ATOMCU FELSEFE - 1
|
Atomcu felsefe tarihte üç isimle anılır. Eski Yunan’da Leukippos ve Demokritos, Roma’da ise Epiküros’tur. Bu seminerin konusu ilk atomcular Leukippos ile Demokritos ve onların atomcu felsefelerdir.
Atomculuk aslında felsefede ve bilimde bir yöntemdir. Kavramları parçalara ayırarak açıklama yani tümevarımın bir çeşididir. Atomculuk kavramı sözlükte şöyle tanımlanır: “Genel olarak kompleks ya da karmaşık fenomenleri, onları sabit ve değişmez parçacık ya da birimlerin toplamları olarak görmek suretiyle açıklayan , fiziki dünyanın, maddi evrenin gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geldiğini savunan görüş” (A.Cevizci-Felsefe Sözlüğü)
Örneğin kan tahlillerinde kanın tamamı değil bütünden alınan bir parça örnek incelenir. Buradan şu sonuca varabiliriz ki alınan kan parçası kanın bütününe göre, atomik bir yapı arz eder. Sosyal bir kurum incelenirken de seçilecek iyi(bütünün özelliklerini taşıyan) bir örnek bizim bütün ile ilgili yargı vermemizi sağlar. Yine benzer bir şekilde elma yerken ilk alınan tad bize elmanın geri kalanının tadı hakkında bilgi verir, yani bu parça bütünün özelliklerini taşır. Kimyacılar da atom kavramının anlamına en uygun düşen bir şekilde maddeleri atomlarının ve moleküllerinin özelliklerine göre yanıcı, patlayıcı, metal, ametal, asit, baz, ekşi, tatlı gibi sınıflandırırlar.
Atomcu felsefe nasıl doğdu?
Felsefe, Antik Yunan döneminden bu yana iki ana kanaldan ilerlemiştir. Bunlardan birincisi Herakleitos’un başını çektiği, evrende değişimin esas olduğunu söyleyen ve onun ünlü sözü olan ‘Herşey akıp geçer.’i sloganlaştıran değişimci kanaldır. Diğeri ise Parmenides’in değişimi yadsıyan, evrenin tüm görüntüsünün bir yanılsamadan ibaret olduğunu söyleyen değişime karşı kanaldır. İşte bu kamplaşmada Herakleitos ve Parmenides’ten sonraki düşünürler, onlar kadar katı olmasalar da bir tavır aldılar. Atomcu felsefe ise bu iki kanalı da aşarak bir çeşit ‘Tez + Antitez = Sentez’ denklemi öne sürdü. Buna göre Parmenides’in aradığı yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen ‘Bir varlık’ atomcularda parçalanarak gözle görülemeyecek kadar küçültülmüştür, ancak atomlardan meydan gelen çoklukta yani evrende sürekli bir değişim esastır. İşte atomcu düşüncenin ana ilkesi budur.
Atomcu düşüncenin içinden çıktığı bir önemli çelişki de Parmenides’in birciliği (monizm) ile Empedokles’in çokçuluğu arasındakidir. Empedokles’e göre toprak, hava, su ve ateş 4 ana elementtir. Bunların farklı oranlarda karışmasıyla çokluk meydana gelir. Oysaki atomcularda ana öğe sayısı 4 ile sınırlı değil sonsuzdur.
Bir de atomculuk ile Anaksagoras’ın ilişkisi önemlidir. Bilindiği üzere Anaksagoras’ın en büyük başarısı, ilk defa olarak o maddeden, ona hareket veren ve hükmeden kımıldatıcı gücü, nus’u (ruh ve akıl) ayırmıştır. Anaksagoras’la felsefede dualizm başlar. Bu düşünce daha sonra Platon ve Aristoteles’e geçerek felsefe tarihinde bugüne kadar gelmiştir. İşte Demokritos bu akıma kapılmayarak ruhun da maddi atomlardan meydana geldiğini söyleyerek felsefe tarihinin en güçlü materyalist düşüncesini ortaya koymuştur.
Atomculuğun Yunan düşüncesindeki temel yanlışlara düşmemiş olması onun en önemli artısıdır. Şöyleki o dönemin çok bilinen paradoksları doğayı matematiksel açıklama çabasına karşın ortaya atılmıştı. Oysaki Demokritos ve Leukippos’un atomları geometrik olarak değil fiziksel olarak bölünemeyendir. Bu sayede bu teori kendine sağlam bir yer edinmiştir.
LEUKIPPOS
Yaşamı:
Leukippos’un yaşamı hakkında çok az şey biliniyor. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor. Leukippos, Miletos’ta doğdu daha sonra batıya seyahatler yaptı. Bu seyahatlerinde Güney İtalya’ya uğradı ve orada Zenon’dan dersler aldı. Daha sonra MÖ 450 yılı civarında olduğu tahmin edilen bir tarihte Abdera’ya gitti ve orada bir okul kurdu.
