLE YERÇEKİMİ YOKTUR.YANİ DEMEK İSTEDİĞİM METAFİZİK DÜŞÜNME İNSANIN DOĞASINDAN KAYNAKLANIYOR.HUMEUN ÇOK GÜZEL BİR TESBİTİ VAR İNSAN DOĞASININ EĞİLİMLERİNİ BELİRLEMEK FELSEFEYİ BAŞKA BİR NOKTAYA GETİRECEKTİR.SANIRIM İNSAN DOĞASINI ANLAMAK YAŞADIĞIMIZ DOĞAYI ANLAMAK GİBİ BİRŞEY O NEDENLE SINIRI YOK...
Kant'erojen madde desem uygun mudur? Uygundur! ((:
Kant anlaşılmak için çok uğraşmıştır. Genede Nietzche'nin deyişiyle son söz okuyucuya aittir.