GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 4
|
Gazzali'ye göre aklın ve naklin önemi
Gazzali, kendi hayatındaki özel bir devre bir tarafa bırakılırsa din ve dünya işlerinin beraberce yürütülmesine taraftar olmuştur. Hz. Muhammed "yarın ölecekmiş gibi ibadet et, hiç ölmiyecekmiş gibi de dünya işlerine çalış" diye buyurmuştur. Nitekim Gazzali, yaptığı bir tasnifte bu yolu tutanları öğmüştür. Bu sınıflamaya göre insanlar 3 gruba ayr ılır:
1— Ahirete iltifat etmeyip dünyaya dalanlar.
2— Bütün güçleriyle Ahirete yönelenler.
3— Hem dünyanın, hem Ahiretin hakkını veren mutavassıtlar.
Gazzali bu gruplar içinde faziletçe en üstün olanların, üçüncü gruba girenlerin olduğunu yazmıştır. Peygamberlerin din ve dünya işlerini beraberce yürüttüklerini söylemiştir.
Gazzali aklın ve naklin doğruyu bulmakta beraber olduğuna da işaret etmiştir. Ona göre yalnız aklı reddedip nakli bilgilerle yetinenler, Allah' ın yarattığı bir nurdan mahrum kalırlar. Akıl, Şeriata zıt bir şey değildir. Aksine onu doğrulayıcıdır. Akıldan faydalanmasını bilmiyenler çelişik şeyleri bile olduğu gibi kabul ederler. Örneğin bir insanın aynı anda iki yerde bulunabileceğini bile düşünürler. Şu kadar var ki yalnız aklı esas alıp nakle yüz çevirenlerde güneşin ışığını inkar edenlere benzerler. Bu gibiler, akıllarına uygun nasları kabul etseler bile kendilerince akla uygun görünmiyen nakli delilleri doğrulamazlar. Oysaki bunlar tevilin kanununu bilmiyenlerdir. Çünkü akılla naklin uyuşması bir çok hallerde mümkündür. En doğru yolu tutan kimseler akla ve nakle beraberce değer verenlerdir. Tevil kurallarını iyi bilenler, akıl ve nakil arasında çelişiklik bulmazlar. Şu kadar var ki Allah'a, Peygambere ve Ahiret hayatına iman tevilin dışında tutulmalıdır. Tevil yapacak olanların şu kurallara özellikle uyması gerekir.
1—Her sorunda akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmaktan sakınmak gerektirir Nitekim ulu Tanrı "size ilimden az bir şey verildi" diye buyurmuştur.
2— Akıl delilini asla yalanlamamak. Şeriatin bile akıl vasıtasiyle bilindiğini unutmamak icabeder.
3—Tevilde ihtimaller çeşitli olduğu zaman kesin bir hüküm vermekten kaçınmak gerektir. Çünkü Allah'ın ve Peygamberin sözleri hakkında zanla hüküm vermek doğru değildir. Yukardaki kuralları gözetmek şartiyle akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmakta hiç bir sakınca yoktur.
Gazzali, akla çok önem veren bir düşünürdür. İhya'da ve Mizan al-Amel'de aklın yaratılan en şerefli nesne olduğunu söylemiştir. Mişkat al-Envar'da her şeyin özüne, sırrına ve gerçeklerine ancak aklın ulaşacağını, sebep ve hikmetleri çözeceğine işaret etmiştir. Akıl için uzaklık ve yakınlık söz konusu değildir. Akıl bir anda göklerin en yüksek noktasına çıkıp yerin dibine tekrar inebilir. Çünkü akıl Allah'in buhurundan bir örnektir."
Gazzali, akla verdiği bu şerefli değere rağmen gerçek ilahi bilgiyi elde etmekte onu yeter bulmuyor. İhya'da "akli ilimler kalbin selâmetine yeter değildir" demiştir.
Ona göre insan için en doğru yol, akıl ile nakli birleştirmek ve ikisine birden dayanarak kalbi kötülüklerden temizlemeğe çalışmaktır. Tevilin kurallarına uyulduğu takdirde bir çok güç sorunlarda dahi akıl ve naklin uyuştukları anlaşılır.
Şeriat bir bina, akıl da onun temeli gibidir. Bina olmadıkça, temel yetmez. Temel olmadıkca da bina sağlam olmaz. Akıl göze, şeriat ise ışığa benzer. Dışardan ışık gelmedikçe göz görmez. Gözsüz sırf ışıkla da görmek mümkün de ğildir.
İşte akıl ve tevil konusunda yukarda genel olarak görüşlerinden söz ettiğimiz Gazzali, bazan çelişikliğe de düşmektedir. Nitekim Mişkat al-Envar'da ve ar-Risalet al-Ledunniye'de tevil hususunda çok ileri gitmiştir. Hattâ Peygamberin her sözünün altında bir rumuz bulunduğunu ima etmiştir." Keza Cevahir al-Kur'an'da" Kur'an' ın zahirine kıymet vermiyerek asıl mananın bâtında bulunduğunu, Kur'an' ın rumuz ve işaretlerle dolu olduğunu ileri sürmüştür. Halbuki Gazzali, al-Kıstas al-Mustakim'de, Kavasım al-Bâtiniye'de ve al-Kanün fi't-Tevil de gereğinden fazla tevile taraftar olmanın aleyhinde bulunmuştur. İhya'da zahir ile batının beraber olduğu tezi üzerinde durmuştur. Fakat daha önce de dokunduğumuz gibi Gazzaliyi bu gibi çelişmelerinden dolayı mazur görmek gerektir.
İbn Tufeyl (Ölm.H.581/M.1185)'in de belirttiği gibi, Gazzali, kendi görüşlerini şu 3 zümreye göre açıklamıştır:
1—Halkın katıldığı ve benimsediği görüşler.
2— Soranlara ve öğrencilere göre olan cevaplar.
3—İnsanın kendisine has olan görüşler. Bu bölüme giren görüşler ancak fikirdaşlara ve sırdaşlara açıklanabilir.
Gazzali, Cevâhir al-Kur'an'da herkese açmadığı görüşlerini bir eserine dercettiğini haber veriyor. Onun bu ifadesi de yazıları arasındaki bazı küçük çelişmelerin nedenini göstermektedir. Çelişik görünen bazı ifadeleri, Gazzali'nin değerini asla küçültmez. Bir gül bahçesinde bazı sarmaşıkların da bulunması mümkündür. Gazzali, İslam düşüncesinin yetiştirdiği eşine az rastlanan büyük bir düşünürdür. Allah ondan razı olsun.
Gazzali'nin kelâm anlayışı
Yukarda da dokunduğumuz gibi Gazzali, bazı kimselerin kelâm ilmiyle uğraşmalarını hoş karşılamamıştır. Bununla birlikte imanı ve anlayışı kuvvetli olanların, akla gelen küçük şüpheleri yoketmek ve bazı kimselerin müşküllerini çözmek için kelâm ilmiyle uğraşmalarını yerinde bulmuştur.
Gazzali, başkalarının müşküllerini çözmek ve sapıklara karşı İslâmiyeti savunmak amaciyle kelâm ilmiyle uğraştı . Nitekim Kur'an'da bile sapıklara ve kâfirlere karşı delil soran âyetler vardır: "Ondan başka tanrılar mı edindiler? Sen onlara deliliniz varsa getirin de"."Ta ki helâk olan apaçık bir delilden sonra helâk olsun, diri kalan da apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın". "Allah kendine evlat edindi dediler. Haşa Allah bundan münezzehtir, o mustağnidir. Gökte ve yerde ne varsa hepsi onundur. Yanımızda iddianıza ait hiç bir delil de yoktur". "Onlarla en iyi ve en güzel olanı delil göstererek mücadele et". "Musa'yı açık deliller ve mu'cizelerle gönderdik". "Bu, İbrahim'e kavmine göstermek üzere verdiğimiz delilimizdir" "Yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök fesada uğrarlardı". "Eğer kulumuza indirdiğimiz vahiylerden şüphe ediyorsanız, (gücünüz yettiği takdirde) onun gibi bir süre getiriniz", "Onu ilk kez yapan diriltir de".
Bu âyetler yanında, Sahabenin gerekince sapıklara ve kâfirlere karşı deliller kullanarak mücadele ettikleri de bilinmektedir. Mantık ve dini delillerle sapıkları doğru yola çağıran Sahabe'den birisi, Hz. Ali'dir. Hariciler ona karşı koymuşlardı. Onun Cemel vakasından sonra, müslüman esirlerden ganimet almadığından ve cariyeler almağa müsaade etmediğinden yakınıyorlardı . Hz. Ali de "bu hükümler kâfirler hakkındadır. Bir müslüman kadının savaş sebebiyle bir müslüman erkeğe cariye olarak verilmesi caiz de ğildir. Hz. Aişe'yi birinize verseydim helâl bulurmuydunuz? Biliyorsunuz o müslümanların anasıdır" diye seslendi. Bunun üzerine ona karşı koyanlardan 2000 kişi hatalarını anlıyarak tekrar Ehl-i Sünnet yoluna döndüler.
Yine Hz. Ali'nin ve Hz. Hasan' ın kaderci görüşlü bazı kimselerle tartıştıkları ve onların bazılarını ikna ettikleri söylenir. Abdullah b. Mes'ud'la Yezid b. Umeyre'nin iman hakkındaki tartışmaları daha ilgi çekicidir. Abdullah b. Mes'ud "ben müminim demek ben Cennete giderim demektir" diye söyleyince Yezid b. Umeyre şöyle karşılık vermiştir: " İman Allah'a, Peygamberlere, meleklere, kitaplara, yeniden dirilmeğe, hesap gününe inanmak, namaz, oruç ve zekâtın gereğini yapmaktır. Bizim buna rağmen günahlarımız vardır. Eğer bu günahlarımızın bağışlanacağını bilirsek, Cennete gideceğimizi biliriz. Bunların bağışlanıp bağışlanmıyacağını ise ancak Allah bilir. Bu sebeple biz mu'miniz deriz ve fakat cennete gideriz diyemeyiz". Bu delil karşısında Abdullah b. Mes'ud hatasını anladı ve fikrinden vaz geçti.
Şu noktaya da işaret etmek gerekir ki Sahabe devrinde bu gibi tartışmalar yaygın değildi. Kelâm ilmine dair eser yazılmadığı gibi dersler de verilmezdi. Daha sonraları sapık fikirler ve fırkalar türedikce, islâmiyeti akli ve nakli delillerle korumak amaciyle kelâm ilmi benimsendi. İşte bu sebeple Gazzali de al-Iktisad İlcâm al-Avâmm An İlm al-Kelâm, Kavaid al-Akâid ve ar-Risâlet al-Kudsiye gibi kelâmi eserler yazdı .
Gazzali, kelâmi sorunlar arasında ilkin Allah' ın varlığını isbata ve onun sıfatlarını anlatmağa önem vermiştir. İhya'da Allah' ın bilinmesine dair bize 10 bölüm halinde deliller vermiştir.
Allah' ın varlığı ve sıfatları
1— Alem hâdistir. Hâdis olanı ise var eden bir sebep vardır. Hadisin var olmakta bir sebebe dayandığı akıl bakımından açıktır. Hadis olanın öncelik ve sonralık bakımından zamanla ilgisi vardır. Var olanın önce veya sonra meydana gelmesi bir muhassısa ihtiyaç gösterir. Bu muhassıs ve bu sebep de yüce Allah't ır.
" İsbatınız âlemin hadis olmasına dayanıyor. Alemin hâdis olduğunu nasıl isbat edersiniz"? denirse, deriz ki Alemin cisimleri hareket ve sükündan hali değildir. Hareket ve sükundan ise hâdistirler. Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey ise hâdistir. Bu isbatı kuvvetlendirmek için sözü geçen önermeler ve sonuç üzerinde biraz daha durmak gerektir:
a) Alemin cisimleri hareket ve sükûndan hali değildir. Bu bedihi olarak bilinen bir gerçektir. Çünkü hareket ve sükündan hali bir cismin varlığını iddia eden kimse, düşüncenin kanununu bilmiyen bir cahildir.
b) Hareket ve sükun hâdistirler: Hareket ve sükünun birbirlerini takip etmeleri ve birisi var olduktan sonra diğerinin husule gelmesi, onların hadis olduğunu gösterir. Akıl, sakin bir cisimin hareketine ve hareket halinde bulunan bir cismin ise sükûnuna cevaz verir. Çünkü cisme arız olan bu şeyler geçicidir. Hareket ve sükundan birinin kadim olması, onun geçici ve yok olmasını imkansız kılar. Hareket ve sükündan her birinin geçici oldu ğu ise meydandadır. O halde onlar kadim olamazlar.
c) Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey hâdistir: Eğer böyle olmasaydı, her hâdisten önce başlangıcı olmıyan hâdislerin olması gerekirdi. Eğer bu hâdisler hep birden yok olmasalardı, nöbet yaşanan andaki hadise kadar uzanmazdı . Hâdis olanların yokluğa geçmeleri gerçektir. Çünkü sonsuz olan yok olamaz. Başka bir deyimle bu şöyle isbatlanabilir: Feleklerin sonsuz dönüşleri olsaydı, bu dönüşlerin sayısı ya çift ya tek, yahut hem çift hem tek, veyahut da ne çift ne de tek olurdu. Feleklerin sonsuz farzedilen dönüşlerinin hem çift hem tek olması düşünülemez. Ne çift, ne de tek olmaması da düşünülemez. Çünkü bunlarda nefy ve isbat bir aradadır. Biri var olunca diğeri yok olur. Biri yok olunca diğeri var olur. O halde çiftlik ve tekli ğin ikisi birden yok olamıyacağı gibi, ikisi birden var da olamazlar. Geriye dönüşlerin ya çift veya tek olması kalıyor. Dönüşler çift olamazlar. Çünkü ikiye bir eklenince üç olur. Bu da tektir. Sonsuz olan şey birin eklenmesine nasıl muhtaç olabilir.
Gazzali, kendi hayatındaki özel bir devre bir tarafa bırakılırsa din ve dünya işlerinin beraberce yürütülmesine taraftar olmuştur. Hz. Muhammed "yarın ölecekmiş gibi ibadet et, hiç ölmiyecekmiş gibi de dünya işlerine çalış" diye buyurmuştur. Nitekim Gazzali, yaptığı bir tasnifte bu yolu tutanları öğmüştür. Bu sınıflamaya göre insanlar 3 gruba ayr ılır:
1— Ahirete iltifat etmeyip dünyaya dalanlar.
2— Bütün güçleriyle Ahirete yönelenler.
3— Hem dünyanın, hem Ahiretin hakkını veren mutavassıtlar.
Gazzali bu gruplar içinde faziletçe en üstün olanların, üçüncü gruba girenlerin olduğunu yazmıştır. Peygamberlerin din ve dünya işlerini beraberce yürüttüklerini söylemiştir.
Gazzali aklın ve naklin doğruyu bulmakta beraber olduğuna da işaret etmiştir. Ona göre yalnız aklı reddedip nakli bilgilerle yetinenler, Allah' ın yarattığı bir nurdan mahrum kalırlar. Akıl, Şeriata zıt bir şey değildir. Aksine onu doğrulayıcıdır. Akıldan faydalanmasını bilmiyenler çelişik şeyleri bile olduğu gibi kabul ederler. Örneğin bir insanın aynı anda iki yerde bulunabileceğini bile düşünürler. Şu kadar var ki yalnız aklı esas alıp nakle yüz çevirenlerde güneşin ışığını inkar edenlere benzerler. Bu gibiler, akıllarına uygun nasları kabul etseler bile kendilerince akla uygun görünmiyen nakli delilleri doğrulamazlar. Oysaki bunlar tevilin kanununu bilmiyenlerdir. Çünkü akılla naklin uyuşması bir çok hallerde mümkündür. En doğru yolu tutan kimseler akla ve nakle beraberce değer verenlerdir. Tevil kurallarını iyi bilenler, akıl ve nakil arasında çelişiklik bulmazlar. Şu kadar var ki Allah'a, Peygambere ve Ahiret hayatına iman tevilin dışında tutulmalıdır. Tevil yapacak olanların şu kurallara özellikle uyması gerekir.
1—Her sorunda akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmaktan sakınmak gerektirir Nitekim ulu Tanrı "size ilimden az bir şey verildi" diye buyurmuştur.
2— Akıl delilini asla yalanlamamak. Şeriatin bile akıl vasıtasiyle bilindiğini unutmamak icabeder.
3—Tevilde ihtimaller çeşitli olduğu zaman kesin bir hüküm vermekten kaçınmak gerektir. Çünkü Allah'ın ve Peygamberin sözleri hakkında zanla hüküm vermek doğru değildir. Yukardaki kuralları gözetmek şartiyle akıl ve nakli uyuşturmağa çalışmakta hiç bir sakınca yoktur.
Gazzali, akla çok önem veren bir düşünürdür. İhya'da ve Mizan al-Amel'de aklın yaratılan en şerefli nesne olduğunu söylemiştir. Mişkat al-Envar'da her şeyin özüne, sırrına ve gerçeklerine ancak aklın ulaşacağını, sebep ve hikmetleri çözeceğine işaret etmiştir. Akıl için uzaklık ve yakınlık söz konusu değildir. Akıl bir anda göklerin en yüksek noktasına çıkıp yerin dibine tekrar inebilir. Çünkü akıl Allah'in buhurundan bir örnektir."
Gazzali, akla verdiği bu şerefli değere rağmen gerçek ilahi bilgiyi elde etmekte onu yeter bulmuyor. İhya'da "akli ilimler kalbin selâmetine yeter değildir" demiştir.
Ona göre insan için en doğru yol, akıl ile nakli birleştirmek ve ikisine birden dayanarak kalbi kötülüklerden temizlemeğe çalışmaktır. Tevilin kurallarına uyulduğu takdirde bir çok güç sorunlarda dahi akıl ve naklin uyuştukları anlaşılır.
Şeriat bir bina, akıl da onun temeli gibidir. Bina olmadıkça, temel yetmez. Temel olmadıkca da bina sağlam olmaz. Akıl göze, şeriat ise ışığa benzer. Dışardan ışık gelmedikçe göz görmez. Gözsüz sırf ışıkla da görmek mümkün de ğildir.
İşte akıl ve tevil konusunda yukarda genel olarak görüşlerinden söz ettiğimiz Gazzali, bazan çelişikliğe de düşmektedir. Nitekim Mişkat al-Envar'da ve ar-Risalet al-Ledunniye'de tevil hususunda çok ileri gitmiştir. Hattâ Peygamberin her sözünün altında bir rumuz bulunduğunu ima etmiştir." Keza Cevahir al-Kur'an'da" Kur'an' ın zahirine kıymet vermiyerek asıl mananın bâtında bulunduğunu, Kur'an' ın rumuz ve işaretlerle dolu olduğunu ileri sürmüştür. Halbuki Gazzali, al-Kıstas al-Mustakim'de, Kavasım al-Bâtiniye'de ve al-Kanün fi't-Tevil de gereğinden fazla tevile taraftar olmanın aleyhinde bulunmuştur. İhya'da zahir ile batının beraber olduğu tezi üzerinde durmuştur. Fakat daha önce de dokunduğumuz gibi Gazzaliyi bu gibi çelişmelerinden dolayı mazur görmek gerektir.
İbn Tufeyl (Ölm.H.581/M.1185)'in de belirttiği gibi, Gazzali, kendi görüşlerini şu 3 zümreye göre açıklamıştır:
1—Halkın katıldığı ve benimsediği görüşler.
2— Soranlara ve öğrencilere göre olan cevaplar.
3—İnsanın kendisine has olan görüşler. Bu bölüme giren görüşler ancak fikirdaşlara ve sırdaşlara açıklanabilir.
Gazzali, Cevâhir al-Kur'an'da herkese açmadığı görüşlerini bir eserine dercettiğini haber veriyor. Onun bu ifadesi de yazıları arasındaki bazı küçük çelişmelerin nedenini göstermektedir. Çelişik görünen bazı ifadeleri, Gazzali'nin değerini asla küçültmez. Bir gül bahçesinde bazı sarmaşıkların da bulunması mümkündür. Gazzali, İslam düşüncesinin yetiştirdiği eşine az rastlanan büyük bir düşünürdür. Allah ondan razı olsun.
Gazzali'nin kelâm anlayışı
Yukarda da dokunduğumuz gibi Gazzali, bazı kimselerin kelâm ilmiyle uğraşmalarını hoş karşılamamıştır. Bununla birlikte imanı ve anlayışı kuvvetli olanların, akla gelen küçük şüpheleri yoketmek ve bazı kimselerin müşküllerini çözmek için kelâm ilmiyle uğraşmalarını yerinde bulmuştur.
Gazzali, başkalarının müşküllerini çözmek ve sapıklara karşı İslâmiyeti savunmak amaciyle kelâm ilmiyle uğraştı . Nitekim Kur'an'da bile sapıklara ve kâfirlere karşı delil soran âyetler vardır: "Ondan başka tanrılar mı edindiler? Sen onlara deliliniz varsa getirin de"."Ta ki helâk olan apaçık bir delilden sonra helâk olsun, diri kalan da apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın". "Allah kendine evlat edindi dediler. Haşa Allah bundan münezzehtir, o mustağnidir. Gökte ve yerde ne varsa hepsi onundur. Yanımızda iddianıza ait hiç bir delil de yoktur". "Onlarla en iyi ve en güzel olanı delil göstererek mücadele et". "Musa'yı açık deliller ve mu'cizelerle gönderdik". "Bu, İbrahim'e kavmine göstermek üzere verdiğimiz delilimizdir" "Yerde ve gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, yer ve gök fesada uğrarlardı". "Eğer kulumuza indirdiğimiz vahiylerden şüphe ediyorsanız, (gücünüz yettiği takdirde) onun gibi bir süre getiriniz", "Onu ilk kez yapan diriltir de".
Bu âyetler yanında, Sahabenin gerekince sapıklara ve kâfirlere karşı deliller kullanarak mücadele ettikleri de bilinmektedir. Mantık ve dini delillerle sapıkları doğru yola çağıran Sahabe'den birisi, Hz. Ali'dir. Hariciler ona karşı koymuşlardı. Onun Cemel vakasından sonra, müslüman esirlerden ganimet almadığından ve cariyeler almağa müsaade etmediğinden yakınıyorlardı . Hz. Ali de "bu hükümler kâfirler hakkındadır. Bir müslüman kadının savaş sebebiyle bir müslüman erkeğe cariye olarak verilmesi caiz de ğildir. Hz. Aişe'yi birinize verseydim helâl bulurmuydunuz? Biliyorsunuz o müslümanların anasıdır" diye seslendi. Bunun üzerine ona karşı koyanlardan 2000 kişi hatalarını anlıyarak tekrar Ehl-i Sünnet yoluna döndüler.
Yine Hz. Ali'nin ve Hz. Hasan' ın kaderci görüşlü bazı kimselerle tartıştıkları ve onların bazılarını ikna ettikleri söylenir. Abdullah b. Mes'ud'la Yezid b. Umeyre'nin iman hakkındaki tartışmaları daha ilgi çekicidir. Abdullah b. Mes'ud "ben müminim demek ben Cennete giderim demektir" diye söyleyince Yezid b. Umeyre şöyle karşılık vermiştir: " İman Allah'a, Peygamberlere, meleklere, kitaplara, yeniden dirilmeğe, hesap gününe inanmak, namaz, oruç ve zekâtın gereğini yapmaktır. Bizim buna rağmen günahlarımız vardır. Eğer bu günahlarımızın bağışlanacağını bilirsek, Cennete gideceğimizi biliriz. Bunların bağışlanıp bağışlanmıyacağını ise ancak Allah bilir. Bu sebeple biz mu'miniz deriz ve fakat cennete gideriz diyemeyiz". Bu delil karşısında Abdullah b. Mes'ud hatasını anladı ve fikrinden vaz geçti.
Şu noktaya da işaret etmek gerekir ki Sahabe devrinde bu gibi tartışmalar yaygın değildi. Kelâm ilmine dair eser yazılmadığı gibi dersler de verilmezdi. Daha sonraları sapık fikirler ve fırkalar türedikce, islâmiyeti akli ve nakli delillerle korumak amaciyle kelâm ilmi benimsendi. İşte bu sebeple Gazzali de al-Iktisad İlcâm al-Avâmm An İlm al-Kelâm, Kavaid al-Akâid ve ar-Risâlet al-Kudsiye gibi kelâmi eserler yazdı .
Gazzali, kelâmi sorunlar arasında ilkin Allah' ın varlığını isbata ve onun sıfatlarını anlatmağa önem vermiştir. İhya'da Allah' ın bilinmesine dair bize 10 bölüm halinde deliller vermiştir.
Allah' ın varlığı ve sıfatları
1— Alem hâdistir. Hâdis olanı ise var eden bir sebep vardır. Hadisin var olmakta bir sebebe dayandığı akıl bakımından açıktır. Hadis olanın öncelik ve sonralık bakımından zamanla ilgisi vardır. Var olanın önce veya sonra meydana gelmesi bir muhassısa ihtiyaç gösterir. Bu muhassıs ve bu sebep de yüce Allah't ır.
" İsbatınız âlemin hadis olmasına dayanıyor. Alemin hâdis olduğunu nasıl isbat edersiniz"? denirse, deriz ki Alemin cisimleri hareket ve sükündan hali değildir. Hareket ve sükundan ise hâdistirler. Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey ise hâdistir. Bu isbatı kuvvetlendirmek için sözü geçen önermeler ve sonuç üzerinde biraz daha durmak gerektir:
a) Alemin cisimleri hareket ve sükûndan hali değildir. Bu bedihi olarak bilinen bir gerçektir. Çünkü hareket ve sükündan hali bir cismin varlığını iddia eden kimse, düşüncenin kanununu bilmiyen bir cahildir.
b) Hareket ve sükun hâdistirler: Hareket ve sükünun birbirlerini takip etmeleri ve birisi var olduktan sonra diğerinin husule gelmesi, onların hadis olduğunu gösterir. Akıl, sakin bir cisimin hareketine ve hareket halinde bulunan bir cismin ise sükûnuna cevaz verir. Çünkü cisme arız olan bu şeyler geçicidir. Hareket ve sükundan birinin kadim olması, onun geçici ve yok olmasını imkansız kılar. Hareket ve sükündan her birinin geçici oldu ğu ise meydandadır. O halde onlar kadim olamazlar.
c) Hâdis olanlardan hali kalmıyan şey hâdistir: Eğer böyle olmasaydı, her hâdisten önce başlangıcı olmıyan hâdislerin olması gerekirdi. Eğer bu hâdisler hep birden yok olmasalardı, nöbet yaşanan andaki hadise kadar uzanmazdı . Hâdis olanların yokluğa geçmeleri gerçektir. Çünkü sonsuz olan yok olamaz. Başka bir deyimle bu şöyle isbatlanabilir: Feleklerin sonsuz dönüşleri olsaydı, bu dönüşlerin sayısı ya çift ya tek, yahut hem çift hem tek, veyahut da ne çift ne de tek olurdu. Feleklerin sonsuz farzedilen dönüşlerinin hem çift hem tek olması düşünülemez. Ne çift, ne de tek olmaması da düşünülemez. Çünkü bunlarda nefy ve isbat bir aradadır. Biri var olunca diğeri yok olur. Biri yok olunca diğeri var olur. O halde çiftlik ve tekli ğin ikisi birden yok olamıyacağı gibi, ikisi birden var da olamazlar. Geriye dönüşlerin ya çift veya tek olması kalıyor. Dönüşler çift olamazlar. Çünkü ikiye bir eklenince üç olur. Bu da tektir. Sonsuz olan şey birin eklenmesine nasıl muhtaç olabilir.