GAZZALİ VE KELÂM FELSEFESİ - 3
|
6— Kitab ad-Derc al- Markum.
Adlarını yazdığımız son 3 eser halâ kayıptırlar.
Gazzali, al-Mustasfa Min İlm al-Usul, al-Munkiz Min ad-Dalal, İhya Ulum ad-Din, Faysal at-Tefrika Beyn al- İslam Va'z-Zandaka adlı eserlerinde az miktarda Bâtinilere değinmiştir. Bâtıniler hakkında bir çok kimse eserler yazmıştı . Fakat onlar Bâtıntlerin söyledikleri her şeyi inkâr ettiklerinden olumlu sonuç alamamışlardı. Gazzali böyle yapmadı. Bâtınilerin öğretime (ta'lime) ve muallime ihtiyaç olduğu tezini kabul etti. Ancak o, bu talimi yapan muallimin Hz. Muhammed olduğunu söyledi. Bâtınilerin kullandığı mantık oyunlarına mantıkla cevap verdi. Gazzali'nin verdiği bu cevapları şöyle özetliyebiliriz:
Bâtıniler, imamlarının masum olduğunu, düşüncenin ve aklın insanı yanlışa götüreceğini iddia ediyorlar. Onlar bu iddialarını ya zorunlu bilgilerle, ya düşünce ile veyahut da haberlerle isbatlamalıdırlar. Fakat onlar iddialarını zorunlu bilgilerle isbatlayamazlar. Çünkü zorunlu bilgiler 2+2=4 gibi doğruluğunda kimsenin şüphesi olmıyan bilgilerdir. Zorunlu bilgilerin başka örneklerini de verelim: Örneğin "bir şey hem hâdis, hem kadim olamaz", "iki sayısı birden büyüktür". Bu önermelerin anlamında herkes uyuşur. Halbuki Batınilerin, imamın ismeti ve düşüncenin yanlışlığı hakkındaki iddialarına itirazlar vardır. O halde onların iddiaları zorunlu bilgiler gibi sağlam değildir. Bu yüzden de davalarını zorunlu bilgilerle isbat edemezler.
Bâtıniler, davalarını düşünce ile de isbat edemezler. Çünkü onlara göre düşünceler çelişiktirler; düşünce, insanları ayrılığa ve yanlışa götürür. O halde Bâtıniler, reddettikleri düşünce ile de imamları nın ismetini isbatlayamazlar.
Geriye işitme yahut haber delili kalıyor. Haberlerde onlar masum bir imama dayanıyorlar. O halde işitme de imamın doğruluğunu isbatta bir delil olamaz. Zaten imamın doğruluğunun zorunlu bilgiler ve düşünce ile de isbatlanamıyacağı yukarda gösterildi. Bu duruma göre, Bâtınilerin imamın ismeti ve düşüncenin yanlışlık
hakkındaki iddiaları gerçeğe uygun değildir.
Bâtıniler, şöyle bir mantık oyunu da yaparlar: Doğruyu bulma vasıtası da akıldır veyahut öğretme yoludur. Eğer akıl kabul edilirse, Peygamber gönderilmesine lüzum kalmaz. Eğer doğruyu elde etme vasıtası olarak öğretme yolu kabul edilirse, Bâtıniliğin iddiası haklı çıkar. Böylece bilgilerin bir imamdan öğrenilmesi kabul edilmiş olur.
Gazzali, Bâtınilerin yukardaki mantık oyunlarını da çürütmüştür. Bilgilerin sadece akılla veya sadece nakille öğrenilmesi mümkündür. Bazı şeyleri hem aklın, hem de öğretimin uyuşmasiyle öğrenilmesi de olağan şeylerdendir. Biz başlangıcı ve sonu olmıyan, her şeyi yoktan var eden bir Allah' ın varlığını şeriattan önce akılla bilebiliriz. Yahut Peygamberlerin mu'cizesinin doğruluğunu akılla sihirden ayırdederiz. Ibadet şekillerini, Cennet'i, Cehennem'i ve Ahiret'i ilgilendiren hususları sadece öğretme yoluyla yani nakille öğreniriz. Allah' ın görülmesi sorununda ise hem akıl, hem de öğretme yolu bizi doğrular. Şeriat güneşe, akıl ise ışığa benzer. Güneşin varlığı, her hangi bir aracın ışığından faydalanmamıza engel değildir. Geceleri mumdan istifade etmemizde mümkündür. Bu sebeple Şeriat varken akla ne lüzum vardır demek yanlış olur."
Bâtıniler bir de şöyle fikir yürütürler: Peygamber'den bazı bilgilerin öğrenilmesini kabul edenler, öğretme yolunu kabul etmiş demektir. Bâtıniler de bilgileri bir masum imamdan öğreniyorlar. Demek ki Bâtıniliğe hak verilmiştir.
Gazzali'nin cevabı :
Aklın dışında bazı bilgilerin Peygamberden öğrenileceği doğrudur. Ancak Peygamberin mu'cizesi ve masumiyeti gerçektir. Hz. Muhammed'den sonra hiç bir kimse ismet ve mu'cizeye sahip olamaz. Aksine ondan sonra gelecek herkesin hata yapması mümkündür. Eğer Batıniler, Peygamber masum olduğuna göre, vekili de masum olur derlerse, onlara denir ki: Bu söz, "Peygamber Mekkeliydi ve esmer renkliydi. O halde onun vekilinin de Mekkeli ve esmer renkli olması gerekir" demeye benzer. Peygamberin masum olması , vekilinin masum olmasını gerektirmez. Eğer vekil, masum olursa, vekil değil, asıl olur yani Peygamber olmuş olur. Halbuki asıl ile vekil arasında farklar vardır. Hz. Muhammed'den sonra bir Peygamber'in geleceği iddiası kesin olarak kabul edilmez. Ayrıca Bâtınilere sormak gerekir ki masum imam, kendisinden öğrenilmek istenen her sorunu akılla mı , vahiyle mi, yoksa Peygamberin sözleriyle mi çözüp anlatır? Eğer vahiyle denirse, imamla Peygamber arasında fark kalmaz Akılla denirse, reddedilen bir şeye nasıl dayanılır? Bu iddia onları çelişikliğe götürür. Eğer imamın her şeyi Peygamberimizden gelen haberlerle bildiği söylenirse, niçin bu yolu başkalarına kapamak istedikleri hatırlatılır."
Bâtınilik konusunda sonuç olarak diyebiliriz ki Gazzali, kılıç ve askerin başaramadığı zaferi, kalemiyle elde etmeğe çalışmıştır. Hiç olmazsa Bâtıniliğin daha fazla yayılmasını önlemiştir. Gerçek muallimin Hz. Muhammed olduğunu isbatlamıştır.
Gazzali ve Tasavvuf
Gazzali gerçeğin mutasavvıflarını yaşamında olabileceğini düşündü. Bu sebeple de onların düşüncelerini iyice inceledi. İhya Ulum ad-Din, al-Munkiz Min ad-Dalâl, Mizân al-Amel, Mi'rac as-Salikin, Mişkât al-Anvar, Kitâb al-Erbain, Ravdat at-Talibin, ar-Risâlet al-Ledunniyye ve Kimya-yı Saadet gibi eserleri bu incelemelerin mahsulüdür.
Gazzali'nin tasavvufta başlıca kaynakları Kuşeyri (Ölm. H. 465 /M.1077) 'nin Risalesi, EbüTalib al-Mekki (Ölm.H.386 /M.996) 'nin Kût al-Kulûb'u, Haris al- Muhasibi (Ölm.H. 243 /M.857)'nin ar-Riâyeli-Hukûk Allah'ı ve Ebû Ali al-Farmadi (01m.H.477/M.1084)'nin kendisine yaptığı fi'li etkilerdir. Gazzali, Cuneyd al-Bağdadi (ölm.H.298 /M.910), Şibli (Ölm.H.334 /M.945) ve Bayezid al-Bistami (Ölm. H.261 /M.874)'nin kitaplara geçen sözlerini de okudu. Ayrıca bu konuda İbn Sina (01m.H.428/M.1036)'nın bazı kitaplarından da faydalandı.
Gazzali, Bağdad'daki Nizamiye Üniversitesinde dersler verirken tasavvuf yaşantısına karşı daha çok ilgi duymağa başladı. H.488 /M. 1095 yılında kendisi manevi bir krize tutuldu. Bağdad'da itibarı çoktu. Maddi durumu iyi idi. Her istediği şeye kavuşmuştu. Fakat krize tutulduktan sonra Gazzali'nin kalbi rahat etmedi. Daha önce kendisi mütekellimin'in imanı derecesinde bir seviyeye yükselmişti. O ariflerin ulaştığı imana kavuşmak istedi. Bunun da sufilik yoluna girip onların hali ile hallenmekle mümkün olacağına inandı. Böylece her şeyi bırakıp inzivaya çekilmeyi düşündü. Fakat bu düşüncesini gerçekleştirmek kolay olmadı. Maldan, şöhretten ve dostlardan vazgeçmek kolay olmuyordu. Bir gün her şeyi terketmek istiyor, ertesi gün bu niyetini bozuyordu. Daha doğrusu kendisiyle mücadele ediyordu. Onun bu mücadelesi esnasında hastalanması, bazılarınca dünyevi sebeplere bağlandı. Halbuki onun derdi maddi ilâçlarla iyileştirilecek hastalıklardan değildi. Yemeden, içmeden nerdeyse kesilmiş , az miktarda yediği şeyleride hazmedemez olmuştu. Doktorlar ondan ümidini kesmişlerdi. Onun geçirdiği bu buhranlar 6 ay kadar devam etti. Neticede tasavvuf yoluna bilfi'il dalmak için H.488 yılında Bağdadı terketti. 10 yıl kadar Şam'da ve şurada burada münzevi bir hayat yaşadı . Munkiz'de anlattıklarına göre bu yalnızlığı esnasında bir çok manevi hallere erişti. Tasavvuf yolunun, manevi yolların en doğrusu olduğuna bizzat yaptığı deneylerle daha çok inandı. Kendisi H.499 yılında zamanın Sultanının ve dostlarının israriyle inzivayı terkederek Nişabur Üniversitesine ders vermeğe gitti. Fakat tasavvufun etkileri onun kalbinden silinmedi. Artık onda şüphe izide kalmadı .
Gazzali'ye göre mutasavvıflar, Allah yolundan ayrılmayan insanlardır. Onların gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Yolları, yolların en doğrusudur. Ahlâkları ahlâkın en temizidir. Düşünürler ve hakim kişiler toplansalar, onların gidiş ve ahlâkından daha hayırlı bir şey gösteremezler. Sufilerin girdiği ve yaşadığı yoldan daha üstün bir yol da bulamazlar. Çünkü mutasavvıflar gizli ve açık davranışlarında Nübüvvetin nurunu kaynak olarak kabul ederler.
Yine Gazzali'ye göre tasavvuf yoluna giren kimseye daha işin başında bazı sırlar görünmeğe başlar. Bu gibi kişilere uyanıkken melekler ve Peygamberlerin ruhları görünürler. Onlar bazı sesler de duyarlar. Öyle ki bunları çözmeğe dil kâfi gelmez.
Gazzali'ye göre Allah'a kavuşmak için mutasavvıfların çeşitli ibadet yolları vardır. Kendisi özellikle Farmadinin metodunu seçmiştir. Gerçekten mutasavvıf olan kimse amacına ulaşmak için dünya ile ilişkilerini kesmelidir. Gazzali'nin anlattığı bu metoda göre insan mal, aile ve ilim gibi şeylere karşı olan tutkularını ayarlamalıdır. Hattâ daha ileri giderek bir zaviyeye kapanarak ibadet yapmalıdır. Burada ilkin dil ile Allah Allah diye zikre başlamalıdır. Sonra bu zikir, dil hareket etmeksizin kalbde ve daha sonra da lâfızsız olarak mânen devam etmelidir. Bundan sonra insandan ihtiyar gider ve velilere has sırlar görünmeğe başlar. Bu suların görünmesi bazan bir şimşeğin çakmasına benzer. Sabit değildir. Bazan gecikir ve fakat gelince sabit durur. Bazan da çabuk silinir.
Bütün bunlara rağmen Gazzali, bazı tasavvuf tarikatlarında bulunan hulul, ittihat ve vusul iddialarına karşı olmuştur. Gerek al-Maksad al-Asnâ fi Şerh Esmâ Allah al-Husnâ ve gerekse al-Munkiz Min ad-Dalâl da bunu açıkça söylüyor.
Gazzali'nin fikirleri arasında bazı çelişmeleri bulmak mümkündür. Bu da sorunları hitap ettiği kimselerin kültür derecelerine göre açıklamasından doğmuştur. Her ne olursa olsun onun İslâmi ilimleri canlandırmak için yaptığı hizmetleri takdir ve şükranla karşılamak gerektir. O iman felsefesini kuvvetlendirmiştir. Şüpheden imana ulaşmasını bilmiştir. İbn Sina ve Farabi nin yanıldığı hususları göstermiştir. Fıkıhta Şafii fıkhına dayanan usulü vardır. Kelâmda hüneri büyüktür. Tasavvufta örnek insandır. Kur'an ve Sünnet'le tasavvufun uyuşması için büyük çaba harcamıştır. Hadis ilminde zayıf olmasından dolayı yaptığı hataları mazur görmek yerinde olur. Çünkü al-Kânun fit-Tevil adlı eserinde bu ilimde zayıf olduğunu bizzat itiraf ediyor.
Adlarını yazdığımız son 3 eser halâ kayıptırlar.
Gazzali, al-Mustasfa Min İlm al-Usul, al-Munkiz Min ad-Dalal, İhya Ulum ad-Din, Faysal at-Tefrika Beyn al- İslam Va'z-Zandaka adlı eserlerinde az miktarda Bâtinilere değinmiştir. Bâtıniler hakkında bir çok kimse eserler yazmıştı . Fakat onlar Bâtıntlerin söyledikleri her şeyi inkâr ettiklerinden olumlu sonuç alamamışlardı. Gazzali böyle yapmadı. Bâtınilerin öğretime (ta'lime) ve muallime ihtiyaç olduğu tezini kabul etti. Ancak o, bu talimi yapan muallimin Hz. Muhammed olduğunu söyledi. Bâtınilerin kullandığı mantık oyunlarına mantıkla cevap verdi. Gazzali'nin verdiği bu cevapları şöyle özetliyebiliriz:
Bâtıniler, imamlarının masum olduğunu, düşüncenin ve aklın insanı yanlışa götüreceğini iddia ediyorlar. Onlar bu iddialarını ya zorunlu bilgilerle, ya düşünce ile veyahut da haberlerle isbatlamalıdırlar. Fakat onlar iddialarını zorunlu bilgilerle isbatlayamazlar. Çünkü zorunlu bilgiler 2+2=4 gibi doğruluğunda kimsenin şüphesi olmıyan bilgilerdir. Zorunlu bilgilerin başka örneklerini de verelim: Örneğin "bir şey hem hâdis, hem kadim olamaz", "iki sayısı birden büyüktür". Bu önermelerin anlamında herkes uyuşur. Halbuki Batınilerin, imamın ismeti ve düşüncenin yanlışlığı hakkındaki iddialarına itirazlar vardır. O halde onların iddiaları zorunlu bilgiler gibi sağlam değildir. Bu yüzden de davalarını zorunlu bilgilerle isbat edemezler.
Bâtıniler, davalarını düşünce ile de isbat edemezler. Çünkü onlara göre düşünceler çelişiktirler; düşünce, insanları ayrılığa ve yanlışa götürür. O halde Bâtıniler, reddettikleri düşünce ile de imamları nın ismetini isbatlayamazlar.
Geriye işitme yahut haber delili kalıyor. Haberlerde onlar masum bir imama dayanıyorlar. O halde işitme de imamın doğruluğunu isbatta bir delil olamaz. Zaten imamın doğruluğunun zorunlu bilgiler ve düşünce ile de isbatlanamıyacağı yukarda gösterildi. Bu duruma göre, Bâtınilerin imamın ismeti ve düşüncenin yanlışlık
hakkındaki iddiaları gerçeğe uygun değildir.
Bâtıniler, şöyle bir mantık oyunu da yaparlar: Doğruyu bulma vasıtası da akıldır veyahut öğretme yoludur. Eğer akıl kabul edilirse, Peygamber gönderilmesine lüzum kalmaz. Eğer doğruyu elde etme vasıtası olarak öğretme yolu kabul edilirse, Bâtıniliğin iddiası haklı çıkar. Böylece bilgilerin bir imamdan öğrenilmesi kabul edilmiş olur.
Gazzali, Bâtınilerin yukardaki mantık oyunlarını da çürütmüştür. Bilgilerin sadece akılla veya sadece nakille öğrenilmesi mümkündür. Bazı şeyleri hem aklın, hem de öğretimin uyuşmasiyle öğrenilmesi de olağan şeylerdendir. Biz başlangıcı ve sonu olmıyan, her şeyi yoktan var eden bir Allah' ın varlığını şeriattan önce akılla bilebiliriz. Yahut Peygamberlerin mu'cizesinin doğruluğunu akılla sihirden ayırdederiz. Ibadet şekillerini, Cennet'i, Cehennem'i ve Ahiret'i ilgilendiren hususları sadece öğretme yoluyla yani nakille öğreniriz. Allah' ın görülmesi sorununda ise hem akıl, hem de öğretme yolu bizi doğrular. Şeriat güneşe, akıl ise ışığa benzer. Güneşin varlığı, her hangi bir aracın ışığından faydalanmamıza engel değildir. Geceleri mumdan istifade etmemizde mümkündür. Bu sebeple Şeriat varken akla ne lüzum vardır demek yanlış olur."
Bâtıniler bir de şöyle fikir yürütürler: Peygamber'den bazı bilgilerin öğrenilmesini kabul edenler, öğretme yolunu kabul etmiş demektir. Bâtıniler de bilgileri bir masum imamdan öğreniyorlar. Demek ki Bâtıniliğe hak verilmiştir.
Gazzali'nin cevabı :
Aklın dışında bazı bilgilerin Peygamberden öğrenileceği doğrudur. Ancak Peygamberin mu'cizesi ve masumiyeti gerçektir. Hz. Muhammed'den sonra hiç bir kimse ismet ve mu'cizeye sahip olamaz. Aksine ondan sonra gelecek herkesin hata yapması mümkündür. Eğer Batıniler, Peygamber masum olduğuna göre, vekili de masum olur derlerse, onlara denir ki: Bu söz, "Peygamber Mekkeliydi ve esmer renkliydi. O halde onun vekilinin de Mekkeli ve esmer renkli olması gerekir" demeye benzer. Peygamberin masum olması , vekilinin masum olmasını gerektirmez. Eğer vekil, masum olursa, vekil değil, asıl olur yani Peygamber olmuş olur. Halbuki asıl ile vekil arasında farklar vardır. Hz. Muhammed'den sonra bir Peygamber'in geleceği iddiası kesin olarak kabul edilmez. Ayrıca Bâtınilere sormak gerekir ki masum imam, kendisinden öğrenilmek istenen her sorunu akılla mı , vahiyle mi, yoksa Peygamberin sözleriyle mi çözüp anlatır? Eğer vahiyle denirse, imamla Peygamber arasında fark kalmaz Akılla denirse, reddedilen bir şeye nasıl dayanılır? Bu iddia onları çelişikliğe götürür. Eğer imamın her şeyi Peygamberimizden gelen haberlerle bildiği söylenirse, niçin bu yolu başkalarına kapamak istedikleri hatırlatılır."
Bâtınilik konusunda sonuç olarak diyebiliriz ki Gazzali, kılıç ve askerin başaramadığı zaferi, kalemiyle elde etmeğe çalışmıştır. Hiç olmazsa Bâtıniliğin daha fazla yayılmasını önlemiştir. Gerçek muallimin Hz. Muhammed olduğunu isbatlamıştır.
Gazzali ve Tasavvuf
Gazzali gerçeğin mutasavvıflarını yaşamında olabileceğini düşündü. Bu sebeple de onların düşüncelerini iyice inceledi. İhya Ulum ad-Din, al-Munkiz Min ad-Dalâl, Mizân al-Amel, Mi'rac as-Salikin, Mişkât al-Anvar, Kitâb al-Erbain, Ravdat at-Talibin, ar-Risâlet al-Ledunniyye ve Kimya-yı Saadet gibi eserleri bu incelemelerin mahsulüdür.
Gazzali'nin tasavvufta başlıca kaynakları Kuşeyri (Ölm. H. 465 /M.1077) 'nin Risalesi, EbüTalib al-Mekki (Ölm.H.386 /M.996) 'nin Kût al-Kulûb'u, Haris al- Muhasibi (Ölm.H. 243 /M.857)'nin ar-Riâyeli-Hukûk Allah'ı ve Ebû Ali al-Farmadi (01m.H.477/M.1084)'nin kendisine yaptığı fi'li etkilerdir. Gazzali, Cuneyd al-Bağdadi (ölm.H.298 /M.910), Şibli (Ölm.H.334 /M.945) ve Bayezid al-Bistami (Ölm. H.261 /M.874)'nin kitaplara geçen sözlerini de okudu. Ayrıca bu konuda İbn Sina (01m.H.428/M.1036)'nın bazı kitaplarından da faydalandı.
Gazzali, Bağdad'daki Nizamiye Üniversitesinde dersler verirken tasavvuf yaşantısına karşı daha çok ilgi duymağa başladı. H.488 /M. 1095 yılında kendisi manevi bir krize tutuldu. Bağdad'da itibarı çoktu. Maddi durumu iyi idi. Her istediği şeye kavuşmuştu. Fakat krize tutulduktan sonra Gazzali'nin kalbi rahat etmedi. Daha önce kendisi mütekellimin'in imanı derecesinde bir seviyeye yükselmişti. O ariflerin ulaştığı imana kavuşmak istedi. Bunun da sufilik yoluna girip onların hali ile hallenmekle mümkün olacağına inandı. Böylece her şeyi bırakıp inzivaya çekilmeyi düşündü. Fakat bu düşüncesini gerçekleştirmek kolay olmadı. Maldan, şöhretten ve dostlardan vazgeçmek kolay olmuyordu. Bir gün her şeyi terketmek istiyor, ertesi gün bu niyetini bozuyordu. Daha doğrusu kendisiyle mücadele ediyordu. Onun bu mücadelesi esnasında hastalanması, bazılarınca dünyevi sebeplere bağlandı. Halbuki onun derdi maddi ilâçlarla iyileştirilecek hastalıklardan değildi. Yemeden, içmeden nerdeyse kesilmiş , az miktarda yediği şeyleride hazmedemez olmuştu. Doktorlar ondan ümidini kesmişlerdi. Onun geçirdiği bu buhranlar 6 ay kadar devam etti. Neticede tasavvuf yoluna bilfi'il dalmak için H.488 yılında Bağdadı terketti. 10 yıl kadar Şam'da ve şurada burada münzevi bir hayat yaşadı . Munkiz'de anlattıklarına göre bu yalnızlığı esnasında bir çok manevi hallere erişti. Tasavvuf yolunun, manevi yolların en doğrusu olduğuna bizzat yaptığı deneylerle daha çok inandı. Kendisi H.499 yılında zamanın Sultanının ve dostlarının israriyle inzivayı terkederek Nişabur Üniversitesine ders vermeğe gitti. Fakat tasavvufun etkileri onun kalbinden silinmedi. Artık onda şüphe izide kalmadı .
Gazzali'ye göre mutasavvıflar, Allah yolundan ayrılmayan insanlardır. Onların gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Yolları, yolların en doğrusudur. Ahlâkları ahlâkın en temizidir. Düşünürler ve hakim kişiler toplansalar, onların gidiş ve ahlâkından daha hayırlı bir şey gösteremezler. Sufilerin girdiği ve yaşadığı yoldan daha üstün bir yol da bulamazlar. Çünkü mutasavvıflar gizli ve açık davranışlarında Nübüvvetin nurunu kaynak olarak kabul ederler.
Yine Gazzali'ye göre tasavvuf yoluna giren kimseye daha işin başında bazı sırlar görünmeğe başlar. Bu gibi kişilere uyanıkken melekler ve Peygamberlerin ruhları görünürler. Onlar bazı sesler de duyarlar. Öyle ki bunları çözmeğe dil kâfi gelmez.
Gazzali'ye göre Allah'a kavuşmak için mutasavvıfların çeşitli ibadet yolları vardır. Kendisi özellikle Farmadinin metodunu seçmiştir. Gerçekten mutasavvıf olan kimse amacına ulaşmak için dünya ile ilişkilerini kesmelidir. Gazzali'nin anlattığı bu metoda göre insan mal, aile ve ilim gibi şeylere karşı olan tutkularını ayarlamalıdır. Hattâ daha ileri giderek bir zaviyeye kapanarak ibadet yapmalıdır. Burada ilkin dil ile Allah Allah diye zikre başlamalıdır. Sonra bu zikir, dil hareket etmeksizin kalbde ve daha sonra da lâfızsız olarak mânen devam etmelidir. Bundan sonra insandan ihtiyar gider ve velilere has sırlar görünmeğe başlar. Bu suların görünmesi bazan bir şimşeğin çakmasına benzer. Sabit değildir. Bazan gecikir ve fakat gelince sabit durur. Bazan da çabuk silinir.
Bütün bunlara rağmen Gazzali, bazı tasavvuf tarikatlarında bulunan hulul, ittihat ve vusul iddialarına karşı olmuştur. Gerek al-Maksad al-Asnâ fi Şerh Esmâ Allah al-Husnâ ve gerekse al-Munkiz Min ad-Dalâl da bunu açıkça söylüyor.
Gazzali'nin fikirleri arasında bazı çelişmeleri bulmak mümkündür. Bu da sorunları hitap ettiği kimselerin kültür derecelerine göre açıklamasından doğmuştur. Her ne olursa olsun onun İslâmi ilimleri canlandırmak için yaptığı hizmetleri takdir ve şükranla karşılamak gerektir. O iman felsefesini kuvvetlendirmiştir. Şüpheden imana ulaşmasını bilmiştir. İbn Sina ve Farabi nin yanıldığı hususları göstermiştir. Fıkıhta Şafii fıkhına dayanan usulü vardır. Kelâmda hüneri büyüktür. Tasavvufta örnek insandır. Kur'an ve Sünnet'le tasavvufun uyuşması için büyük çaba harcamıştır. Hadis ilminde zayıf olmasından dolayı yaptığı hataları mazur görmek yerinde olur. Çünkü al-Kânun fit-Tevil adlı eserinde bu ilimde zayıf olduğunu bizzat itiraf ediyor.