FELSEFÎ TEOLOJİYE GİRİŞ - 2

Yukarıdaki tamamen mantıksal kurallara göre bir bölümlemedir. Ancak, dakik olmak gerekirse, rasyonel teolojiyi (a) transcendentalem, (b) naturalem, ve (c)moralem’e ayırmamız gerekir. İlkinde Tanrı’yı sadece aşkın kavramlarla düşünürüm. İkincisinde onu fiziğe ilişkin kavramlarla düşünürüm ve sonuncusunda Tanrı’yı ahlaktan çıkarsanan kavramlarla düşünürüm. Daha yakından tespit edecek olursak, Tanrı’yı (1) derivativum olmayan, başka varlık tarafından belirlenmemiş veya başkasına dayanmayan, ve (2) mümkün ve varolan tüm varlıkların nedeni olan ilk varlık olarak düşüneceğiz. Dolayısıyla Tanrı’yı şu yollarla düşünürüm:

(1) Tanrı’yı genelde bütün eşyayla karşılaştırıp, tüm varlıkların en yücesi ve tüm mümkün şeylerin kaynağı olarak düşündüğüm zaman onu ens originarium [ilk varlık], ens summum [en yüce varlık] olarak düşünürüm. Bir ens summum olarak entiis originarii kavramı aşkın felsefeye aittir. Bu aşkın kavram doğrusu aşkın felsefenin temelidir ve kendisine [1] başka herhangi bir şeyden türemeyen ile [2] her şeyin kaynağı olmak niteliklerinin ait olduğu ilk varlığı ens originarium olarak düşündüğüm özel bir teoloji vardır.

(2) Ens originarium’u summa intelligentia [en yüksek akıl] olarak, yani en yüce varlığın en yüksek akli varlık olarak tasavvur edildiği şekilde düşüneceğim. Kim ki Tanrı’yı sadece ens summum olarak düşünürse bu varlığın nasıl oluştuğunu [olduğunu, ç.] belirsiz bırakır. Ancak Tanrı summa intelligentia olarak düşünülürse o diri bir varlık, ilim ve hür iradesi sahibi yaşayan bir Tanrı olarak tasavvur edilir. Tanrı bu durumda dünyanın nedeni olarak değil, dünyanın meydana getirilmesinde anlığını uygulamak durumunda olan ve keza hür iradeye sahip olan dünyanın yaratıcısı olarak düşünülür. Bu ilk iki nokta theologia rationalis’in içindedir.

(3) Son olarak, entis originarii’nin summum bonum olarak, en yüksek iyi olarak tasavvuru vardır. Bu Tanrı’nın sadece bilginin en yüksek gücü olarak değil, fakat keza bilginin en yüksek temeli olarak, bütün gayelerin bir sistemi olarak olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eder. Ve bu teoloji theologia moralis’tir.

Aşkın teolojide Tanrı’yı dünyanın nedeni olarak tasvir ederiz. Doğa teolojisinde onu dünyanın yaratıcısı, hayat sahibi ve herhangi bir zorlama olmaksızın kendi hür seçme kudretiyle dünyaya varlığını bahşeden hür bir varlık olarak tasavvur ederiz. Ve son olarak, ahlak teolojisinde Tanrı’yı dünyanın hükümdarı olarak düşünürüz. Çünkü O, kendisi için daha başka hiçbir gaye koymuş olmaksızın hür seçme gücüyle bir şey yaratmış olabilirdi. Oysa ahlak teolojisinde Tanrı’yı ahlaki yasalarla ilişkili olarak dünyanın yasa-koyucusu olarak düşünüyoruz.