Leukippos hakkındaki bu sınırlı bilgiler bazı düşünürlerin onun yaşamış olduğundan bile şüpheye düşürmüştür. Örneğin atomcu felsefenin Roma’daki temsilcisi Epiküros onun yaşamadığını söyler. Oysaki Abdera okulu ile ilişkiye geçmiş olan Aristoteles’in onun eserleri hakkında tam bilgisi olduğu anlaşılır. Aristoteles eserlerinde birçok kez Leukippos’u atomcu felsefenin kurucusu olarak söyler. Yine birçok kez Demokritos’un Leukippos’un öğrencisi olduğunu söyleyerek bu iki düşünürü birlikte anar.
Leukippos’tan günümüze ulaşan hiçbir metin yoktur. Ancak Demokritos’a atfedilen bazı eserlerin Leukippos’a ait olduğu söylenir. Burada esas ilginç olan Demokritos’un verdiği sayısız eserde, o zamanın gelenekleri uyarınca, hocası Leukippos’tan hiç söz etmemiş olmasıdır. Oysaki hocasının görüşlerine yaşamı boyunca sadık kaldığı bilinir.
Felsefesi:
Leukippos’un felsefesi yukarıda sözü edilen belirsizliklerden dolayı Demokritos felsefesiyle birlikte anlatılacaktır. Demokritos ve Leukippos arasında Sokrates ve Platon’unki gibi öğrenci öğretmen ilişkisi olmakla birlikte; onlarınki gibi felsefi ayrımlar bulunmaz.Dolayısıyla ortada tek bir atomcu felsefe fakat iki filozof vardır.
DEMOKRİTOS (M.Ö. 460-371)
Yaşamı:
Abdera’da doğmuş ya da buraya sonradan gelmiştir. Doğum tarihi üzerine türlü söylentiler vardır. Bunların içinde en çok kabul görenleri onun M.Ö. 456 ya da 460 yılında doğduğu yönündedir. Çok uzun süre yaşadığı bilinir. Ölüm tarihi ise 371 yılı olarak kabul görür.
Demokritos’un babası çok zengin bir adamdır. Oğlunu iyi yetiştirdi. Onun Persli kahinlerden ders aldığı söylenir. Bu tarz söylentilerin doğruluk derecesi bilinemez ancak Demokritos’un doğu bilimlerini çok iyi öğrendiği bir gerçektir. Uzun seyahatlere çıkmıştır. Gördüğü yerler arasında Hindistan, Habeşistan ve İran da bulunmaktadır. Buralarda rahip, büyücü ve din adamlarıyla görüştüğü düşünülür. Bu gezileri sırasında bütün servetini harcar ve Abdera’ya döndüğünde oranın harabeye döndüğünü görür. O zamanın kanunlarına göre servetini kaybedenlere cenaze töreni yapılmaması gibi bir uygulama olduğundan tekrar para kazanmak için halka açık dersler verir ve bu dersler sonucunda büyük bir serveti olur.
Demokritos’un gezdiği yerler arasında Güney İtalya’nın da olduğu, onun buralarda Pisagorculuk ile Elea felsefesini incelediği söylenir. Ancak onu mistikliğe götürmeye çalışan tüm iddialar onun eserlerine biraz gözatarak çürütülebilir. Çünkü onun eserleri tamamıyla materyalist bir filozofun düşüncelerini yansıtmaktadır.
Demokritos’un yaşamıyla ilgili başka rivayetler de bilinmektedir. Yaşamının son dönemlerinde hastalığının ilerlemesi üzerine Abdera halkı onu tedavi etmesi için Hipokrat’ı çağırmıştır. Yine bir başka söylentiye göre Demokritos daha kesintisiz düşünebilmek için mezarlıkların arasında dolaşırmış. Onun bu amaçla kendi gözlerini bile kör ettiği söylenir. Bu hikayelerin doğruluk dereceleri bilinmez ancak bunlar Demokritos’un ne kadar şöhretli bir düşünür olduğuna işaret edebilir.
Demokritos mutlu ve mağrur ölmüştür. Bunu onun şu sözlerinden anlıyoruz : ‘Bütün çağdaşlarım arasında arzın en büyük kısımlarını gezen, en uzak ülkeleri ziyaret etmiş olan ve birçok iklim ve sahilleri aşarak pekçok düşünürleri dinlemiş olan yalnız benim. Hatta aralarında bir yabancı olarak beş yıl yaşadığım Mısır geometri bilginleri de bulunduğu halde, hiç kimse benim kadar geometrik ispat yapmaya ve yazı yazmaya muktedir olamamıştır.’
Demokritos yaşadığı dönemde büyüklüğü takdir edilmesine rağmen öldükten sonra Yunan düşünce hayatında hızla unutulmaya yüz tutmuştur. Bunun nedenini onun şu sözlerinden çıkartabiliriz: ‘ Bir şeyin daima aksini söylemek ve gevezelik yapmaktan hoşlanan adam, her ne olursa olsun ciddi birşey öğrenmeye kabiliyetli değildir.’ Atina’ya ve Demokritos sonrası Yunan düşüncesine Sofistler’in hakim olduğu bir dönemde onun eserlerinin unutulması doğaldır. Protagoras (Demokritos’un öğrencisi ünlü Sofist) Atina’ya uğradığında heyecanla karşılanmıştı. ‘Ben gittim kimse tanımadı bile’ der Demokritos. Söz sanatlarından pek hoşlanmasa da Demokritos’un Sokrates ve Anaksagoras’ın derslerine kendini tanıtmadan katıldığı söylenir.
Demokritos hakkında Aristoteles ve Platon iyi düşünmezler. Platon, onun düşüncelerinden yararlandığı halde onun adını bile anmaz. Bir söylentiye göre Platon Demokritos’tan o kadar nefret eder ki onun tüm eserlerini toplayıp yakmak ister ancak bu girişimi iki Pisagorcu engeller. Aristoteles Demokritos’a için: ‘ Şerefsiz bir bilgin ve her anlamdan mahrum bir gevezelik yaratıcısı diye söz eder.’ Onun Demokritos’a yaptığı en büyük kötülük söylemediği sözleri Demokritos’a atfederek onunla alay etmesidir. Örneğin Aristoteles ruhun bedeni harakete geçirmesinde Demokritos’un tesadüflere işlev yüklediğini söyler. Oysaki Demokritos tesadüfleri yadsır.
Aristoteles, Demokritos hakkındaki bu olumsuz düşüncelerine rağmen onun felsefesini bugün anlayabilmemiz için en önemli kaynaktır. Çünkü Demokritos’un Diogenes Laertios’ça 5 bölümde toplanmış (ahlak, fizik, matematik, müzik ve sanatlar) toplam 60 eserden günümüzde sadece 230 kadar fragman kalmıştır. Bunların da çoğu ahlak ile ilgilidir. Buradan da kasıtlı bir tahrifat yapıldığı düşüncesi akla geliyor.
Demokritos’un Eserleri:
Fizik eserleri ? Büyük dünya düzeni (Makro kozmos) ( Leukippos’un da olabilir), Küçük dünya düzeni (Mikro Kozmos), Kozmos tasviri, Gezegenler üzerine, Doğa, İnsanların doğası, Nus, Duyusal algılar, Lezzetler, Renkler, Ayrı ayrı atom şekilleri yahut idealar (atomcular atoma bazen idea derler), (Atomlardan kurulma) Algı tabloları yahut öngörü...
Matematik eserleri ? Algı tarzlarının ayrılığı yahut daire teğeti ve küre teğeti, Geometri, Sayılar, Oransız çizikler ve atomlar, Cisimlerin düz yüzeyler üzerindeki izdüşümü, Büyük tasviri, Yeryüzü tasviri, Göğün kutuplarının tasviri, Işınlar bilgisi...
Müzik eserleri ? Ritim ve uyum, Şiir üzerine, Sözlerin güzelliği, Güzel ve çirkin sesli harfler, Homeros veya dil doğruluğu ve karanlık sözler, Şarkı...
Sanatlarla ilgili eserleri ? Hastalığın seyrini önceden bilme, Perhiz, Hekimin tanıyışı, Zamansız ve zamanında müdahale soruları, Toprak bakımı, Ressamlık, Taktik kitabı, Silahla döğüşme sanatı...
Ahlak eserleri ? Pythagoras, Bilgenin ruh durumu, Ölümden sonraki hayat, Yetkinlik veya erdem, Gönül rahatlığı...
Abdera:
Abdera, Trakya kıyısında Nestos ırmağının ağzı yakınlarında kurulmuş kent. Anadolu’nun Kiros yönetimindeki Persler tarafından MÖ 540 dolaylarında işgal edilmesinin ardından İyonya’yı terkeden Miletos halkı, burada bir koloni kurdu ve Trakya’nın iç bölgesiyle canlı bir ticaret gelişltirdi. Abdera MÖ 5. yüzyılda Delos birliğinin zengin bir üyesiydi. Ancak MÖ 4. yüzyılda Trakya’dan gelen akınlardan büyük zarar gördü ve önemini büyük ölçüde yitirdi.Abdera’nın yerinde bugün Yunanistan’ın Avdhira kenti bulunuyor.
Christoph Martin Wieland’ın Abderalılar adlı kitabında Abderalılar ve Abdera üzerine yazılmış hiciv öyküleri anlatılır. Haldun Taner’de bu kitaptan esinlenerek ‘Eşeğin Gölgesi Davası’nı kaleme almıştır. İşte Abderalılar’dan bazı örnekler:
Bir keresinde, Abdera’ya güzel bir havuz yaptırmaya, onu da şehrin büyük pazarının ortasına yerleştirmeye karar verdiler. Masrafları karşılamak üzere hemen bir vergi saldılar, paralar topladılar ve Atina’dan çok meşhur bir heykeltraş getirtip istenen şeyi anlattılar. Plana göre, çeşmenin etrafında heykeller yer alacak, deniz tanrısı, sağında solunda deniz perileri, tritonlar ve yunuslar olduğu halde, dört deniz atının çektiği bir arabanın üzerinde görülecek, deniz atlarıyla yunusların burunlarından da sular fışkıracaktı. Fakat her şey bitip tamamlandığında görüldü ki, Abdera’da tek bir yunusun burnunu ıslatacak kadar bile su mevcut değildir; fıskıyeler açıldığında da öyle oldu ki, sanki bütün deniz atları ve yunuslar heykelleri kaldırıp Neptun mabedine taşıdılar; bir yabancıya bu heykelleri görmesi tavsiye edildiğinde, mabet bekçisi övgüye değer Abdera şehri adına gayet ciddi bir şekilde, böyle muhteşem bir sanat eserinden “tabiatın fakirliği dolayısıyla” faydalanılamadığını üzüntüyle anlatır dururdu.
Bir başka sefer, Abderalılar Praxiteles’in en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen, fildişinden bir Venüs heykeli satın aldılar. Heykelin yüksekliği bir buçuk metre kadardı ve aşk tanrıçasının bir mihrabı üzerine konacaktı. Heykel şehre geldiğinde, bütün Abdera halkı Venüslerinin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi, –şunu da ekleyelim, Abderalılar sanattan çok iyi anladıklarını, güzel sanatları çok sevdiklerini söylerlerdi. “Bu heykel, öyle alçak bir yere konulmayacak kadar güzel!” dediler oybirliği ile, “şehrimize böylesine şeref kazandıran, bize de bu kadar çok paraya mal olan böylesine büyük bir eseri ne kadar yükseğe yerleştirirsek azdır; onu öyle bir yere koyalım ki, Abdera’ya giren bir yabancı, ilk bu heykeli görsün”. Bu parlak düşünceye uyarak, küçük, zarif heykeli otuz metre yüksekliğinde bir sütunun tepesine oturttular. Böylece sütunun tepesindekinin bir Venüs mü, yoksa istiridye içinde bir deniz perisi mi olduğu pek fark edilmiyordu gerçi, ama Abderalılar gene de bütün yabancıları sıkıştırıp, bundan daha mükemmel bir şey olamayacağını itiraf
ettiriyorlardı.
Bize öyle geliyor ki, bu örnekler, Abderalılara biraz fazla akıllı diyenlerin pek de haksız olmadıklarını göstermeye yeterlidir. Fakat onların karakterini en iyi gösteren olay, Justinus’un anlattığı gibi şehirlerinin içinde ve civarında bulunan kurbağaların fevkalâde çoğalmasına karşı bir şey yapamayışları, yerlerini vırak vırak bağıran hemşemrilerine bırakıp,mesele halledilene kadar Makedonya Kralı Kassander’in himayesinde başka bir yere göçmeye mecbur kalışlarıdır.
Bu felaket Abderalıların başına habersizden musallat olmamış, aralarındaki bir bilge, çok uzun zaman önce bunun böyle olacağını haber vermişti. Bütün hataları, belâye defetmek için başvurdukları yoldaydı, ancak bu, kendilerine hiçbir zaman anlatılamadı. Onların Abdera‘dan göçmelerinden ancak birkaç ay sonra Gerania bölgesinden bir sürü turna kuşu gelip orayı öylesine temizledi ki, Abdera’nın bir mil çevresinde baharı vırak vırak ederek karşılayacak bir tane kurbağa bile kalmadı; bu olay onların gözlerini açabilirdi belki, ama ne çare, geç kalınmıştı.
Felsefesine Giriş:
Demokritos felsefesinde dikkat çeken iki yön vardır. Birincisi felsefesinin amacıyla ilgilidir. Demokritos’un felsefesi bir mutluluk felsefesidir. Ona göre yaşamın amacı ruhun durulmuş dinlenişi, euthymie(ruh sevinci) ve eudaimonie(mutluluk)’tur; bu amaca insan güçlükle erişebilir. Bu mutluluğa ulaşmanın yolu ise ölçülü olmaktır, bu da eğitim ve bilgi ile edinilebilen bir niteliktir.
İkinci yön ise Demokritos’un aslında doğa felsefesiyle uğraşmasına rağmen doğa filozofları arasında insan üstüne ve sosyal konularda en fazla fikirler öne süreni olmasıdır. Bu bakımdan doğa felsefesinden insan felsefesine geçiş düşünürü, fikirleri sofistliği çok etkilediği için de, sofizme geçiş düşünürü sayılabilir.
Atomculuk:
Demokritos’a göre varlık sonsuz sayıda çok küçük parçacıklardan kurulmuştur. Atom
(bölünemeyen) adı verilen bu parçacıklar yer kaplayan, ölümsüz, bölünemez, belli bir biçimi olan boşlukta devinen parçacıklardır. Atomlar harflerin kelimeleri oluşturması gibi varlığı meydana getirirler. Lego denilen oyuncaklar atomun kavranmasında örnek olarak kullanılabilirler.
Nesneler birbirlerinden kendilerini kuran atomların şekilleriyle ve onların duruş ve dizilişleriyle ayrılırlar. Örneğin ‘7’, ‘8’den şekliyle; ‘78’, ‘87’ den dizilişiyle; ‘8’, ‘7’ dan ise duruşuyla ayrılır. Sadece kurucu parçalardan birinin duruşunu değiştirmesi, bir nesnenin başka türlü görünmesine neden olur. Unutulmamalıdır ki tragedya ve komedi aynı harflerden kuruludur.
Atomculuk aslında felsefede ve bilimde bir yöntemdir. Kavramları parçalara ayırarak açıklama yani tümevarımın bir çeşididir. Atomculuk kavramı sözlükte şöyle tanımlanır: “Genel olarak kompleks ya da karmaşık fenomenleri, onları sabit ve değişmez parçacık ya da birimlerin toplamları olarak görmek suretiyle açıklayan , fiziki dünyanın, maddi evrenin gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklardan meydana geldiğini savunan görüş” (A.Cevizci-Felsefe Sözlüğü)
Örneğin kan tahlillerinde kanın tamamı değil bütünden alınan bir parça örnek incelenir. Buradan şu sonuca varabiliriz ki alınan kan parçası kanın bütününe göre, atomik bir yapı arz eder. Sosyal bir kurum incelenirken de seçilecek iyi(bütünün özelliklerini taşıyan) bir örnek bizim bütün ile ilgili yargı vermemizi sağlar. Yine benzer bir şekilde elma yerken ilk alınan tad bize elmanın geri kalanının tadı hakkında bilgi verir, yani bu parça bütünün özelliklerini taşır. Kimyacılar da atom kavramının anlamına en uygun düşen bir şekilde maddeleri atomlarının ve moleküllerinin özelliklerine göre yanıcı, patlayıcı, metal, ametal, asit, baz, ekşi, tatlı gibi sınıflandırırlar.
Atomcu felsefe nasıl doğdu?
Felsefe, Antik Yunan döneminden bu yana iki ana kanaldan ilerlemiştir. Bunlardan birincisi Herakleitos’un başını çektiği, evrende değişimin esas olduğunu söyleyen ve onun ünlü sözü olan ‘Herşey akıp geçer.’i sloganlaştıran değişimci kanaldır. Diğeri ise Parmenides’in değişimi yadsıyan, evrenin tüm görüntüsünün bir yanılsamadan ibaret olduğunu söyleyen değişime karşı kanaldır. İşte bu kamplaşmada Herakleitos ve Parmenides’ten sonraki düşünürler, onlar kadar katı olmasalar da bir tavır aldılar. Atomcu felsefe ise bu iki kanalı da aşarak bir çeşit ‘Tez + Antitez = Sentez’ denklemi öne sürdü. Buna göre Parmenides’in aradığı yaratılmamış, yok olmayan, değişmeyen ‘Bir varlık’ atomcularda parçalanarak gözle görülemeyecek kadar küçültülmüştür, ancak atomlardan meydan gelen çoklukta yani evrende sürekli bir değişim esastır. İşte atomcu düşüncenin ana ilkesi budur.
Atomcu düşüncenin içinden çıktığı bir önemli çelişki de Parmenides’in birciliği (monizm) ile Empedokles’in çokçuluğu arasındakidir. Empedokles’e göre toprak, hava, su ve ateş 4 ana elementtir. Bunların farklı oranlarda karışmasıyla çokluk meydana gelir. Oysaki atomcularda ana öğe sayısı 4 ile sınırlı değil sonsuzdur.
Bir de atomculuk ile Anaksagoras’ın ilişkisi önemlidir. Bilindiği üzere Anaksagoras’ın en büyük başarısı, ilk defa olarak o maddeden, ona hareket veren ve hükmeden kımıldatıcı gücü, nus’u (ruh ve akıl) ayırmıştır. Anaksagoras’la felsefede dualizm başlar. Bu düşünce daha sonra Platon ve Aristoteles’e geçerek felsefe tarihinde bugüne kadar gelmiştir. İşte Demokritos bu akıma kapılmayarak ruhun da maddi atomlardan meydana geldiğini söyleyerek felsefe tarihinin en güçlü materyalist düşüncesini ortaya koymuştur.
Atomculuğun Yunan düşüncesindeki temel yanlışlara düşmemiş olması onun en önemli artısıdır. Şöyleki o dönemin çok bilinen paradoksları doğayı matematiksel açıklama çabasına karşın ortaya atılmıştı. Oysaki Demokritos ve Leukippos’un atomları geometrik olarak değil fiziksel olarak bölünemeyendir. Bu sayede bu teori kendine sağlam bir yer edinmiştir.
LEUKIPPOS
Yaşamı:
Leukippos’un yaşamı hakkında çok az şey biliniyor. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor. Leukippos, Miletos’ta doğdu daha sonra batıya seyahatler yaptı. Bu seyahatlerinde Güney İtalya’ya uğradı ve orada Zenon’dan dersler aldı. Daha sonra MÖ 450 yılı civarında olduğu tahmin edilen bir tarihte Abdera’ya gitti ve orada bir okul kurdu.
Leukippos hakkındaki bu sınırlı bilgiler bazı düşünürlerin onun yaşamış olduğundan bile şüpheye düşürmüştür. Örneğin atomcu felsefenin Roma’daki temsilcisi Epiküros onun yaşamadığını söyler. Oysaki Abdera okulu ile ilişkiye geçmiş olan Aristoteles’in onun eserleri hakkında tam bilgisi olduğu anlaşılır. Aristoteles eserlerinde birçok kez Leukippos’u atomcu felsefenin kurucusu olarak söyler. Yine birçok kez Demokritos’un Leukippos’un öğrencisi olduğunu söyleyerek bu iki düşünürü birlikte anar.
Leukippos’tan günümüze ulaşan hiçbir metin yoktur. Ancak Demokritos’a atfedilen bazı eserlerin Leukippos’a ait olduğu söylenir. Burada esas ilginç olan Demokritos’un verdiği sayısız eserde, o zamanın gelenekleri uyarınca, hocası Leukippos’tan hiç söz etmemiş olmasıdır. Oysaki hocasının görüşlerine yaşamı boyunca sadık kaldığı bilinir.
Felsefesi:
Leukippos’un felsefesi yukarıda sözü edilen belirsizliklerden dolayı Demokritos felsefesiyle birlikte anlatılacaktır. Demokritos ve Leukippos arasında Sokrates ve Platon’unki gibi öğrenci öğretmen ilişkisi olmakla birlikte; onlarınki gibi felsefi ayrımlar bulunmaz.Dolayısıyla ortada tek bir atomcu felsefe fakat iki filozof vardır.
DEMOKRİTOS (M.Ö. 460-371)
Yaşamı:
Abdera’da doğmuş ya da buraya sonradan gelmiştir. Doğum tarihi üzerine türlü söylentiler vardır. Bunların içinde en çok kabul görenleri onun M.Ö. 456 ya da 460 yılında doğduğu yönündedir. Çok uzun süre yaşadığı bilinir. Ölüm tarihi ise 371 yılı olarak kabul görür.
Demokritos’un babası çok zengin bir adamdır. Oğlunu iyi yetiştirdi. Onun Persli kahinlerden ders aldığı söylenir. Bu tarz söylentilerin doğruluk derecesi bilinemez ancak Demokritos’un doğu bilimlerini çok iyi öğrendiği bir gerçektir. Uzun seyahatlere çıkmıştır. Gördüğü yerler arasında Hindistan, Habeşistan ve İran da bulunmaktadır. Buralarda rahip, büyücü ve din adamlarıyla görüştüğü düşünülür. Bu gezileri sırasında bütün servetini harcar ve Abdera’ya döndüğünde oranın harabeye döndüğünü görür. O zamanın kanunlarına göre servetini kaybedenlere cenaze töreni yapılmaması gibi bir uygulama olduğundan tekrar para kazanmak için halka açık dersler verir ve bu dersler sonucunda büyük bir serveti olur.
Demokritos’un gezdiği yerler arasında Güney İtalya’nın da olduğu, onun buralarda Pisagorculuk ile Elea felsefesini incelediği söylenir. Ancak onu mistikliğe götürmeye çalışan tüm iddialar onun eserlerine biraz gözatarak çürütülebilir. Çünkü onun eserleri tamamıyla materyalist bir filozofun düşüncelerini yansıtmaktadır.
Demokritos’un yaşamıyla ilgili başka rivayetler de bilinmektedir. Yaşamının son dönemlerinde hastalığının ilerlemesi üzerine Abdera halkı onu tedavi etmesi için Hipokrat’ı çağırmıştır. Yine bir başka söylentiye göre Demokritos daha kesintisiz düşünebilmek için mezarlıkların arasında dolaşırmış. Onun bu amaçla kendi gözlerini bile kör ettiği söylenir. Bu hikayelerin doğruluk dereceleri bilinmez ancak bunlar Demokritos’un ne kadar şöhretli bir düşünür olduğuna işaret edebilir.
Demokritos mutlu ve mağrur ölmüştür. Bunu onun şu sözlerinden anlıyoruz : ‘Bütün çağdaşlarım arasında arzın en büyük kısımlarını gezen, en uzak ülkeleri ziyaret etmiş olan ve birçok iklim ve sahilleri aşarak pekçok düşünürleri dinlemiş olan yalnız benim. Hatta aralarında bir yabancı olarak beş yıl yaşadığım Mısır geometri bilginleri de bulunduğu halde, hiç kimse benim kadar geometrik ispat yapmaya ve yazı yazmaya muktedir olamamıştır.’
Demokritos yaşadığı dönemde büyüklüğü takdir edilmesine rağmen öldükten sonra Yunan düşünce hayatında hızla unutulmaya yüz tutmuştur. Bunun nedenini onun şu sözlerinden çıkartabiliriz: ‘ Bir şeyin daima aksini söylemek ve gevezelik yapmaktan hoşlanan adam, her ne olursa olsun ciddi birşey öğrenmeye kabiliyetli değildir.’ Atina’ya ve Demokritos sonrası Yunan düşüncesine Sofistler’in hakim olduğu bir dönemde onun eserlerinin unutulması doğaldır. Protagoras (Demokritos’un öğrencisi ünlü Sofist) Atina’ya uğradığında heyecanla karşılanmıştı. ‘Ben gittim kimse tanımadı bile’ der Demokritos. Söz sanatlarından pek hoşlanmasa da Demokritos’un Sokrates ve Anaksagoras’ın derslerine kendini tanıtmadan katıldığı söylenir.
Demokritos hakkında Aristoteles ve Platon iyi düşünmezler. Platon, onun düşüncelerinden yararlandığı halde onun adını bile anmaz. Bir söylentiye göre Platon Demokritos’tan o kadar nefret eder ki onun tüm eserlerini toplayıp yakmak ister ancak bu girişimi iki Pisagorcu engeller. Aristoteles Demokritos’a için: ‘ Şerefsiz bir bilgin ve her anlamdan mahrum bir gevezelik yaratıcısı diye söz eder.’ Onun Demokritos’a yaptığı en büyük kötülük söylemediği sözleri Demokritos’a atfederek onunla alay etmesidir. Örneğin Aristoteles ruhun bedeni harakete geçirmesinde Demokritos’un tesadüflere işlev yüklediğini söyler. Oysaki Demokritos tesadüfleri yadsır.
Aristoteles, Demokritos hakkındaki bu olumsuz düşüncelerine rağmen onun felsefesini bugün anlayabilmemiz için en önemli kaynaktır. Çünkü Demokritos’un Diogenes Laertios’ça 5 bölümde toplanmış (ahlak, fizik, matematik, müzik ve sanatlar) toplam 60 eserden günümüzde sadece 230 kadar fragman kalmıştır. Bunların da çoğu ahlak ile ilgilidir. Buradan da kasıtlı bir tahrifat yapıldığı düşüncesi akla geliyor.
Demokritos’un Eserleri:
Fizik eserleri ? Büyük dünya düzeni (Makro kozmos) ( Leukippos’un da olabilir), Küçük dünya düzeni (Mikro Kozmos), Kozmos tasviri, Gezegenler üzerine, Doğa, İnsanların doğası, Nus, Duyusal algılar, Lezzetler, Renkler, Ayrı ayrı atom şekilleri yahut idealar (atomcular atoma bazen idea derler), (Atomlardan kurulma) Algı tabloları yahut öngörü...
Matematik eserleri ? Algı tarzlarının ayrılığı yahut daire teğeti ve küre teğeti, Geometri, Sayılar, Oransız çizikler ve atomlar, Cisimlerin düz yüzeyler üzerindeki izdüşümü, Büyük tasviri, Yeryüzü tasviri, Göğün kutuplarının tasviri, Işınlar bilgisi...
Müzik eserleri ? Ritim ve uyum, Şiir üzerine, Sözlerin güzelliği, Güzel ve çirkin sesli harfler, Homeros veya dil doğruluğu ve karanlık sözler, Şarkı...
Sanatlarla ilgili eserleri ? Hastalığın seyrini önceden bilme, Perhiz, Hekimin tanıyışı, Zamansız ve zamanında müdahale soruları, Toprak bakımı, Ressamlık, Taktik kitabı, Silahla döğüşme sanatı...
Ahlak eserleri ? Pythagoras, Bilgenin ruh durumu, Ölümden sonraki hayat, Yetkinlik veya erdem, Gönül rahatlığı...
Abdera:
Abdera, Trakya kıyısında Nestos ırmağının ağzı yakınlarında kurulmuş kent. Anadolu’nun Kiros yönetimindeki Persler tarafından MÖ 540 dolaylarında işgal edilmesinin ardından İyonya’yı terkeden Miletos halkı, burada bir koloni kurdu ve Trakya’nın iç bölgesiyle canlı bir ticaret gelişltirdi. Abdera MÖ 5. yüzyılda Delos birliğinin zengin bir üyesiydi. Ancak MÖ 4. yüzyılda Trakya’dan gelen akınlardan büyük zarar gördü ve önemini büyük ölçüde yitirdi.Abdera’nın yerinde bugün Yunanistan’ın Avdhira kenti bulunuyor.
Christoph Martin Wieland’ın Abderalılar adlı kitabında Abderalılar ve Abdera üzerine yazılmış hiciv öyküleri anlatılır. Haldun Taner’de bu kitaptan esinlenerek ‘Eşeğin Gölgesi Davası’nı kaleme almıştır. İşte Abderalılar’dan bazı örnekler:
Bir keresinde, Abdera’ya güzel bir havuz yaptırmaya, onu da şehrin büyük pazarının ortasına yerleştirmeye karar verdiler. Masrafları karşılamak üzere hemen bir vergi saldılar, paralar topladılar ve Atina’dan çok meşhur bir heykeltraş getirtip istenen şeyi anlattılar. Plana göre, çeşmenin etrafında heykeller yer alacak, deniz tanrısı, sağında solunda deniz perileri, tritonlar ve yunuslar olduğu halde, dört deniz atının çektiği bir arabanın üzerinde görülecek, deniz atlarıyla yunusların burunlarından da sular fışkıracaktı. Fakat her şey bitip tamamlandığında görüldü ki, Abdera’da tek bir yunusun burnunu ıslatacak kadar bile su mevcut değildir; fıskıyeler açıldığında da öyle oldu ki, sanki bütün deniz atları ve yunuslar heykelleri kaldırıp Neptun mabedine taşıdılar; bir yabancıya bu heykelleri görmesi tavsiye edildiğinde, mabet bekçisi övgüye değer Abdera şehri adına gayet ciddi bir şekilde, böyle muhteşem bir sanat eserinden “tabiatın fakirliği dolayısıyla” faydalanılamadığını üzüntüyle anlatır dururdu.
Bir başka sefer, Abderalılar Praxiteles’in en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen, fildişinden bir Venüs heykeli satın aldılar. Heykelin yüksekliği bir buçuk metre kadardı ve aşk tanrıçasının bir mihrabı üzerine konacaktı. Heykel şehre geldiğinde, bütün Abdera halkı Venüslerinin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi, –şunu da ekleyelim, Abderalılar sanattan çok iyi anladıklarını, güzel sanatları çok sevdiklerini söylerlerdi. “Bu heykel, öyle alçak bir yere konulmayacak kadar güzel!” dediler oybirliği ile, “şehrimize böylesine şeref kazandıran, bize de bu kadar çok paraya mal olan böylesine büyük bir eseri ne kadar yükseğe yerleştirirsek azdır; onu öyle bir yere koyalım ki, Abdera’ya giren bir yabancı, ilk bu heykeli görsün”. Bu parlak düşünceye uyarak, küçük, zarif heykeli otuz metre yüksekliğinde bir sütunun tepesine oturttular. Böylece sütunun tepesindekinin bir Venüs mü, yoksa istiridye içinde bir deniz perisi mi olduğu pek fark edilmiyordu gerçi, ama Abderalılar gene de bütün yabancıları sıkıştırıp, bundan daha mükemmel bir şey olamayacağını itiraf
ettiriyorlardı.
Bize öyle geliyor ki, bu örnekler, Abderalılara biraz fazla akıllı diyenlerin pek de haksız olmadıklarını göstermeye yeterlidir. Fakat onların karakterini en iyi gösteren olay, Justinus’un anlattığı gibi şehirlerinin içinde ve civarında bulunan kurbağaların fevkalâde çoğalmasına karşı bir şey yapamayışları, yerlerini vırak vırak bağıran hemşemrilerine bırakıp,mesele halledilene kadar Makedonya Kralı Kassander’in himayesinde başka bir yere göçmeye mecbur kalışlarıdır.
Bu felaket Abderalıların başına habersizden musallat olmamış, aralarındaki bir bilge, çok uzun zaman önce bunun böyle olacağını haber vermişti. Bütün hataları, belâye defetmek için başvurdukları yoldaydı, ancak bu, kendilerine hiçbir zaman anlatılamadı. Onların Abdera‘dan göçmelerinden ancak birkaç ay sonra Gerania bölgesinden bir sürü turna kuşu gelip orayı öylesine temizledi ki, Abdera’nın bir mil çevresinde baharı vırak vırak ederek karşılayacak bir tane kurbağa bile kalmadı; bu olay onların gözlerini açabilirdi belki, ama ne çare, geç kalınmıştı.
Felsefesine Giriş:
Demokritos felsefesinde dikkat çeken iki yön vardır. Birincisi felsefesinin amacıyla ilgilidir. Demokritos’un felsefesi bir mutluluk felsefesidir. Ona göre yaşamın amacı ruhun durulmuş dinlenişi, euthymie(ruh sevinci) ve eudaimonie(mutluluk)’tur; bu amaca insan güçlükle erişebilir. Bu mutluluğa ulaşmanın yolu ise ölçülü olmaktır, bu da eğitim ve bilgi ile edinilebilen bir niteliktir.
İkinci yön ise Demokritos’un aslında doğa felsefesiyle uğraşmasına rağmen doğa filozofları arasında insan üstüne ve sosyal konularda en fazla fikirler öne süreni olmasıdır. Bu bakımdan doğa felsefesinden insan felsefesine geçiş düşünürü, fikirleri sofistliği çok etkilediği için de, sofizme geçiş düşünürü sayılabilir.
Atomculuk:
Demokritos’a göre varlık sonsuz sayıda çok küçük parçacıklardan kurulmuştur. Atom
(bölünemeyen) adı verilen bu parçacıklar yer kaplayan, ölümsüz, bölünemez, belli bir biçimi olan boşlukta devinen parçacıklardır. Atomlar harflerin kelimeleri oluşturması gibi varlığı meydana getirirler. Lego denilen oyuncaklar atomun kavranmasında örnek olarak kullanılabilirler.
Nesneler birbirlerinden kendilerini kuran atomların şekilleriyle ve onların duruş ve dizilişleriyle ayrılırlar. Örneğin ‘7’, ‘8’den şekliyle; ‘78’, ‘87’ den dizilişiyle; ‘8’, ‘7’ dan ise duruşuyla ayrılır. Sadece kurucu parçalardan birinin duruşunu değiştirmesi, bir nesnenin başka türlü görünmesine neden olur. Unutulmamalıdır ki tragedya ve komedi aynı harflerden kuruludur.