OSMANLI DÜNYASI'NDA MANTIK BİLİMİ ve EĞİTİMİ - 1

Abdulkuddûs BİNGÖL

Bilinenden bilinmeyene intikalde zihni hatadan koruyan kanun ve prensiplerin bilgisi olan Mantık Biliminin kurucusu, bilindiği gibi, Aristoteles (M.Ö. 384-322)'dir. Aristoteles'ten önce müstakil Mantık çalışmaları yoktur. Bununla beraber Elealı Zenon ile Pythagore (MÖ. VI. yüzyıl) arasındaki felsefî tartışmalar, Mantık alanındaki ilk araştırmaları başlatmış; Sofistler'e karşı çıkan Sokrates (M.Ö. 469-399), Matematik ve Fizik ilimlerde olmasa bile, ahlâkî kavramlarda sabitlik olduğunu öne sürerek Genel Kavramlar (Külliler-Tümeller) teorisinin ilk kurucusu olmuş; Platon (M.Ö. 427-347), bu teoriyi bütün bilgi alanlarını kuşatacak şekilde genişletmiş ve Akıl Yürütme konusunda da dikkate değer görüşler ortaya koymuştur. Kuşkusuz bütün bunlar Aristoteles mantığının konularını hazırlayan çalışmalardı. Ancak Platon'da dahi mantık konulan Bilgi Teorisinden sarahaten henüz ayrılmış değildi. İşte Aristoteles, Grek Dünyası'nda kendinden önce gelişen bu çalışmaları da çok iyi değerlendirerek, adeta her şeyi yerli yerine koyan bir mimar gibi, mantığa müstakil bir disiplin olma hüviyetini kazandırmış ve ORGANON adlı eserini meydana getirmiştir. Organon, bize kadar ulaşan Klâsik Mantığa (Suri Mantığa) ait tam ve mükemmel biricik eserdir. Dolayısıyla Mantık Bilimi'nin ilk âbidesi sayılmakta haklıdır.

Gerek İslam Kültür Dünyasında ve gerekse Batı'da asırlar boyunca Mantık konusunda yapılan çalışmalar, Aristoteles 'in fikirleri etrafında gelişmiş ve Aristoteles tek otorite olarak kalmıştır.

Aristoteles Organon'u altı kitaptan oluşmaktaydı. Daha sonra Stoacılar ve Yeni Platoncular konu üzerinde çalışmalarını sürdürmüşler; bu dönemde Aristoteles'in iki eseri Retorika ve Poetika da Organon külliyatından sayılmış, ayrıca Yeni Platoncu Porphyrios (M.S.232-304)'un İsagoji'si de Aristoteles Organonunun başına eklenmiştir. Böylece önce İskenderiyeli Sarihlerin, sonraları hıristiyan Süryanilerin elinde şerh ve tercüme edilmek suretiyle asırlarca incelenmiştir.

İslam Dünyası'na geçmeden önce Süryanilerde Mantık külliyatını dokuz kitap olarak görmekteyiz:

-EİSAGOGE,
-KATEGORİLER,
-PERİ-ERMENEİAS,
-I. ANALİTİKLER,
-II.ANALİTİKLER,
-TOPİKA (DİALEKTİKA),
-SOFİSTİKA,
-RETORİKA,
-POETİKA.

Bu tespit genelde İslam, özelde Osmanlı Kültür Dünyası'naa mantığın şekillenmesi bakımından oldukça önemlidir. Zira Osmanlı Dünyası 'nda mantığı, İslâm Dünyası 'nda mantıktan soyutlamak mümkün değildir. Zaten bizim bu sunuşta yapmaya çalıştığımız da İslam Mantık Tarihi 'nin özel bir bölümünü, Osmanlı dönemini kısaca irdelemektir. Başka bir ifade ile İslâm Mantığına Osmanlı Kültürü açısından bakmaktır.

Müslümanlar, miladi VII. Asrın ortalarında fethettikleri Suriye ve civarında Aristoteles Mantığı 'nin oldukça inkişaf etmiş olduğu bir şekliyle karşılaşmışlar ve İslam Dünyası'naa ilk mantık metinleri de yine bu Süryanice metinlerden Arapça'ya yapılan çevirilerle oluşturulmuştur. Abbasiler devrinde ve bilhassa el-Monsur (754-755) ve el-Memun (814-833) zamanlarında gerçekleştirilen yoğun tercüme faaliyetleri sonucunda, Aristoteles'in bütün mantık külliyatını ve Porphyrios'un İsagoji'sini bazı şerhJeriyle birlikte Miladi IX. Asırda Arap dilinde görmek mümkün olmuştur.

Hemen belirtelim ki, çeşitli kültür çevrelerinin birbirlerini tanımalarında ve yeşerip, dallanıp budaklanmalarında tercüme faaliyetleri her zaman olumlu bir rol oynamıştır. Tarihte, Sümer dilinden Çince'ye, Akkad dilinden Hintçe'ye , Asur dilinden Türkçe'ye, Grek dilinden Arapça'ya... vb. dillerinde ortaya koyulan eserlerin karşılıklı olarak yapılmış olan tercümeleri özellikle kültürün bilim ve felsefeyi oluşturan entelektüel diliminde verimli sonuçlar sağlamıştır. Bu bakımdan tercüme devrini yaşamış olmayı, bir kültür çevresi için önemli bir şans kabul etmek gerekir.

Hiç kuşkusuz bu tercüme faaliyetleri büyük bir telif faaliyetini de hazırlamış, el-Kindi (Öİ.873) ile birlikte tercüme faaliyetlerini aşan eserler ortaya çıkmaya başlamıştır. el-Kindi 'nin Analitiklerle ilgili bir incelemesinin yanında, Kitap al-makûlat adıyla orijinal bir te'lifi olduğu da rivayetler arasındadır. Ne var ki, bu ilk dönemlerde Apodiktika, Keteguryas Analitik al-Ûlâ, Topika, Sofistika...vb. gibi Yunan mantık terimlerinden büyük bir kısmı aynen muhafaza edilmiş, yerlerine Arapçalarının konulması için uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. Zira çeşitli tercümelerde aynı kavramlara farklı terimler teklif edilmiş, bunlar kesin şeklini alıncaya kadar bir çok safhadan geçmiştir. Ancak bundan sonradır ki, sistemli bir mantık dilinin oluşması, İslam Mantığının Grek Düşüncesinin çıraklığından çıkıp şahsiyet kazanması mümkün olabilmiştir.

Tercümeler devrini kapatıp, yetkin, tam, kendi felsefe sistemiyle tutarlı ve zengin muhtevalı eserler ortaya koyarak mantığa İslâm Kültürünün hüviyetini kazandıran ilk filozof Uzlukoğlu Fârâbi ( 870-950) olmuştur. İslâm Kültür Dünyası 'nda Mantıkçılar arasında üstün bir şöhrete sahip olan bir başka Türk asıllı filozof İbn Sina (980-1037) ile de adeta bir İslâm Mantık Geleneği kurulmuştur. Bu gelenek her ne kadar Stoacı ve Yeni Eflatuncu süzgeçten geçen Aristoteles ve Porphyrios'un eserlerine dayanmış olsa da, bu İslâm Kültür Çevresinde X.Yüzyılda ortaya koyulan bu çabaların değerini azaltmaz. Çünkü Kavramın incelenmesi ve çeşitli yönleriyle araştırılmasından itibaren Beş Tümelin Tanımı, Adsal Tanımlar, Modalité ve Modal Önermeler ve nihayet Kıyasın Formu ve Maddesi açısından yapılan araştırmalar, Arap Dilinin özellikleriyle de birleşince, genel Mantık tarihi içersinde kendine özgü nitelikleriyle bir İslâm Mantığının veya bir İslâm Mantık Tarihinin oluşumunu da sağlamıştır.

Son araştırmalar göstermektedir ki, Aristoteles Mantığının yapısını en iyi şekilde kavrayan bu iki Müslüman Türk filozof, Fârâbi ve İbn Sina, sistemli bir mantık külliyatını ortaya koymuşlar ve Mantık Biliminin İslâm Kültür Dünyası'nda gerektiği şekilde yerleşip hakkıyla anlaşılmasına büyük hizmette bulunmuşlardır. Bu iki filozoftan Fârâbi, Mantığı sekiz kitap (bölüm) halinde incelerken, Porphyrios'un İsagojisini'de mantığa giriş olarak sisteminin başına koymuştur. Bu sekiz kitap Aristoteles'in sekiz kitabına karşılıktır. İbn Sina'da, da mantığın bölümleri Fârâbi 'deki gibidir. Şu farkla ki İbn Sina "Karşılıklı fikir alış-verişinin sâdece dil vasıtasıyla yapılabildiğini, anlam ile söz arasında herhangi bir ilişkinin bulunduğunu, ancak bu ilişkinin tabii türden olmadığını, çoğu kez sözün durumlarının anlamın durumlarını etkilediğini, bunun için de mantıkçının toplumdan topluma değişen şekliyle değil, mutlak anlamda dilin hallerini araştırması gerektiğini" belirterek mantığın ilk konusunun "Sözün Araştırılması" (Bâb al-Elfaz) olduğunu söylüyor ve böylece İbn Sina'dan itibaren İslâm Kültür Dünyası'nda mantığın muhtevası On Bölüm olarak şekilleniyor. Ancak Tümeller Konusunda din bilginleri, özellikle de Kelamcılar ve Hadisciler ile mantıkçılar arasında ortaya çıkan ihtilaf, Manftk ilmine karşı menfi bir tavrın ortaya çîkmasına da neden olmuş, bu durum "Mantık bilmeyenin ilmine itibar olunmaz" diyen ve Mantık Bilimini Sünni İslâm Kelâmına sokmağa muvaffak olan Gazzâli (öl.llll ) ile değişmiştir.