Bazı Teolojik Terimler

Kim ki hiçbir teoloji’yi asla varsaymasa ateisttir. Kim ki sadece aşkın teoloji’yi varsayarsa deisttir. Deist dünyanın bir nedeni olduğunu kuşkusuz varsayacaktır, ancak bu nedenin özgürce hareket eden bir varlık olup olmadığını belirsiz bırakacaktır. Aşkın teolojide Tanrı’ya ontolojik yüklemler dahi atfedilebilir ve sözgelimi onun gerçekliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Fakat kim ki bir theologiam naturalem’i varsayarsa teisttir. Deist ve teist terimlerinin, ilkinin Latin ikincisinin Grek kaynaklı olmasının dışında, neredeyse birbirinden ayırt edilmeleri olanaksızdır. Teizm sadece bir Tanrıya inanmak değil, fakat dünyayı bilgisiyle ve özgür iradesiyle meydana getirmiş yaşayan bir Tanrı’ya inanmak üzerine kurulmuştur. Şimdi theologia transendentalis’in herhangi bir tecrübe karışımından bütünüyle ari sadece salt akıldan oluştuğu görülebilir. Ancak doğal teoloji için durum böyle değildir. Ona bir tür tecrübenin karıştırılması gerekir, çünkü akıl gibi bir örneğe (örneğin, kendisinden en yüksek anlığı çıkarsadığım insan anlığının gücü) sahip olmam gerekir. Fakat aşkın teoloji Tanrı’yı herhangi bir tecrübeden bütünüyle ayrı olarak temsil eder. Ya değilse, tecrübe bana evrensel bir şeyi nasıl öğretebilir? Aşkın teolojide Tanrı’yı hiçbir sınırlamaya sahip olmayan olarak tasavvur ederim. Bu şekilde kavramımı en yüksek dereceye kadar götürür ve Tanrı’yı kendimden sonsuz derecede uzaklaştırılmış [yüceltilmiş, ç.] bir varlık olarak addederim.

Ancak bu şekilde Tanrı'yı tanımış (bilmiş) olur muyum?

Bundan dolayı deistin Tanrı kavramı bütünüyle aylak ve yararsız olup, bir tek onu varsaymam üzerimde hiçbir etki yaratmaz. Ancak, eğer aşkın teolojinin diğer iki türüne bir başlangıç veya giriş olarak kullanılırsa çok büyük ve bütünüyle mükemmel bir yarara haizdir. Çünkü aşkın teolojide Tanrı’yı tamamen salt bir yolla düşünürüz; ve bu, insanbiçimciliklerin diğer iki teolojiye sızmasını engeller. Bu yüzden aşkın teoloji, bizi hatalardan koruması açısından, en büyük olumsuz yarara sahiptir.

Fakat Tanrı’nın summum bonum, en yüksek ahlaki iyi olarak düşünüldüğü teoloji türüne ne ad vereceğiz? Şu ana kadar bu doğru bir şekilde ayırımlanmış bulunmamaktadır ve böylece onun için herhangi bir ad düşünülmedi. Ona theismus moralis denilebilir, çünkü onda Tanrı ahlak yasalarının müellifidir. Ve dinin temeli olarak iş gören gerçek teoloji budur. Çünkü Tanrı’yı dünyanın yaratıcısı (author) olarak kabul edip, fakat aynı zamanda dünyanın yöneticisi olarak düşünmesem bunun benim davranışım üzerinde asla etkisi olmayacaktır. Ahlak teolojisinde Tanrı’yı doğa alanındaki en yüksek ilke olarak değil, fakat daha ziyade gayeler alanındaki en yüksek ilke olarak düşünürüm.

Ancak ahlak teolojisi yükümlülük kavramının Tanrı kavramını öngördüğü bir ahlak olan teolojik ahlaktan bütünüyle farklı bir şeydir. Böyle teolojik bir ahlakın ilkesi yoktur, veya bir ilkeye sahipse bu ilke Tanrı’nın iradesinin vahyedilmiş ve tezahür etmiş bulunması olgusundan başka bir şey değildir. Fakat ahlak, teoloji üzerine bina edilmemelidir. O kendinde, iyi davranışımızın temeli olacak bir ilkeye sahip olmalıdır.

Bundan sonra teolojiyle birleştirilebilir ve bundan böyle ahlakımız daha fazla saik ve ahlaki açıdan itici bir güce sahip olacaktır. Teolojik ahlakta Tanrı kavramı ödevlerimizi tayin etmek zorundadır. Fakat bu, ahlakın tam tersidir. Çünkü insanlar her türlü en kötü ve korkutucu sıfatları Tanrı kavramlarının bir parçası olarak tasavvur ederler. Şimdi, kuşkusuz bu tasavvurlar bizde korku doğurabilir ve bizi zorlama veya ceza korkusu yoluyla ahlak yasalarına uymaya sevk edebilir. Ancak onlar nesneyi ilginç kılmazlar. Çünkü eylemlerimizin ne kadar iğrenç olduğunu bir daha görmeyiz; sadece ceza korkusuyla onlardan kaçınırız. Doğal ahlak öyle oluşturulmalıdır ki herhangi bir Tanrı kavramından bağımsız bir şekilde düşünülebilsin ve en hararetli bağlanışımız kendi içsel değerini ve üstünlüğünü ortaya koyabilsin. Fakat ahlakın kendisinden pay aldıktan sonra, iyi davranışımızı ödüllendirebilen Tanrı’nın varlığına da dikkate almak bağlanışımızı arttırmaya yarayabilir. Ve bundan sonra ahlak yasalarını gözetlememizde bizi belirleyecek güçlü saiklere sahip olacağız. Bu oldukça zorunlu bir hipotezdir.

Spekülatif teoloji (1) ontoteoloji , (2) kozmoteoloji, ve (3) fizikoteoloji olarak bölümlenebilir. Birincisi Tanrı’yı sadece kavramlarla ele alır (ve o tam da Tanrı’yı tüm imkanın ilkesi olarak gören theologia transencendentalis’tir). Kozmoteoloji mevcut bir şeyi baştan varsayar ve genelde bir dünyanın varlığından en yüce bir varlığa gider. Ve son olarak, fizikoteoloji genelde mevcut dünyanın tecrübesinden yararlanır ve bundan dünyanın bir yaratıcısına ve bir yaratıcı olarak ona ait olan sıfatlar çıkarsar.

Anselm en yüce bir varlığın zorunluluğunu bir entis realissimi kavramından yola çıkarak sadece kavramlarla inşa etmeye çalışan ilk kişiydi. Bu teoloji pratik açıdan büyük bir yarara haiz değilse de hala kavramlarımızı saflaştırma ve duyum dünyasına ait insanlar olarak soyut Tanrı kavramına atfedebileceğimiz her şeyden onları arındırma avantajına sahiptir. Bu mümkün bütün teolojilerin temelidir.

Kozmoteoloji en dikkate şayan bir şekilde Leibniz ve Wolff tarafından ele alınmıştır. Bu teoloji türünde bir tecrübe nesnesinin varolduğu farz edilmiş ve daha sonra en yüce varlığın mevcudiyeti bu salt tecrübeden kalkılarak ispatlanmak için çaba ortaya konmuştur. Wolff, tüm imkanın temelini ihtiva eden bir varlığın mevcudiyetinin sadece böyle bir varlığın kavramından kanıtlanacağından kuşku duydu. Bu yüzden dedi ki: Bir şey vardır. Şimdi o ya kendisi için varolmalıdır ya da varlığının temeli olarak bir nedeni olmalıdır. İlk neden bütün varlıkların varlığı olmalıdır. Bu yüzden kozmoteolojinin tam da ontoteoloji kadar soyut olduğunu görmekteyiz, çünkü, ya kendisi için varolan ya da varlığının temeli olarak bir başka nedene sahip bir şeyin varolduğunu, bana söylenmesi fazla yardımcı olmuyor. Ve bu nedenin kendinde her mükemmelliği içerip içermediğini araştırırsak sonuç, tüm varlıkların bir varlığının, başka hiçbir şeye dayanmayan bir ilk varlığın varolması, gerektiği kavramıdır.

Bütün dünya popülariteyi hedefliyor ve kolayca kavranan örnekler aracılığıyla kavramlara nüfuz etmeye çabalıyor. Bu yüzden en yüksek kavramı bile sezgisel bir kavramayla çalışmak için iyi bir neden vardır. Fakat sağlam bir ayak yeri de elde etmek ve tecrübe sahasının dışındaki labirentlerde dolanıp durmamak için mutlak fikrin in concreto temsil edilmesi de haklı olarak arzulanmıştır. Bu yüzden fizikoteolojiye geliyoruz. Fizikoteoloji bir çok kimse tarafından ele alındı ve zaten Anaxagoras ile Sokrates’in öğretilerinin temeliydi. Fizikoteoloji en yüce varlığı en yüksek akıl ve gayelilik, düzen ve güzelin yaratıcısı olarak sunma elverişliliğine sahiptir. Bütün insan ırkına uyarlanmıştır, çünkü aydınlatabilir ve Tanrı kavramlarımıza sezgisel bir müracaat yolu açabilir. Fakat fizikoteolojinin hiçbir belirlenmiş Tanrı kavramına sahip olamayacağı da keza ifade edilmelidir. Çünkü sadece akıl, eksiksizliği ve bütünlüğü temsil edebilir. Fizikoteolojide Tanrı’nın gücünü görüyorum. Fakat bunun kesin bir şekilde her şeye gücü yeten veya gücün en yüksek derecesi olduğunu söyleyebilir miyim? Bu yüzden en yüksek bir mükemmellik türünü çıkarsayamam.

Ontolojik Kanıt

Bu kanıt bana kendisinde en yüksek mükemmelliği bütün yüklemleriyle belirlenmiş olarak düşünebildiğim ontoteoloji verir. Fakat aklımızın eşya hakkında yaptığı yargılar ya olumlu ya da olumsuzdurlar. Yani, bir şeyi bir şeyle yüklemlediğim zaman o şeye atfettiğim bu yüklem bir şeyin o şeyde olduğunu (veya biraraya geldiğini), veyahut bir şeyin onda olmadığını ifade eder. Bir şeyde varlığı ifade eden bir yüklem bir gerçeklik içerir, yokluğu ifade eden bir yüklem onun değillemesini (eksikliğini) içerir. Her değilleme (olumsuzlama) bir gerçekliği varsayar. Bu yüzden bir değillemeyi ona zıt olan gerçekliği bilmeksizin bilemem. Çünkü, neyin eksik olduğunu bilmeksizin, sade bir eksikliği nasıl algılayabilirim?

Dünyadaki her şey kendisinde gerçekliklere ve eksikliklere (negations), sahiptir. Sadece eksikliklerden oluşan ve her şeyden yoksun bir şey bir hiç, bir şey-olmayan (non-entitity) olacaktır. Bu yüzden her şey, bir şey olacaksa, bazı gerçekliklere sahip olmak zorundadır. Dünyadaki her şey keza bazı eksikliklere sahiptir ve eşya arasındaki ayırımı oluşturan tam da gerçeklikler ile eksiklikler arasındaki bu ilişkidir. Fakat eşyada, tekabül ettiği gerçeklikleri dünyada asla bulunamayacak bazı eksiklikler buluruz. Eğer bu eksiklikler gerçekliğe olan sınırlamalardan başka bir şey değilse, bu eksiklikler nasıl mümkündür? Bu şeylerdeki gerçekliğin büyüklüğü hakkında nasıl bir fikir sahibi olabilir ve mükemmelliklerinin derecesini nasıl belirleyebiliriz? Akıl kendi doğasının ilkelerine göre eşyadaki gerçekliğin derecesine ilişkin yargıları sadece tümelden tikeli çıkarsadığı için, kendisiyle başlayacağı ve ona göre diğer bütün şeyleri ölçebileceği maksimum bir gerçekliği düşünmek zorundadır. Tüm gerçekliklerin kendisinde içerildiği bu tür bir şey bir tek tam (complete) şey olacaktır, çünkü tüm mümkün yüklemler bakımından mükemmel bir şekilde belirlenmiş olacaktır. Ve tam da bu yüzden böyle bir ens realissimum [en gerçek varlık] keza bütün diğer şeylerin imkanının temeli olacaktır. Çünkü, sadece sonsuz birçok yolla sınırlanmış şekilde en yüce gerçekliği düşünmek suretiyle sonsuz bir şekilde birçok şeyin imkanını düşünebilirim. Bazı gerçeklikleri alıkoyup, onları sınırlarsam ve diğer gerçeklikleri tamamen dışarıda bırakırsam, bu durumda hem gerçeklikleri hem de eksiklikleri olan ve sınırlamaları daha büyük bir gerçekliği öngören bir şeye sahip olurum. Mesela, belli bir ışığı düşünebiliriz ve karanlığı ışıkla karıştırmak suretiyle onun sonsuz tonlarını (modifications) da düşünebiliriz. Bu durumda ışık gerçeklik, karanlık da eksiklik olacaktır. Şimdi daha fazla ışık, daha az karanlık veya daha az ışık, daha fazla karanlık düşünebilirim; ve çok ve azı ölçme kurallarına göre her bir durumda ne düşünürsem, ışığın boyutları ve tonları olacaktır.

Aynı ilke bakır hakkaklamayı ve işlemeyi izah eder. Nasıl ki bu sanatlarda hafiflik ondan doğan bütün tonların (modifications) imkanının temelini içeriyorsa, böylece aynı şekilde yokluklar ortaya çıksın diye ens realissimum sınırladığım zaman o bütün diğer şeylerin imkanının temelini kapsar. Anlığın bu salt kavramı, her gerçekliğe sahip bir şey olarak Tanrı kavramı her insanın anlığında bulanmalıdır. Ancak bu kavramın nesnesi de gerçek (actual) mi? Bu başka bir mesele. Böyle bir varlığın varolduğunu kanıtlamak için Descartes her gerçekliği kendinde toplayan bir varlığın, varolmak da bir gerçeklik olduğundan, zorunlu olarak varolması gerektiğini ileri sürdü. Bir ens realissimum düşünürsem, bu gerçekliği de onunla birlikte düşünmek zorundayım. Bu yolla o, böyle bir varlığın zorunlu varlığını sadece anlığın salt bir kavramından çıkarsadı. Ve bu kesinlikle muhteşem bir şey olacaktı, keşke kanıtı doğru (correct) olsaydı. Çünkü bu durumda bizzat kendi aklım böyle bir varlığın varolduğunu farz etmeye beni zorlayacak, ve onun varolduğunu inkar etmek isteseydim kendi aklımdan vazgeçmek zorunda kalacaktım. Dahası, sadece bir böyle varlığın olabileceğini ayrıca tartışmasız olarak kanıtlayabilirdim. Çünkü gerçek olan her şeyi kendisinde biraraya getiren birden fazla varlığı düşünemezdim. Böyle birkaç varlık olsaydı, onlar ya realissima olamayacaktı, veyahut bir ve aynı varlık olmak zorunda olacaklardı

Kozmolojik Kanıt

Bu kanıtta bir şeylerin varolduğunu varsayıyorum (dolayısıyla bir tecrübeyi öngörüyorum), ve böylece bu varsayım üzerine bina edilen kanıt artık daha önce tartıştığımız aşkın kanıt gibi salt akıldan çıkarsanmış değildir. Fakat kendisiyle başladığım tecrübe imkan dahilinde varsayabileceğim en yalın tecrübedir. O tam da varolduğumun tecrübesidir. Leibniz ve Wolff’un dediği gibi iddia ederim ki: Ben ya zorunluyum ya da olumsalım. Fakat Ben’de olup biten değişiklikler Ben’im zorunlu olmadığımı gösterir. Öyleyse Ben olumsalım. Ancak, Ben olumsalsam, benim dışımda bir yerde varoluşumun bir temeli olmalıdır, ki bu benim neden böyle olup, başka türlü olmadığımın nedenidir. Varoluşumun bu temeli mutlak anlamda zorunlu olmalıdır. Öyle ki, o da olumsal olsaydı, bu durumda varoluşumun temeli olamazdı, çünkü onun [da] bir kez daha varoluşunun temelini kapsayan başka bir şeye ihtiyacı bulunurdu. Ancak bu mutlak olarak zorunlu varlık, bizzat kendi varlığının temelini ve sonuçta bütün dünyanın varlığının temelini kendinde içermek zorundadır. Çünkü bütün dünya olumsaldır, ve bu yüzden kendi içinde neden böyle olduğunun ve başka türlü olmadığının nedenini içeremez. Fakat her şeyin varlığının temelini kendinde barındıran bir varlık, kendi varlığının temelini de kendinde içermek durumunda olacaktır. Çünkü onun kendisinden çıkarsanabileceği başka bir şey yoktur. Ve bu varlık Tanrı’dır. Daha sonra Wolff böyle bir varlığın en yüksek mükemmelliğini onun mutlak zorunluluğundan çıkarsama yoluna gitti.

İlk kaynağına ilişkin şeyler bir yana, bu kozmolojik kanıt temelde tıpkı aşkın kanıt kadar soyuttur. Çünkü bu kaynak ampiriktir, ama ondan sonra burada da sadece salt kavramlarla iş görmek durumundayız. Kozmolojik kanıtta aşkın kanıtın varsayıldığını ve kozmolojik kanıta bütün gücünü onun verdiğini görmek kolaydır. Diğer yandan, daha önceki kanıt yanlışsa, bu ikinci kanıt kendiliğinden çöker. Çünkü en mükemmel bir varlığın zorunlu olarak varolması gerektiğini kanıtlayabildiğim takdirde, diğer yandan, mutlak olarak zorunlu bir varlığın en mükemmel varlık olması gerektiği sonucuna varabilirim.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP