Walter Benjamin : Bir “ecce homo”

Michael Löwy

Walter Benjamin’in düşünce tarzı eşsizdir ve kolay kolay bir sınıfa sokulamaz; ancak yüzyılın başındaki Mittel-Europa’nın (Orta Avrupa) kültürel atmosferiyle ve bu dönemin Almanca konuşan Yahudi entelektüelleri arasındaki bazı dinsel-siyasal dip akımlarıyla ilişkilendirilirse daha iyi anlaşılabilir ve açıklanabilir. “İlerleme” ve modern Zivilitsaition’un (uygarlık) ahlaki ve toplumsal bir eleştirisi olarak neo-romantizm on dokuzuncu yüzyılın sonundan faşizmin yükselişine kadar Alman entelijansiyasının başat eğilimi oldu. O dönemde ülkenin bütün kadim değer ve inançlarını çözerek yerlerine meta üretiminin soğuk ve akılcı hesaplamalarını geçirmekle tehdit eden; zorlayıcı vahşi ve hızlı sanayileşme sürecine yönelik bir tepkiydi bu esas olarak. Almanca konuşan çeşitli yazar ve felsefeciler bu dünya görüşünün cazibesine kapıldılar ve (bir gönül yakınlığı içinde) Yahudi mesiyanizminin ve devrimci (liberter) ütopyanın romantik bir versiyonunu geliştirdiler… Walter Benjamin… bu neo-romantik Yahudi-Alman kültürünü bölen, Yahudi teolojisi ve Marxist materyalizm, asimilasyon ve Siyonizm, komünizm ve anarşizm, tutucu romantizm ve nihilist devrim, mistik mesiyanizm ve dünyasal ütopya gibi bütün çelişkileri, gerilimleri ve karşıtlıkları kendi hayatında ve düşüncesinde yoğunlaştırdığı için bu örüntüyle ilişkilidir.

…“Şekilsiz” ilerleme fikrine karşı, Fransız devrimi ve mesiyanik krallık gibi ütopyacı imgelerin eleştirel gücünü yüceltir; toplumun gerçek sorunları teknoloji ve bilim sorunları değil; Platon, Spinoza, romantikler ve Nietzsche’nin ortaya attığı metafizik sorunlardır.

…”J. Ardor” takma adını kullandığı ilk yayınlarından birinde, “Romantik” başlıklı yazıda Benjamin, okulda öğretilen “sahte romantizm”i eleştirir ve “güzelliğe duyulan romantik istek, gerçekliğe duyulan romantik istek, eyleme duyulan romantik istek”in modern kültürün yenilmez kazanımları olduğunu vurgulayarak “yeni romantizm”in doğuşuna çağrı çıkarır. Gene 1913’te, bir diyalog biçiminde yazılan, pek dikkati çekmeyen; ama büyük önem taşıyan bir denemede (Günümüzün dinselliği üzerine diyalog), “Hepimiz romantizmin keşiflerine derin bir biçimde batmış halde yaşıyoruz” ve “’doğalın karanlık yanı’ üzerine en güçlü içgörüler için romantizme teşekkür etmeliyiz”, diye yazar. İnsanların çalışan makinelere indirgenmesini ve bütün işin tekniğe dönüştürülerek değersizleştirilmesini sert bir biçimde eleştirerek, ilerleme ve evrim yanılsamalarına karşı, yeni bir dinin (peygamberleri Tolstoy, Nietzsche ve Stirndberg –yani modern uygarlığın kültürel eleştirmenleri- olacaktı) ve bilinenden çok farklı, yeni bir “sahici” sosyalizmin gerekli olduğunu ısrarla belirtir.

…Bin dokuz yüz otuzlarda, tarihsel materyalizmi giderek daha çok kavramasıyla birlikte Benjamin’in romantizme yapığı göndermelerin seyrekleşmeye başladığı doğrudur; ancak romantik dünya görüşünün bazı temel unsurları, dinsel ve felsefi-siyasal fikirlerinde kimyasal olarak arıtılır. Yazılarında romantizmle ilgili son tartışmalarının biri, Albert Beguin’in 1939 tarihli Le romantisme et les reves’i üzerine bir incelemedir. Benjamin yazarın, romantizmi toplumsal ve endüstriyel gelişmeye bir tepki olarak anlayamadığını öne sürer ve bu aydınlatıcı içgörüyle şu sonuca varır: “Romantizmin düş yaşamına başvurması bir acil durum sinyaliydi; ruhu, kendi anayurduna götüren yoldan çok, bu yolu tıkamış olan engellere işaret ediyordu.”

…Benjamin’in toplumsal görüşleri romantik anti-kapitalizme ve bu yaklaşımın onarımcı özlemlerine en yakın kişilerden: liberter , anarşist ya da anarko-sendikalist düşünürlerden; Georges Sorel ve Gustav Landauer’den etkilenmiştir. Ancak onun düşüncesi terimin olağan anlamıyla siyasal olmaktan uzaktır. Paradoksal olarak, Benjamin’in ne Rus Ekim Devrimi’nin ne de 1918-19 Alman Devrimi’nin cazibesine kapıldığı görülür. O günlerde Scholem’le yaptığı tartışmalarda, yeni Sovyet iktidarını bir tür “yoksul diktatörlüğü” olarak gören arkadaşından daha ketumdur. Her ikisi de Rus “nihilistleri”nin –Bolşeviklerden çok anarşist fikirlere daha yakın olduklarını düşünüyorlardı- varisleri olan Sosyalist Devrimcilere (SR) daha çok sempati duyuyorlardı. Scholem 1919’da ortak anlayışlarını “teokratik anarşizm” olarak betimlerdi. Buradaki “teokratik” terimi siyasal anlamda olmaktan çok saf anlamda dinsel bir anlam taşır. O sırada kendisini çok iyi tanıyan Werner Craft’a göre Benjamin’in anarşizmi belirli bir “sembolik” nitelik taşıyordu: ne sol ne de sağdaydı, “başka bir yerde”ydi.

…Benjamin’in liberter-devrimci görüşlerini tam olarak ifade ettiği ilk örneklerden biri, Sorel’in Reflections of Violence’ından (Şiddet üzerine düşünceler) esinlenerek şiddet üzerine yazdığı denemeydi. Polis (“şiddetin olabilecek en yozlaşmış biçimi”) ya da parlamento (“sefil temsil”) gibi devlet kurumlarından küçümseyerek söz ederken, anarko-sendikalistlerle Bolşeviklerin (oldukça açıklayıcı bir bileşim) “tahrip edici” anti-parlamenter eleştirisi kadar, proleteryanın genel grevi “yegane görevi devletin şiddetini tahrip etmek”ten ibaret bir eylem olarak gören Sorelci düşünceyi över. Açıkça anarşist olarak betimlediği bu anlayış, “felaketli sonuçlar”a götürse de, Benjamin’e “derin, ahlaki ve özgün biçimde devrimci” görünür.

…1915’te yoksulluk içinde ve bilinmeyen koşullarda ölen Paul Scherbart’ın eserini Benjamin 1917’de Scholem’in dostluğu sayesinde keşfetti. Tuhaf ve fantastik bir ütopyacı, adeta Cyrano de Bergerac ile Swift’in çağdaş bir türevi olan Scherbart’ın genellikle neo-romantik bir yazar olduğu düşünülür…Doğrudan siyasal nitelikte hiçbir şey yayımlamamış olsa da, anarşist şair Erich Müsham’ın –Gustav Landauer’in üye olduğu Neue Gemeinschaft hareketiyle bağlantılıydı- arkadaşıydı ve emperyalizme, ulusalcılığa, militarizme ve devlet kurumuna duyduğu düşmanlık nedeniyle anarşizme yakındı. “Yıldızlarla ilgili ütopya”sı, Lasebondia’da (1913) “Palas” gezegenini betimler. Burada yaşayanlar hiçbir yasa, siyasal yapı, yönetim, devlet yada özel mülkiyetin olmadığı, karşılıklı yardım ve gönüllü ortak etkinlikle birbirine bağlı bir toplum yaratmışlardır. Romanın ana teması gizemli bir göksel cisme doğru uzanan dev bir kulenin inşa edilmesidir. Mimari tekniğin yazar için önemli olduğu görülür; ama son çözümlemede kule, yıldızlarla ilgili dinsel bir arzuya, bir “kozmoteizm ”e hizmet eden bir araçtır. Yüce amaç “Ulu Varlık”a ve kuleye atfedilen öncü karakterde “öteki yıldızlarda din olarak tasarlanan şey”e “itaat etmek”tir. 1918-19’da, Benjamin Lesabendio üzerine ilk kısa eleştirisini yazdı. Benjamin kitabın ana motifini “Ulu Varlık’ın manevi düzeni” ve “teknoloji karşısında manevi galibiyet” ile “ütopyanın tamamlanması” olarak sundu.

…Komünizm ile anarşizmi birleştirme ya da eklemleme girişimi Benjamin’in gerçeküstücülük üstüne ünlü denemesinin (1929) ana motifini oluşturur. Kendisinden “anarşist cephe ile devrimci disiplin arasındaki en korunmasız konumda” (“Alman gözlemci”) diye söz eden Benjamin, gerçeküstücülüğü liberter geleneğin en dikkate değer varisi olarak yüceltir: “Bakunin’den beri Avrupa’da hiçbir radikal özgürlük anlayışı olmamıştır. Gerçeküstücülerde böyle bir anlayış vardır.”…Benjamin, Breton’un “devrimci nihilizmi”ni över ve gerçeküstücü şairin Najda’da, isyanın Paris günlerini anarşist martirler Sacco ve Vanzetti’yle dayanışma içinde selamladığı bölüme dikkat çeker. Devrimin “metodolojik ve disiplinli hazırlanışı” (yani komünizm) pahasına devrimin “anarşist bileşeni” üzerinde ısrar etmenin taşıdığı tehlikenin Benjamin’in ilgisini çektiği doğrudur.

…Cennete ulaşan yeni Babil Kulesi figürü, fırtınanın ürettiği “göğe doğru yükselen enkaz yığını”dır. Bu fırtına “ilerleme dediğimiz şey”den başka bir şey değildir… “İlerleme”ye duyulan bu temel ve esas güvensizliği, diyalektik One-Way Street (Tek Yönlü Yol -1928) imgesinde buluruz. Burada, anti-burjuva devrim, “ekonomik ve teknolojik devrimin neredeyse hesaplanabilir belirli bir noktasında,” yani iki bin yıllık insan kültürüne son verecek patlamadan önce, yanan fitili dinamite ulaşmadan kesme eylemi olarak gösterilir. Aynısı Storyteller (Öykü anlatıcısı, 1936) başlıklı denemede de gösterilir. Burada Leskov, “ekonomik ilerlemin yetersizliğini gösteren” ilk insanlardan biri ve insan ile doğa arasındaki kaybedilmiş o altın uyum çağına inancını sürdüren öykü anlatıcısı protipi olarak selamlanır (Tolstoy’dan yapılan bir alıntı ile).

…Benjamin bilim ve teknolojiyi ne küçümsedi ne de “insanın yetenek ve bilgisinde ilerlemeler” olduğunu inkar etti (Tezler’de üstü kapalı biçimde belirttiği gibi) Tutku ve inatla reddettiği şey; tek başına teknolojik gelişmenin insanlığın toplumsal ve ahlaki durumunu iyileştireceği; ve sosyalistlerin özgürleşmiş bir toplum kurmak için yapacakları tek şeyin karşı konulmaz maddi ilerleme hareketini izlemekten ibaret olduğu şeklindeki ölümcül derecede tehlikeli mitti. Kapitalizmde varolan biçimiyle teknolojik ilerlemenin, devrimci bir kesinti olmadıkça insanlığın geleceğini tehdit edeceğini kesinlikle fark ediyordu. Ayrıca, giderek kapitalist endüstriyel “ilerleme”nin önemli ölçüde toplumsal “gerileme”ye yol açtığını ve insan hayatını tam da kayıp cennetin karşıtı, yani kendi cehennemi haline getirdiği kanaatine vardı. Zentralpark’da (1938) Benjamin şu görüşü öne sürdü: “İlerleme kavramı felaket fikrini temel almaktadır. İşlerin ‘bu şekilde devam etmesi’ felakettir…Strindberg’in düşüncesi: cehennem yakında gerçekleşecek bir şey değildir; o, şimdiki hayatın ta kendisidir.”

…Felaket tarihin sürekliliğidir…Ezilenlerin bakış açısından, geçmiş bitimsiz bir felaketli yenilgiler dizisinden başka bir şey değildir. Spartakus, Thomas Münzer, Haziran 1848, Paris Komünü, 1919 Alman Spartakist ayaklanması (bunlar Benjamin’in yazılarında sık sık görülen örneklerdir): “bu düşman galip gelmeye devam etmektedir.” (6.Tez)

…Benjamin için geleceğin sınıfsız toplumu (yani cennet) tarih öncesinin sınıfsız toplumuna saf ve basit bir dönüş değildir: Diyalektik bir sentez olarak kendi içinde insanlığın bütün geçmişini taşır. İstisnasız bütün kurbanların evrensel hatırlanışını –ölülerin dirilmesinin dünyasal karşılığı- temel alan gerçek evrensel tarih ancak geleceğin sınıfsız toplumunda mümkün olacaktır. Irving Wohlfarth’ın “Walter Benjamin’in Son Düşüncelerinde Mesiyanik Yapı” üzerine dikkate değer makalesinde yazdığı gibi, buradan söz konusu olan bir çemberden çok bir “spiral”dir; çünkü mesiyanik gelecek bütün geçmiş tarihin Aufhebung ’udur. (Hegelci anlamda)

Kaynak: Dünyayı değiştirmek üzerine-Karl Marx’tan Walter Benjamin’e siyaset felsefesi denemeleri

Osmanlıda Pozitivizmin ve Materyalizmin Yaygınlaşması

Saint Simon’un esaslarını ortaya koyduğu Auguste Comte’un sistemleştirdiği pozitivizm, günümüze kadar her alanda etkili olmuş bir felsefedir.[1] Pozitivizm, geniş anlamıyla araştırmalarını olgulara, gerçeklere dayayan fizikötesi açıklamaları kuramsal olarak olanaksız, pratik olarak yararsız gören felsefe anlayışıdır.[2] Saint-Simon, pozitivizme giden yolu açarken, pozitivizmin esas kurucusu A. Comte kendi dile getirdiği adla ‘bilimsel dünya görüşü”nü savunur. Comte’a göre, insan soyunun entelektüel gelişim tarihi ‘teolojik’ ve ‘metafizik’ evreden sonra deneysel bilimlerin ortaya koymuş oldukları bilme imkânları dahilinde artık son evresi olan ‘pozitif’ evreye ulaşmıştır.[3]

Bu felsefenin tüm dünya da olduğu gibi Osmanlı devletinin aydınlarının etkilemiştir. Çünkü Osmanlı aydınları hem Avrupa’yı geziyorlar ve Avrupa da yaşanan gelişmeleri, değişmeleri görüyor ayrıca okudukları kitaplarla da kendi ülkelerinin tespitini ortaya koymaya çalışıyorlar.Daha Tanzimat’tan önce müspet bilim, bir kısım aydınlar arasında bir kült haline gelmişti.[4]

XIX. yüzyıl Batı felsefesi içinde iki karşıt akım olarak gelişen Fransız pozitivizmi ile Alman idealizmi karşısında Osmanlı aydını, seçimini ilkinden yana yaptı. Osmanlı reformcularının Fransız modelini örnek almaları, iki ülke arasındaki somut ilişkilerin dolaylı bir sonucuydu. [5]

Pozitivizmin Osmanlıya girişi doğrudan felsefi kanalla olmamıştır edebiyat akımları, o devirdeki okullara konan pozitif bilim dersleri, doğrudan Fransızca tedrisat yapan okullar, Avrupa ya gönderilen öğrenciler, eğitim kurumlarımıza gelen uzmanlar ve bazı dernekler aracılığıyla gerçekleşmiştir.[7]

Çevirilerin de önemli bir yeri olduğu yadsınmamalıdır. [8]

Pozitif bilim anlayışının Şinasi'nin başlattığı epistomolojik kopuşun ardından pozitivizm adıyla Osmanlı kültür yaşamına katıldığı ve Osmanlı modernleşmesindeki yerini aldığı, bunun da başlangıcını Şinasi'nin temsil ettiği söylenebilir.[9]

Osmanlı materyalizmi, pozitivist temellerin üzerine kurulmuştur. [10] Materyalizm, Osmanlı kültür yaşamına ilk defa 1880'li yıllarda girmiş ve gelişiminin ilk evresini II. Meşrutiyet'in ilanıyla tamamlamıştır. Modern eğitim kurumlarının öğretime XIX. yüzyılda başlaması, "Mekteb-i Tıbbiye"nin kurulması ve bu dönem Osmanlı aydınlarının fizyoloji, zooloji, anatomi bilgilerini bu okullardan alması, yabancı hocaların da eğitici kadrolarda bulunması, materyalizmin gelişmesini sağlamıştır. Beşir Fuad, Osmanlı materyalizminin öncülüğünü yapmıştır.[11]

Mühendishane, Harbiye ye Tıbbiye gibi yüksekokullar Tanzimat döneminde Batılılaşma cereyanından geniş ölçüde etkilenmişlerdir.[12]Fransızların büyük destek ve yardımlarıyla açılan Mekteb-i Tıbbiye, Abdullah Cevdet, Beşir' Fuad ve Rıza Teyfik gibi pozitivist ve natüralist kimseleri yetiştirmiştir. Mekteb-i Tıbbiyenin bu özelliği kazanmasının sebebi, bu okula Fransız kitapları ve eğitimcileri getirilip, Osmanlı eğitim anlayışından uzaklaştırılarak Fransız eğitimine uygun eğitim yapılmasıdır.[13]

1847'de Tıbbiyeyi ziyaret eden ve müşahedelerini hayretle anlatan Mac. Farlane,[14] Fransız devrimini hazırlayan materyalist filozofların hemen tüm kitaplarının burada okunduğunu görmekle hayrette kalır. Fakültenin kitaplığı hakkında “çoktan beri bu kadar düpedüz materyalizm kitaplarını toplayan bir koleksiyon görmemiştim” der. “Genç bir Türk oturmuş dinsizliğin el kitabı olan Systeme de la Natureu okuyordu. Baron d’Holbech’in ünlü eseri, bir başka öğrenci Diderot’un Jackues le Fatalistein’den, Le Compere Mathieu’den parçalar okuyarak marifetini gösteriyordu” diyerek devam eder. Mac Farlane davet edildiği bir toplantıda gördüklerini şöyle anlatır: “Doktorlara ve Türk asistanlara ayrılan mükemmel döşenmiş bir salona davet edilmiştim. Kanepenin üzerinde bir kitap vardı. Alıp baktım. Bu da Baron D’Holbachın dinsizlik kitabı olan System de la Nature’un en son Paris baskısı idi. Kitabın çok okunmakta olduğunu sayfalarından birçok parçalarının işaretlenmiş olmasından anladım. Bu parçalar özellikle Tanrı’nın varlığına inanmanın saçmalığını, ruhun ölmezliği inancının imkânsızlığını matematikle gösteren parçalardı. Kitabı yerine korken Türk doktorlardan biri yanıma geldi. Fransızca olarak şunları söyledi: Bu büyük bir filozofun eseridir! O daima haklıdır.’ “[15]

1908 Meşrutiyeti’nden sonra materyalist fikirler Türkiye’de daha rahat temsil edilebilme imkânı bulmuş, materyalist fikirleri bilinçli bir biçimde savunan aydınların sayısı artmıştır.[16] Pozitivist ve materyalist görüşleri savunan Osmanlı aydın çöküş aşamasındaki devleti kurtarmak için üzerinde birleştikleri en önemli nokta, değişmenin akıl ve bilime dayalı olarak gerçekleştirilmesiydi. Bu nedenle gerek Beşir Fuad, Baha Tevfık, Rıza Tevfık, Abdullah Cevdet gibi materyalistlerde gerekse Ahmet Şuayb ve Ahmed Rıza gibi pozitivistlerde sundukları reçetelerde, akıl ve bilim birinci maddeyi kapsamaktadır. [17]

Materyalizmin toplumsal hayatımızdaki etkileri daha ziyade siyasal alanda olmuş, bu sebeple özellikle 1919’lardan itibaren Türkiye’de diyalektik materyalizmle ilgili faaliyetler başlamıştır. 1919 yılında Almanya’daki Türklerden bazıları Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası adında bir parti kurarak Kurtuluş dergisini çıkarmaya başlamışlardır. Kurtuluş dergisi çevresinin felsefe itibariyle Fransız Aydınlanma düşünürlerinden yola çıkan, sonuç itibariyle de Hegel ve Marks’a kadar uzanan bir çizgileri vardır.Böylece zaman içinde klasik materyalizmle ilgili faaliyetler yerini Dr. Şefik Hüsnü, İştirakçi Hüseyin Hilmi, Dr. Tevfik Nevzat, Mustafa Subhi gibi isimlerin diyalektik materyalizmle ilgili faaliyetlerine bırakırken İçtihad, Piyano, Yirminci Asırda Zeka ve Felsefe Mecmuası gibi yayın organları da yerlerini Kurtuluş, Aydınlık, İnsaniyet, İştirak, Sosyalist, İdrak gibi diyalektik materyalizmle ilgili yayın organlarına bırakmıştır. [19]

Çeviriler

Münif Paşa 1843 yılında Fénelon, Fontenelle ve Voltaire’den Muhaverat-ı Hikemiye adlı felsefi diyalogların tercümesini yaparken, Şinasi 1859 yılında La Fontaine, Racine ve Lamartine vb. şairlerden yaptığı tercümelerini küçük bir risale haline getirip taş basma olarak yayınlar.[20]

Bunun yanı sıra materyalist düşünürlerden L. Büchner’den Madde ve Kuvvet, E. Hartmann’dan Darwinizm, E. Haeckel’den Vahdet-i Mevcut ve Bir Tabiat Aliminin Dini gibi eserlerin tercümelerinin yapılması materyalizmin ülkeye girmesinde önemli rol oynamıştır. [21]

- Dernekler

- Yayın organları

- Temsilciler


Dipnotlar:

[1]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[2] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[3] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[4]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[5]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[6]http://horozz.net/fransiz-devrimi.html
[7]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[8]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[9]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[10]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[11]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[12] Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Halit Ertuğrul, Nesil Yayınları
[13] Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Halit Ertuğrul, Nesil Yayınları
[14] Kültürümüzü Etkileyen Okullar, Halit Ertuğrul, Nesil Yayınları
[15] Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi, Murtaza Korlaelçi
[16] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[17]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[18]http://www.hyahya.org/tr/Kitaplar/679/global-masonluk-1cilt/chapter/6930
[19] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[20] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[21] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[22] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[23]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[24] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[25] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[26] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[27] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[28] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[29] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[30] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[31]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[32]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[33] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[34] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[35]http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=4660&tip=haber
[36]http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=4660&tip=haber
[37]http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=4660&tip=haber
[38] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[39]http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=4660&tip=haber
[40]http://www.dunyabizim.com/?aType=haberYazdir&ArticleID=4660&tip=haber
[41] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[42] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[43] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[44]http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brahim_%C5%9Einasi
[45]http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brahim_%C5%9Einasi
[46]http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brahim_%C5%9Einasi
[47]Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı-I, Anadolu Üniversitesi
[48]Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı-I, Anadolu Üniversitesi
[49]http://www.wardom.org/ibrahim-sinasi-ilklerin-adami-176007/
[50] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[51] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[52]http://gunayguner.blogcu.com/unutulmayacak-aydin-besir-fuad/6896501
[53]http://gunayguner.blogcu.com/unutulmayacak-aydin-besir-fuad/6896501
[54] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[55]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[56] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[57] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[58]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[59]http://tr.wikipedia.org/wiki/Be%C5%9Fir_Fuat
[60]http://dusundurensozler.blogspot.com/2008/10/ahmed-riza-1859-1930-1.html
[61]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_R%C4%B1za
[62]http://dusundurensozler.blogspot.com/2008/10/ahmed-riza-1859-1930-1.html
[63]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_R%C4%B1za
[64]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_R%C4%B1za
[65] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[66] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[67] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[68] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[69] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[70]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmed_R%C4%B1za
[71]http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1
[72]http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1
[73]http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1
[74]http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1
[75]http://tr.wikipedia.org/wiki/R%C4%B1za_Tevfik_B%C3%B6l%C3%BCkba%C5%9F%C4%B1
[76] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[77] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[78] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[79] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[80]http://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCseyin_Cahit_Yal%C3%A7%C4%B1n
[81]http://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCseyin_Cahit_Yal%C3%A7%C4%B1n
[82]http://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCseyin_Cahit_Yal%C3%A7%C4%B1n
[83]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[84] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[85]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[86]http://kayhankaratas75900.blogcu.com/osmanli-da-felsefe/3594839
[87]http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_%C5%9Euayip
[88] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[89] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[90] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[91]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[92]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[93]http://www.ceddimizosmanli.net/ateist-mason-abdullah-cevdet-kimdir/
[94]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[95]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[96]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[97]http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_Cevdet
[98] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[99] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[100] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[101]http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/835/10567.pdf
[102]http://200kitapozeti.blogcu.com/baha-tevfik-in-hayati/2228897
[103]http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/baha_tevfik
[104] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[105]http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/baha_tevfik
[106] Klasik Materyalizm ve Pozitivizmin Türkiye’ye Girişi ve İlk Yansımaları, Emel Koç
[107]http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/columnistDetail_getNewsById.action?newsId=3375


KAYNAK: http://kultursayfasi.wixsite.com/osmanlilar/pozitivizm

Temsilciler

Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi akla büyük önem ve yer vererek yeni bir rasyonalite geliştirmeye çalıştılar.[31] Ama pozitif bilimlere dayanarak düşünce üreten ilk düşünür, Tanzimat düşünürü Hoca Tahsin Efendi olsa gerektir.[32]Hoca Tahsin Efendi, Ahmet Mithat Efendi ve Beşir Fuad, materyalist fikirleri yayma konusundaki çalışmaları dağınık ve metotsuz olsa da, bu anlayışın ülkemize girip yayılması için ilk koşulları hazırlayan düşünürler arasında sayılabilir.[33]

Hoca Tahsin EFENDİ (1811-1881)

Hoca Tahsin, Türkiye’de Batılılaşma hareketinin ilk önderlerindendir. 1811’de Yanya vilayetinde doğdu. Sadrazam Reşit Paşa tarafından seçilip Avrupa’ya gönderilenler arasında yer aldı.[34]

XIX. yüzyılın ikinci yarısı… Tanzimat ve Islahat Fermanları ilan edilmiştir. Elhâsıl, Osmanlı’nın Batının vaziyetinin iyice farkına vardığı ve özellikle de maarif alanında bir nevi “teyakkuz” durumuna geçtiği zamanlardır. 1857’nin Mart ayında tahsil için Paris’e varan Osmanlı öğrencileri arasında 46 yaşında sarıklı, cübbeli bir Hoca Efendi de vardı. Islahat Fermanı, sonrasında sadece “ilm”ini almak üzere Avrupa’ya gönderilen öğrencilere, hem Arapça, Farsça, Türkçe ve İslâm ilimlerini öğretmek hem de dönünce Darülfünun’un modern bilimlerde uzmanlaşmış muallimlerinden biri olmak amacıyla tabiî ilimler tahsilinde bulunmak görevlerini derûhte etmişti. Hoca Tahsin Efendi’nin Paris’teki bir diğer görevi ise Paris’teki Osmanlı tebaasının imamlığı görevini ifa etmekti.[35]

Hoca Efendi hem fakültelerde derslere girdiği hem de sanat ve kültür çevresiyle hemhâl olduğu Paris’e hayran kalmıştı. Bu hayranlığını “Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise/ Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e” dizeleriyle ifade eden Hoca Tahsin Efendi Paris’te on iki yıl ikamet etmiştir.[36]

Hoca Paris’ten dönmeden şöhreti Dersaadet’e ulaşmıştı. Materyalist felsefeyi benimsediği, Paris kahvelerinin müdavimi olduğu, Namık Kemal başta olmak üzere Yeni Osmanlılarla dostluk kurduğu, bir ara sarığını çıkartıp hasır şapka taktığı ve bu nedenle bazılarınca “Mösyö Tahsin” ya da “Gavur Tahsin” olarak anıldığı, sarığıyla bilardo oynadığı, amelde ihmalkâr olduğu... [37]

İstanbul’a dönüşünde başarısı ve bilgisiyle dikkat çekmiş, yeni açılacak olan Darülfünuna başhoca (rektör) tayin edilmiştir. Darülfünun kütüphanesine Fransa’dan hümanizm ve pozitivizm konularını içeren kitaplar getirmesi tepkilerine neden olmuştur. [38]

Muhtelif rivayetlere göre ya Hoca Tahsin’in içinde güvercin olan bir fanusun havasını boşaltarak canlıların oksijensiz yaşayamadıklarını kanıtlamaya çalıştığı bir vakum deneyi ya da Cemaleddin Afganî’nin konuşmasında peygamberliği bir nevi sanata benzetmesi yüzünden hem Darülfünûn’dan atılmış hem de Darülfünûn kapatılmıştır. Benzer bir durum gelen talebelere tabiî ilimleri öğrettiği dönemlerde de yaşanmış, Hoca bu talebelerin itikadını bozmakla suçlanmıştır.[39]

Hem Hoca Tahsin’in bizzat kendisi hem de Şemseddin Sami, Abdülhak Hamid, Necip Asım gibi öğrencileri uğradığı haksızlıklara sitem etmişler ve her fırsatta bu ithamlara cevap vermişlerdir. Örneğin, Şemseddin Sami Hafta dergisinde “Hoca Tahsin” başlıklı bir yazı dizisi yayınlamış ve “Hoca Tahsin’in itikadı tam ve kâmil olduğuna benimle beraber şehadet edecek pek çok zevât bulunur; Amelde kusuru var idiyse de… Heyhât! Kimin yok?” ifadeleriyle hocasını savunmuştur.[40]

Matematiğe ve müspet ilimlere ilgi duyan Hoca Tahsin’in alemin yaratılışı, insan ve diğer canlıların meydana gelişi gibi konularda zaman zaman evrimci açıklamalarda bulunması, Darwin’in varlıkların oluşumuyla ilgili düşüncelerinin Kutsal Kitaba uygun olarak geliştirilmesiyle yaratılma olayının açıklanabileceğini söylemesi, madde ve kuvvetin ebedi olduklarını ileri sürmesi o dönem için oldukça yeni sayılabilecek fikirlerdir.[41]

Hoca Tahsin’in fikirlerini sunarken bazı yerlerde zaman zaman kullandığı muğlak ve kaçamak ifadeler onun materyalist olduğu izlenimini uyandırmış olsa da bu ifadelerin ardından onun sahip olduğu fikirlerin ayet ve hadislere uygun olduğunu göstermek üzere örnekler vermesi, bilinçli bir şekilde materyalizmi savunmadığı, ancak fikirlerinde materyalizme meyleden unsurların var olduğu izlenimini uyandırmaktadır. [42]

- Ahmet Rıza (1859-1930)

- Beşir Fuad (1852-1887)

- İbrahim Şinasi (1824-1871)

- Rıza Tevfik (1868-1949)

- Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957)

- Ahmet Şauyb (1876-1910)

- Abdullah Cevdet (1869-1932)

- Baha Tevfik (1884-1914)




Baha TEVFİK (1884-1914)

Baha Tevfik 1884'de İzmir'de doğdu. Lise sonda gazetelerde felsefi yazılar yazar. Bu sıralarda materyalist fikirlere sahip olduğunu anlıyoruz. Kendisini en çok etkileyen kitap Buchner'in “Madde ve Kuvvet” idir. Bu kitap bütün dünyasını değiştirir- “Alla, din, ruh, kader, yaratılış konularında materyalist bir anlayışa sahip olmasında ve ateistliğinde bu eserin oldukça önemli bir rolü vardır.[102]

Yükseköğrenimini Mülkiye Mektebi’nde tamamladıktan sonra (1907), bir süre felsefe öğretmenliği yaptı.[103] Biyolojik ve evrimci materyalizmin temsilciliğini yapan, ateizmi açıkça benimseme ve ifade etme cesareti gösteren bir düşünür ve iyi bir polemikçi idi. [104]

Osmanlı Sosyalist Fıkrası’nın kurucularından ve ilk merkez yürütme kurulu üyelerindendi (1910). Bu partinin yayın organı İştirak’te yazdı, yönetimine katıldı. Türkiye’de maddecilik akımının ilk örneklerini verdi.[105]Büchner’in tüm dünyayı etkileyen temel yapıtının tamamını üç cilt halinde Madde ve Kuvvet adıyla Ahmet Nebil ile birlikte 1910’lu yıllarda Türkçeye çevirmiştir. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesinin yayın organları olan Piyano, Yirminci Asırda Zekâ ve Felsefe Mecmuası gibi dergiler Baha Tevfik’in çabalarıyla çıkarılmıştır. [106]

Büchner, XIX. asır mekanik materyalizminin en tanınmış, popüler isimlerinden birisi, belki de birincisidir. Başeseri olan Madde ve Kuvvet(Frankfurt, 1855), hemenhemen dünyanın bütün kültür dillerine çevrilmiştir. Yarım yüzyıllık bir gecikme ile bu yüzyılın iptidalarında Baha Tevfik ve Ahmet Nebil tarafından Türkçeye çevrilmiş, gerek Türk maddecileri üzerinde büyük tesirler icra etmiştir. Büchner Türkiye'de özellikle pozitivist, materyalist ve ateist düşüncelerin yayılmasında birinci derecede bir rol sahibidir. Hatta kendi çağındaki başka bir batılı düşünürün ülkemizde bu kadar derin bir etkide bulunduğunu söylemek oldukça zordur.[107]

Abdullah CEVDET (1869-1932)

Doktor, şair ve siyaset adamı olan Abdullah Cevdet, materyalist ve evrimci görüşlerin yayılmasına çalışanlardandır. Abdullah Cevdet’in entelektüel hayatı, birtakım tereddütlerle başlamış, fikirlerinin netleşmesi zaman almıştır. Gençliğinde gayet dindar olduğu ve 1890-1891’de yazdığı şiirlerinin bir kısmını dini duyguların etkisiyle kaleme aldığı bilinmektedir. Ancak Tıbbıye öğrencisiyken İbrahim Temo’nun kendisine vermiş olduğu Felix Isnard isminde bir Fransız tarafından Materialisme et Spiritualisme adlı kitabı okumasıyla zamanla kendisi için yeni ufuklar açılmış, Tıbbiyenin son senesinde ise L. Büchner’in temel eserini okumasıyla dünya görüşü tamamıyla değişmiştir.[90]

İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihad-i Osmani Cemiyeti adlı gizli örgütü kuran beş tıbbiyeliden birisidir. Okulu bitirdikten sonra geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey (Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu; örgüte girmesini sağladı.[91]

İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden 1895'te İstanbul’a döndüğünde bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi'nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl görev yaptıktan sonra hapsedildidört ay sonra serbest bırakıldığında, Fizan'a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus'a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa'ya geçti.[92]

Fransa’nın ardından Cenevre'ye yerleşerek; Jön Türklerle buluştu. Derneğin yayın organı olan Osmanlı Gazetesi’ni Türkçe - Fransızca olarak çıkardı ve istibdata karşı yazılar yazdı. Batı eserlerinden çeviriler yaptı.“Sultan Hamid hakkında yüz yalan uydurdum. Bazısına kendim de inandım” demekten kendisini alamamıştır.[93]

Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti. Onun Abdülhamit’e jurnalcilik yaptığı ve gazeteyi kapatıp Viyana’da doktorluğu kabul etmesinin bunun kanıtı olduğu öne sürülmüştür. 1903’te büyükelçi Mahmut Nedim Paşa’yı tokatlaması üzerine Avusturya’dan sınırdışı edildi. Cenevre’ye dönerek Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın organı olarak yeniden Osmanlı Gazetesi’ni çıkardı.[94]

1904’te İçtihat adlı bir basımevi kurdu. Basımevinde batılılaşma yanlısı eserler bastı. 1910’da İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel tutumu nedeniyle baskılara maruz kaldı. İşgal yıllarında sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. “Seçkin” insanların yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet daha Cumhuriyet kurulmadan Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti.[95]

İşgal yıllarındaki İngiliz yanlısı tutumu ve Kürt milliyetçi örgütlerinde yer almasından dolayı I. Dünya Savaşı sonrasında siyasal iktidarın gözünden düşmüştü. Cumhuriyet döneminde hakkında “devlet hizmetinde ömür boyu görev almama” kararı verildi. Yaşamının geri kalanını şiir kitapları yazarak, çeviri yaparak ve İçtihad’ı yayımlayarak geçirdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti. 1928 yılında devlet başkanı Atatürk’ün isteğiyle Fransız filozof Jean Meslier’nin kaleme aldığı din eleştirisi kitabını çevirdi; eser, "Akl-ı Selim" adıyla Devlet Matbaası’nda, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında yayımlandı.[96]

29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet'in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış, birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na gömülmüştür.[97]

Avrupa’nın entelektüel çevrelerinde diyalektik ve tarihsel materyalizmin önemli bir yer tuttuğu bir dönemde mesleğinin de etkisiyle fizyolojist-biyolojik materyalizmi benimsemiş ve kendi çıkardığı İctihad mecmuasında yayınladığı yazıları, eserleri, tercümeleri yoluyla bu alandaki fikir ve görüşleri yaymaya çalışmıştır. Büchner’in Madde ve Kuvvet adlı eserinin bir kısmını Fenn-i Ruh (1911) adıyla tercüme eden Abdullah Cevdet, maddenin ezeli ve ebedi gerçek olduğu düşüncesini, maddenin fenafillahı diye açıklamıştır. [98]

İslamiyeti ve İslâm peygamberini şiddetle eleştiren R. Dozy’nin Tarih-i İslâmiyet’ini çevirerek yayınlaması ve bu kitaptaki fikirlerini benimsediğine dair açıklamaları çeşitli çevrelerden tepkiler almıştır. Ama tüm bunlar Meşrutiyet sonrası özgürlük ortamından yararlanan bir taraftar grubu oluşturmasına engel teşkil etmemiştir. [99]

Gerek Osmanlı Toplumunun gerekse tüm İslâm toplumlarının geri kalmasında en önemli etken olarak dini görür. Toplum tarafından İslâm’ın reddedilmesinin zorluğunu fark eden Abdullah Cevdet ve arkadaşları zaman zaman dinden yararlanma yoluna giderek dinden yalnız siyasi amaçlı değil, daha çok İslâm ülkelerinin kültürel birliğini sağlayacak bir araç olarak faydalanmayı uygun görmüşlerdir.[100] İslâm birliği düşüncesi onun için Batı ülkelerinin emperyalist siyasalarına karşı bir sığınaktı.[101]

Ahmet ŞUAYB (1876-1910)

İstanbul’da doğdu. Vefa idadisi ve Mekteb-i Hukukta okudu. Servet-i Fünun grubunun en kuvvetli tenkitçisi ve felsefecisidir. Pozitivizmi derli toplu tanıtan ilk yazarlarımızdandır.[86] Ahmet Şuayp'tan önce Beşir Fuat pozitivizm ile materyalizm arasındaki farklara değinmiş, ancak ayrımın felsefi yönünden çok edebi yönüne ağırlık vermiştir. Hüseyin Cahit Yalçın da ayrımın estetik yönünü ele almıştır. Ancak ilk olarak Ahmet Şuayp pozitivizmi her yönüyle kapsamlı şekilde incelemiş, felsefi, tarihsel, edebi yönlerini birlikte ele almıştır.[87]

Genç yaşta Batının fikir hayatına ilgi duyan Ahmet Şuayb, Fransa’da yayınlanan dergilere ve gazetelere abone olmuş, Servet-i Fünun’daki Hayat ve Kitaplar adlı ilk makalesinde amacının okuyucularını erdemli Batının eserlerinden haberdar etmek ve tarih, felsefe, hukuk hakkında daha fazla malumat arzulayan ilim ve irfan isteklilerine faydalı bilgiler sunmak olduğunu ifade etmiştir. [88]

Comte’a özel bir önem atfederek onu yüzyılın en büyük fikir hizmetçisi ve Descartes’dan sonra Fransa’nın en büyük düşünürü olarak kabul eden Şuayb, Comte’un fen ile felsefenin sınırlarını en iyi şekilde belirlediğini ve insan ruhunun temel eğilimlerini tanımladığını ifade etmiştir. [89]

Hüseyin Cahit YALÇIN (1874-1957)

Balıkesir’de memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen H. Cahit Yalçın, 1896 yılında Mülkiye’yi derece ile bitirdikten sonra İstanbul okullarında bir süre yöneticilik görevini sürdürmüş, Servet-i Fünun topluluğuna katılmış ve şöhretini bu dergideki makaleleri yoluyla yapmıştır.[78] Cumhuriyet yıllarına kadar ateşli polemiklerin kahramanı olmuş, Servet-i Fünun çevresinin İttihat ve Terakki Cemiyeti politikalarının cesur bir savunucusu olmuştur.[79]

1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra memuriyetten ayrılan ve edebiyatı bırakan Hüseyin Cahit; gazeteciliğe ve siyasete başladı. İttihat ve Terakki yöneticilerinin isteği doğrultusunda Ağustos 1908'de Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım Kadri ile birlikte Tanin gazetesini kurdu. İlk sayısı 1 Ağustos 1908’de yayımlanan gazetenin başyazarlığını üstlendi. İttihat ve Terakki'nin siyasi alanda bir nevi kalemşoru oldu. Tanin, zamanla kamuoyunun gözünde İttihat ve Terakki ile özdeşleşti ve onun yayın organı olarak görüldü. Hüseyin Cahit, aynı yıl İttihat ve Terakki'den milletvekili seçildi. 1908-1912 Osmanlı Meclisi Mebusanı ile 1912 Nisan-Ağustos Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda İstanbul milletvekili olarak yer aldı. Meclisin ikinci dönem çalışmalarında meclis başkanlığını yürüttü.[80]

31 Mart Ayaklanması sırasında ayaklanmayı çıkaran güçler tarafından matbaası basılan ve öldürülmeye çalışılan Hüseyin Cahit, saklanıp kurtulurken Lazkiye milletvekili Mehmet Aslan Bey, ayaklanmacılar tarafından Hüseyin Cahit sanılarak öldürüldü. Hüseyin Cahit ise Rus elçiliğinin yardımı ile Romanya’ya kaçtı ve Mehmet Reşat’ın tahta çıkarıldığı 27 Nisan 1909’da ülkeye dönerek gazetesinin yayınını sürdürdü. Hükümete yönelik eleştirileri yüzünden 1912’de gazetesinin kapatılması üzerine Viyana’ya kaçan Hüseyin Cahit, Bâb-ı Âli Baskını’ndan sonra İstanbul’a dönebildi. 31 Ocak 1913’te yeniden çıkartmaya başladığı Tanin’de eleştirilerini artık İttihat ve Terakki’ye yöneltti.[81]

I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’un işgal edilip meclisi dağıtan İngilizler tarafından Malta'ya sürüldü (1919). 1922'de Malta’dan İstanbul’a döndükten sonra Tanin adıyla gazete çıkarmasına izin verilmeyince gazeteyi "Renin" adıyla çıkarmaya başladı. İsmet İnönü'nün teklifiyle tekrar politikaya dönmüştür. V. Dönem (Ara Seçim),VI. Dönem Çankırı, VII., VIII. Dönem İstanbul ve IX. Dönem Kars Milletvekilliği yapmıştı1948’den itibaren CHP’nin resmi yayın organ olma özelliği taşıyan Ulus Gazetesi'nde başyazarlık yaptı. 1957 tarihinde İstanbul’da hayatını kaybetti.[82]

Pozitivist düşünce yakınlığı daha lise Çağlarında başlamıştır. Kendisini skolastik bataklığından kurtaranın Fransızca Bilmesi ve Batı Kültürünün olduğunu söyler.[83] Mekteb-i Mülkiye-i Şahane yıllarında arkadaşı Ahmet Şuayb aracılığıyla yasaklı Jön Türk yayınlarına ulaşan ve bu yıllarda Fransız Edebiyatına ilgi duyan Hüseyin Cahit’in Fransızcası yaşamının sonuna değin yaptığı çeviri faaliyetleriyle gelişmiştir. Kendi döneminin pek çok düşünürü gibi Beşir Fuad’ın materyalist-pozitivist düşüncelerinden ve Ahmet Rıza ile Mizancı Murat’ın yazılarından derinden etkilenir. [84] Pozitivizmin edebiyat yoluyla Türkiye’de yayılmasında gayret etmiştir. Eserleri, daha çok edebiyat ağırlıklı olup, roman, hikâye, tenkit, şiir, hatıra ve makale türlerinden oluşmaktadır.[85]
  • Gizlilik Politikası ve Şartlar
  •   © 2007

    Back to TOP