İlk olarak Gazzâli el-Mustasfa 'sının ilk bölümlerini Mantık konularına tahsis etmiş ve bu suretle mantık fiilen Usûl İlimlerinde (Dini ilimler Metodolojisinde) önemli bir rol oynamıştır. Usûlcüler mantığın özellikle Kavram Tahlili, Delâlet ve Ta'rif (Tanım) konularından son derece yararlanmışlardır. Uygulama alanlarında yararlı olması açısından mantığın bu konulan gerektiğinden fazla incelenmiş ve mantık yalnız felsefecilerin uğraştığı bir alan olmaktan çıkmıştır. Ali Sedat'ın ifadesiyle "Din İlimlerinde ve Kelâm araştırmalarında İslâm bilginlerinin metodlarının esasını Mantığın temel kuralları" oluşturmaktaydı. Bununla beraber, Aristoteles'in Cevher tanımının İslâm akidesiyle telifini imkânsız gören kelamcıların etkisiyle, mantık kitaplarından Kategoriler bölümü çıkarılmıştır.

Öte yandan XI. Yüzyıl, İslâm Dünyası'nda eğitim ve öğretim bakımından bir dönüm noktasıdır. Bilindiği gibi önceleri dağınık ve hususi şekillerde yapılan öğretim, ilk defa Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan zamanında bir sisteme bağlanmış ve devlet himayesi altına alınmıştır. Çağının en yüksek eğitim-öğretim müessesesi, Nizamiye Medresesi kurulmuş (M. 1066) ve ders programları tespit edilmiştir. Bu programlarda Dini İlimler'm yanında, Felsefe, Mantık, Sarf-Nahiv, Matematik, Hey'et gibi ilimlerin yer aldığı da bilinmektedir.

Böylece XI. Yüzyılda Mantık, İslam Kültür Dünyası'nda hem en geniş muhtevasına kavuşmuş, hem uygulama alanı bulmuş ve hem de kurumlaşan eğitimde önemli bir yer tutmuştur. Bunun sonucu olarak da, bt yüzyıldan itibaren yazılan mantık kitaplarında daha çok Pedagojik amaçlar güdülmüş, mantığın İslâm Dünyası'nda bu döneme kadar kaydettiği gelişmeler doğrultusunda, üzerinde durulan bütün konuları içeren müstakil eserler ortaya koyulmuş ve bu eserler üzerine de çok sayıda şerhler ve haşiyeler yapılmıştır. Bu eserler bazen ilk bilgileri verecek düzeyde kısa ve özlü, bazen daha ileri seviyelerde ve hatta uzmanlık düzeyinde geniş ve tahlili niteliktedirler. Meselâ, al-Ebheri (öl.1264)'nin İsaguci 'si birinci türün, al-Semerkandi (öl. 1302)'nin Kıstas'ı ise ikinci türün en güzel örneklerindendir. Osmanh öncesi dönemin son halkalarında bulunan bu eserler, tertip ve anlatım yönünden orijinaldirler. Her ikisi için de sahifelerce şerhler ve haşiyeler yazılmıştır. Bu eserlerde artık ilk dönem eserlerde gördüğümüz Mantık konularının dokuz kitap veya dokuz bölüm halinde ele almıp incelenmesi gibi bir tertip söz konusu olmadığı gibi, konular açıklanırken hem daha öncekilere atıflarda bulunulmakta ve hem de tam bir yetki ile tartışılmaktadır.

Artık mantık konuları iki temel başlık altında toplanarak, Mantık Tasavvurat ve Tasdikat bölümlerine ayrılmakta ve bunlar da kendi içlerinde tali başlıklara bölünerek işlenmektedir. İşte Osmanlı Dünyası'nda, Mantık Bilimi'nin muhtevasını, diğer birçok alanda olduğu gibi İslâm Kültür Mirası 'nın ortak malı olarak Osmanlılara intikal eden bütün bu gelişmeler oluşturmaktadır. Bu muhteva, XIX. Yüzyılın son çeyreğine kadar özde hemen hiçbir değişiklik göstermeden hâkim anlayış olacak; daha Bursa'da Kaplıca ve Yıldırım medreselerinden, Edirne'nin Üç Şerefeli, Üsküp'ün İshak Paşa ve İstanbul'un Medaris-i Semaniye 'sine kadar yurdunun her köşesindeki medrese eğitiminde önemli bir yer işgal edecektir. Bu muhtevaya bir ad koymak gerekir ise Aristoteles 'in Mantık Anlayışına Dayalı Fârâbi ve İbn Sina Geleneğine Bağlı Mantık Anlayışı demek doğru olur. Esasen bu, İslâm Mantığı 'nın tanımlayıcı karakteridir.
1 | 2 | 3

  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP