İHVÂN-I SAFA FELSEFESİNDE SAYILARIN GİZEMİ ÜZERİNE BİR ÇÖZÜM DENEMESİ - 1
|
Bayram Ali ÇETİNKAYA
GİRİŞ
İhvân-ı Safa, İslâm coğrafyasında genelde felsefe özelde de İslâm düşüncesiyle ilgilenenlerin aşina olduğu bir topluluk ismidir. İslâm tarihinde aklî düşüncenin zirvesi kabul edilen ve bir çok filozofun ortaya çıktığı X. yüzyılda yaşamışlardır. Yaklaşık yüz yıl süren (biraz erken veya biraz geç farklı tarihler ileri sürülse de 945-1050) gizli bir felsefe cemiyeti hüviyetine bürünmüş olan İhvân-ı Safa topluluğu, arkalarında yaşadıkları dönemde var olan çeşitli bilimlerle ilgili Fihrist'iyle birlikte 52 (Risâlelefin sayısı konusunda tartışmalar olmakla birlikte) risale bırakmışlardır. Bu risaleler, Resâilu îhvâni's-Safâ ve Hullâni'l -Vefâ adıyla farklı yayımlan olmakla birlikte günümüze kadar ulaşmışlardır. İlim ve düşünce dünyası, ismine çok tanık olduğu halde, İhvân-ı Safa Cemiyeti'nin üyeleri, düşünce ve felsefeleri hakkındaki özel ve detaylı malumata sahip değildir.
İşte çalışmamızda, bir makalenin elverdiği çerçevede bu gizli ve gizemli grubu kısaca tanıtıp, onların felsefelerinde önemli yer işgal eden "sayılar" gibi daha özel bir alanı irdelemeye çalışacağız. Tabi ki, "sayılar"konusunun çok özel ihtisas ve incelik gerektiren bir saha olduğunun bilincinde olarak.
I. İhvân'ın Kimliği
İhvân-ı Safa ile ilgili haricî deliller o kadar az ki, onlar hakkında açık bir tarihî resim çizmek mümkün olamamaktadır. İhvan hakkında bize bir takım güvenilir bilgileri sağlayan çağdaş iki otorite vardır: İV./ X. yüzyıl filozofu Ebu Süleyman el-Mantıkî (ö.1000) ve öğrencisi Ebu Hayyân et-Tevhidî (Ö.1023). Eğer bu gruba mensup bazı üyelerin dostu olan bu ünlü yazar Ebu Hayyân Tevhidî'nin sağladığı malzeme olmasaydı, onlar hakkında fazla bilgi sahibi olamayacaktık. Tevhidî, İhvan zümresinin aktif üyelerinden olmasa bile onlar arasında yetişmiş bir kimseydi. Ancak, Abbas Hamdanî'ye göre Ebu Hayyân, ne Risâîerïn ne de onun özeti er-Risâletü'l-Câmia'nın doğruluğunun farkında değildi. Onun rivayetinin tek bir yönü var ki, o da, Resâil'in kendi döneminde bilindiğinin ortaya çıkmasıdır.
Yaklaşık 373/983 yıllarında grup ve Risalelefi artık ünlüydü; grubun manevî doktrinlerini ve Felsefî sistemini ihtiva eden Risaleler yaygın şekilde okunmaktaydı. Topluluğun tam adı İhvânü's-Safâ ve Hullânü'1-Vefâ ve Ehlü'1-Adl ve Ebnâü'l-Hamd'dir.
İhvân-ı Safa grubunu oluşturanlar, isimlerinin saklı tutulmasında tamamen başarılı oldular. Fakat 373/983'lerde onlar hakkında Ebu Hayyân'a sorulduğunda şu beşinin ismini vermiştir: Ebu Süleyman Muhammed b. Ma'şer el-Bustî el-Makdisî (el-Mukaddesî), Ebu'l-Hasen Ali b. Hârûn ez-Zencânî, Ebu Ahmed Muhammed el-Mihrecânî {veya Nehrcûrî), el-Avlî (Avfî) ve Zeyd b. Rufâ'a. Topluluğun ortaya çıkışı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Beyhakî (1100-1170) ve Şehrezûrî'nin (1250) ifadelerinden, bu beş ismin, gerçek sözleri Makdisî'ye ait olan îhvân-ı Safa Risaleler'ini yazan bilginler grubu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Makdisî dışındaki dört ismin topluluktaki fonksiyonunun Makdisî'nin yazdığı risaleleri çoğaltıp çeşitli bölgelere ulaştırmak, yazım için bilgi toplamak, periyodik olarak topluluğun kendine has faaliyetlerini konuşmak, düzenlenen toplantıları organize etmek vb. faaliyetler olabileceği akla gelmektedir. Grubun isimleri bilinen üyelerinden Zencanî, İhvân-ı Safa topluluğunun başkan ve önde gelenlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Cemiyetin nerede ve nasıl kurulduğu tartışmalı bir konudur. Bizzat İhvân-ı Safâ'nın Resâil'de anlattıklarına göre Cemiyet'in üyeleri çeşitli şehirlere yayılmıştır. Onların faaliyet merkezi Basra olmasına rağmen Bağdat ve Mısır'da da şubelerinin bulunması muhtemeldir.
Basra'da ortaya çıkmış, siyasî, dinî, felsefî ve ilmî amaçlan olan, faaliyetlerini gizli olarak sürdürmüş bu organize topluluğa, ancak şahsi ve güvene dayalı temaslarla girilebiliyordu. Propagandacılarına, yaşlı kesim genellikle eğilip bükülmez olduğu ve herhangi bir harekete uygun yapıda bulunmadığı düşüncesiyle gençler arasında faaliyet göstermesi tavsiye edilmekteydi. Grup üyeleri genel olarak yaş durumuna göre tayin edilmiş olan dört dereceden oluşmaktaydı.
Mensupları müslüman olan îhvân-ı Safa, genelde din, özelde İslam dini hakkında batınî tevillere yönelmişlerdir. Özel bir misyon duygusuyla yürütüldüğü hissini veren faaliyetlerde hemen göze çarpan Şiî renkler, sadece dramatik bir özellik taşımaktadır; zira bu özellik, onlara, kitlelerin duygularım zekice yönlendirme konusunda oldukça yardımcı olmuştur.
Topluluğun kurucularının kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları, faaliyetlerini nerede ve hangi tarihlere kadar sürdürdükleri, İslâm toplumunun hangi kesiminden oldukları gibi konular yüzyıllar boyu tartışılmış, hem Doğulu hem Batılı araştırmacıları uzun süre meşgul etmiştir. İhvân-ı Safa Rısâleler'inde bile topluluk mensuplarının isimlerinin zikredilmemesi, çalışmalarında gizliliği kendilerine ilke edinmeleri, bilimsel problemleri tartışmak üzere belirli zamanlarda düzenledikleri toplantılara kendilerinden olmayanların katılamaması bu topluluğun gizli bir örgüt olduğu görünümünü vermekte, onların kimlikleri ve dolayısıyla Resâ'ilu Îhvâni's-Safâ yazarı veya yazarları hakkındaki tartışmaların da kaynağını oluşturmaktadır.
Bu çalışma, bahsettiğimiz felsefe cemiyetinin ve dolayısıyla arkalarında bıraktıkları Risâleler'in sayılara bakışını ve sayılara yükledikleri gizli ve açık anlamların neliğini ortaya koymaya çalışacaktır. Bu çerçevede, İhvan için sayı nedir? İhvan, niçin sayılarla ilgilenmiştir? Sayıların bir şifresi var mıdır? Sayı ile harfler arasında bir korelasyon söz konusu mudur? Sayıların yaratılışla ve varlıklarla ilgisi nedir? Sayılar gelecekle ilgili haber verir mi? vb. sorulara - belki tam olarak tatmin edici olmasa da- bir cevap vermeye teşebbüs edilecektir.
II. İhvân-ı Safâ'nın Kaynağı Fisagor (Pythagoras) ve İslâm Düşüncesinde Sayılar
Eflâtun (M. Ö. 427-347) , Aristo (M.Ö, 384-332) ve Plotinus (204-264), İhvân'ın etkilendiği filozoflardır. Bunun yanında İhvan metafiziğinin önemli kaynaklarından birisi de Fisagor (M. Ö. 580-500) ve dolayısıyla Fisagorculuktur. Onların düşüncesi en fazla Fisagorcu temeller üzerinde yükselmiştir denilebilir. Fisagor, ihvan nezdinde, ilk büyük öğretmendir, hikmetin hazinesi ve kütüphanesidir. Bununla birlikte Fisagor, onlara göre, sayılar ilmi(ilmü 1-aded) ve onun doğası hakkında konuşan ilk filozoftur (hakîmdir). Özellikle sayılar hususunda İhvan, Fisagorculuğun etkisinden kendisini kurtaramamışür. İhvân'a göre, bu alemi sayılar alemine benzeten Fisagorcular için sayıların ilkesi (mebâdi) varlıkların unsurlarıdır. Varlıklar, sayılardır. Ve yine alem sayı ve nağmedir (müzik).
İhvân'a göre, Fisagor eşsiz, muvahhid bir bilgedir. Harranlı bu bilge (Mezopotamya'daki Harran toplumundan; bu topluluk genellikle Hermes Trismegistus ile bir tutulan İdris ya da Hermes'in kendi peygamberleri olduğunu öne sürmüşlerdir) sayılar ilmine ve sayıların kökenine büyük ilgi duymuş ve onların özelliklerini, sınıflandırmasını ve düzenini tüm ayrıntılarıyla incelemiştir. Fisagor daima şöyle derdi:
"Sayılar ilmi ve kökeninde bir'in (ikiden öncedir) bulunduğu ilim, Tevhid ilmidir; sayıların özelliklerine sınıflandırılmasına ve düzenine ilişkin ilim yüce Yaradan tarafından yaratılan varlıkların ve onun sanatının, düzeninin ve sınıflandırılmasının ilmidir. Sayılar ilmi nefsin merkezine yerleştirilmiştir; açıklığa kavuşmadan ve hiç kanıtsız bilinmeden önce pek az tefekküre ve pek az hafızaya ihtiyaç duyulur."
İhvân'm sunduğu gibi Fisagorasçı anlayış, matematik ve buna bağlı olarak sayılar üzerinde temellenmiştir. Onların önemsedikleri nokta, maddede maddî olmayandır; evrende bir düzen vardır ve her şeyin temelinde bulunan matematiksel ilişkilerdir. Astronomi ve müzikte olduğu gibi geometride de her şey sayılara indirgenir. Âlemin özü ve ilkesi sayılardır ve eşya duyulur hale gelmiş sayılardan ibarettir. Her varlık bir sayıya tekabül eder, bilimin nihaî amacı, varlıklara karşılık gelen sayıları tespit etmektir. Sayılar ve varlıkların sonsuz dizisi bir'den çıkar.
Sayıların özü "bir"dir. Fisagorcular iki tür "bir"den bahsederler:
1. Sayılar (Varlıklar) dizisinin çıktığı, onları kapsayan, kuşatan, özetleyen, mutlak ve zıddı olmayan bir, monadların Monadı (e monas), tanrıların Tanrısı.
2. Çıkan sayılar dizisinde birinci olan, iki ve üç gibi her çokluğa (plethos) zıt olan, iki ile, üç ile, çokla sınırlandırılmış olan Bir. rölatif Bir, yaratılmış monad (to en). Bir ile çok zıtlık bütün diğerlerinin temelidir. Tabiattaki bütün zıtlıklar, kuru ve yaş, sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık, erkek ve dişi, iyi ve kötü, sonlu ve sonsuz veya tek ve çiftin çeşitlerinden başka bir şey değildir. Çokluk yalnız başına kararsızdır ve birlere ayrılır, çift sayı tek olan bire indirgenir. Fisagorcularda, halefleri İhvân-ı Safâ'da olduğu gibi mutlak bir, ne çift, ne tektir, veya aynı zamanda çift ve tek, tekil ve çoğul, Tanrı ve âlemdir.
Özetle, Fisagor için, her şey sayıya, sayı bağlantılarına ve nihayetinde İde'ye indirgenir.
Diğer taraftan İslâm'dan önceki Arapların sayı sistemlerine bakıldığında, onların sayıları alfabetik sembollerle ifade ettikleri görülmektedir. Ancak bugün dünyanın kullandığı ve Müslümanlann icat ettikleri sayı sistemi, gerek İslâm'dan önceki Arapların kullandığı ve gerekse Romalıların kullandığı sayı sistemleri kadar kullanışlı değildir.
İhvân'ın beslendiği bir diğer ana ırmak olan İslâm düşüncesinde, sayılar ve harfler dünyası değişik bir üslupla açıklanır. Tasavvufî bakış açılarının baskın olduğu izahlara göre, varlık Allah'ın "kün" (ol) emriyle meydana gelmiştir. "Kün" (ol) İlâhî bir emir ve sözdür. Harfler, söz ve seslerin simgeleridir. Bütün sesler 28 harften oluştuğuna göre varlıklar ile harfler arası karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Her varlığın adı bir kelimedir ve harflerden teşekkül etmiştir. Harfler sayılara karşılık getirilirse, sayılarda varlıklarla korelatif bir ilişki ortaya çıkar. Sufi düşüncede insan mikrokozmos olarak nitelendirildiğinden, varlığın özüdür, çekirdeğidir. Tann'nın kâinata yani makrokozmik âleme tecellisi tıpkı onun özü ve çekirdeği olan insana da olmaktadır. Evrenin ruhu gibi insanın da ruhu ilâhî bir mahiyet ve cevher arzederken, bedeni de maddî âlemden bir cüz oluşturmaktadır. Maddî âlem, "anâsır-ı erba'a" denilen toprak, su, hava ve ateşin terki-bir'in evrimleşmesi sonucu meydana gelir. Varlığın esasını oluşturan 28 harf dengeli bir dağılımla bu unsurlarda yer alır.
Gerek Fisagorculukta gerekse İslâm düşüncesinde bu mevzu kuşkusuz geniş şekilde ele alınmıştır. Çalışmanın sınırlarını aşmamak için bu konuda sözü fazla uzatmıyoruz.
III. Sayıların Dünyası
İhvan, yaşadıkları zamanın bütün ilimlerini incelemeye ve tek bir sistem tarafından bir araya getirilmiş bilginin bütün bölümlerini bir özet içinde toplamaya gayret etmiştir. Risaleler (Resâil), mineralojiden botaniğe, jinekolojiden ahlâk ve dinî hükümlere kadar bütün alanları kapsamaktadır. Böylece birleştirici yapının ahlâkî olduğu neticesi açıkça ortaya çıkmıştır. Hatta incelenen sayılar bile yalnızca miktarlar olarak değil, aynı zamanda tabiî fenomenlerin yorumlanması olarak ele alındılar ve sayıların bu hâli kozmosta tek hâkimdi. İlimler manevî ehemmiyet sıralarına göre sınıflandırıldılar.
Risâleler'in belkemiği bir sayı sembolizmi ve matematiksel teoridir. Bu teori, sayıları Fisagorcu tarzda algılar, yani sadece niceliksel olarak değil, aynı zamanda metafiziksel gerçekliklerin ve eşyanın ilkelerinin sembolleri olarak da görür. Bu bağlamda Risaleler, bilimlerin sembolik yönü vasıtasıyla bilimleri dinî bir bakış açısıyla birleştirmiştir. Bu ansiklopedik eser, o dönemde var olan bilgilerin bir sentezini yapmasının yanında bir de dördüncü/onuncu asırda din ile felsefenin uyumunu sağlamak amacıyla önemli bir çaba göstermiştir. Risâleler'in kapsamlı yapısı ve onun hayatî sorunları basit bir anlatımla ele alışı göz önünde bulundurulduğunda Meşşâî filozolarm, kelamcıların, sufılerin ve hemen her eğilimden düşünürün bu eserleri okuması ve onlardan etkilenmesi şaşırtıcı değildir.
İhvan, ilimlerde, amelî ve realite olarak vâki müşahedelere dayanarak ilerleme yerine, sayılar arasındaki ilişkilere ve mantıkî analojilere uygun fantezilere bağlandılar. Onların aritmetiği, sayıyı sayı olarak değil bir takım özellikleri ile ele alır. Keza bir şey, sayıların ifade ettikleri sayı mefhumuna uygun olarak araştırılamaz, fakat eşya bizatihi sayılar sistemine uygun olarak açıklanır. Sayı teorisi ilâhî hikmettir ve mahsus olanların hepsinin üstündedir. Çünkü mahsusât sayıların örneğine göre meydana gelmiştir.
Sayılar, İhvân-ı Safa doktrininin taşıyıcısıdır. Fisagorcu sayı teorisi (sayıların özellikleri, oran, artma,...vs.) ve bu teorinin insanın dünya ve ahiret hayatıyla mistik bağlantısı onların zihinlerini adeta esir almıştır. îhvân'ın kullandığı çeşitli sembolizm türleri arasında en önemli yeri sayılar tutar, çünkü sayılar sayesinde evrende var olan ahengi açığa çıkarmak ve çokluğu Birliğe (Tevhide) bağlamak mümkün olur. îhvân, özellikle sayılan her şeyin nedeni ve evren'deki ahengi anlamaya yarayan bir anahtar olarak görmeleri konusunda, kendilerinin Fisagor ve Nikamokus'un öğrencileri olduklarına inanmışlardır.
İhvan, sayının evrendeki ilk prensip ve ayrılamaz şekilde onun yapısına bağlı olduğu kanaatlerini Fisagorcularla paylaştığı gibi, belirli sayıların özel bir anlam ve önemi bağlamında da onlara benzemektedir.
Risaleler dahil bir çok eski eserlerdeki sayılarla ilgili bu telakkilerin yanlış anlaşılması, onların, çağdaş okurlara saçma ve aptalca görünmesine neden olmuştur. Halbuki Risaleler ve diğer kadîm eserler, sayılarla neyi kastettiklerini ve onları nasıl kullandıklarını defalarca tekrarlamışlardır.
Her şeye rağmen Risaleler, İhvân-ı Safâ'nın en sonda bir takım harfler ve sayılar sofizmine saplanıp kalmasından ötürü , gerek din alanında ve gerek ilim ve felsefe alanlarında büyük hücumlara uğramıştır. Bununla beraber bu Risaleler, aydınlar ve özellikle yarı aydınlar üzerinde büyük etkiler yapmış ve daha sonraları da Bâtınıyye, Haşşaşiyye, İsmâiliyye, Dürzîlik gibi bir çok fırkalara İhvân-ı Safa felsefesini taşımıştır. Aristo felsefesi yalnız yüksek tabakanın malı olmuşken, İhvan'in felsefesi halk tabakalarının felsefesi olmuş ve hatta Gazâlî (1058-1111) bile bu felsefeden bazı fikirler almıştır.
Risâleler'den anlaşılan o dur ki, İhvân-ı Safa felsefesi, daimî olarak harfler ve sayılarla oynayan bir matematiksel yöntemle işe koyulur ve sonra mantık ve fizik (tabiiyât) alanlarına geçer; fakat her şeyi nefs ve onun kuvvetlerine bağlar ve sonunda mistik ve sihrî bir yoldan 'marifetullah'a ulaşır.
IV. Sayılara İlginin Amaç ve Sebepleri
Fisagorcularda, Hindularda ve Ortaçağ Kabbalistlerinde de görülen harflerin say isal sembolizmi (ilmi'l-Cifr) , bu bilimin İslâm dünyasındaki ustalannca, Ali İbn Ebi Talib'e kadar dayandırılmaktadır. Sayısal sembolizm tasavvufta ve bir çok Şîî ekolünde önemli bir rol oynar ve Kur'an'm bazı bölümlerini tevil etmek için temel teşkil eder. İhvan da bu sembolizmi kullanır, böylece onlar sayıları, tabiat ve vahiy kitapları arasındaki bağlantı ve şifre kodu konumuna yerleştirirler. İhvan'ın sık sık sayılara baş vurması ve kullandığı teşbih dili, çokluk'ta Birlik'i görme ve çokluğu Birlik'in yansıtılmış bir imaji olarak görme yollarından biridir.
GİRİŞ
İhvân-ı Safa, İslâm coğrafyasında genelde felsefe özelde de İslâm düşüncesiyle ilgilenenlerin aşina olduğu bir topluluk ismidir. İslâm tarihinde aklî düşüncenin zirvesi kabul edilen ve bir çok filozofun ortaya çıktığı X. yüzyılda yaşamışlardır. Yaklaşık yüz yıl süren (biraz erken veya biraz geç farklı tarihler ileri sürülse de 945-1050) gizli bir felsefe cemiyeti hüviyetine bürünmüş olan İhvân-ı Safa topluluğu, arkalarında yaşadıkları dönemde var olan çeşitli bilimlerle ilgili Fihrist'iyle birlikte 52 (Risâlelefin sayısı konusunda tartışmalar olmakla birlikte) risale bırakmışlardır. Bu risaleler, Resâilu îhvâni's-Safâ ve Hullâni'l -Vefâ adıyla farklı yayımlan olmakla birlikte günümüze kadar ulaşmışlardır. İlim ve düşünce dünyası, ismine çok tanık olduğu halde, İhvân-ı Safa Cemiyeti'nin üyeleri, düşünce ve felsefeleri hakkındaki özel ve detaylı malumata sahip değildir.
İşte çalışmamızda, bir makalenin elverdiği çerçevede bu gizli ve gizemli grubu kısaca tanıtıp, onların felsefelerinde önemli yer işgal eden "sayılar" gibi daha özel bir alanı irdelemeye çalışacağız. Tabi ki, "sayılar"konusunun çok özel ihtisas ve incelik gerektiren bir saha olduğunun bilincinde olarak.
I. İhvân'ın Kimliği
İhvân-ı Safa ile ilgili haricî deliller o kadar az ki, onlar hakkında açık bir tarihî resim çizmek mümkün olamamaktadır. İhvan hakkında bize bir takım güvenilir bilgileri sağlayan çağdaş iki otorite vardır: İV./ X. yüzyıl filozofu Ebu Süleyman el-Mantıkî (ö.1000) ve öğrencisi Ebu Hayyân et-Tevhidî (Ö.1023). Eğer bu gruba mensup bazı üyelerin dostu olan bu ünlü yazar Ebu Hayyân Tevhidî'nin sağladığı malzeme olmasaydı, onlar hakkında fazla bilgi sahibi olamayacaktık. Tevhidî, İhvan zümresinin aktif üyelerinden olmasa bile onlar arasında yetişmiş bir kimseydi. Ancak, Abbas Hamdanî'ye göre Ebu Hayyân, ne Risâîerïn ne de onun özeti er-Risâletü'l-Câmia'nın doğruluğunun farkında değildi. Onun rivayetinin tek bir yönü var ki, o da, Resâil'in kendi döneminde bilindiğinin ortaya çıkmasıdır.
Yaklaşık 373/983 yıllarında grup ve Risalelefi artık ünlüydü; grubun manevî doktrinlerini ve Felsefî sistemini ihtiva eden Risaleler yaygın şekilde okunmaktaydı. Topluluğun tam adı İhvânü's-Safâ ve Hullânü'1-Vefâ ve Ehlü'1-Adl ve Ebnâü'l-Hamd'dir.
İhvân-ı Safa grubunu oluşturanlar, isimlerinin saklı tutulmasında tamamen başarılı oldular. Fakat 373/983'lerde onlar hakkında Ebu Hayyân'a sorulduğunda şu beşinin ismini vermiştir: Ebu Süleyman Muhammed b. Ma'şer el-Bustî el-Makdisî (el-Mukaddesî), Ebu'l-Hasen Ali b. Hârûn ez-Zencânî, Ebu Ahmed Muhammed el-Mihrecânî {veya Nehrcûrî), el-Avlî (Avfî) ve Zeyd b. Rufâ'a. Topluluğun ortaya çıkışı konusunda kesin bilgi olmamakla beraber, Beyhakî (1100-1170) ve Şehrezûrî'nin (1250) ifadelerinden, bu beş ismin, gerçek sözleri Makdisî'ye ait olan îhvân-ı Safa Risaleler'ini yazan bilginler grubu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, Makdisî dışındaki dört ismin topluluktaki fonksiyonunun Makdisî'nin yazdığı risaleleri çoğaltıp çeşitli bölgelere ulaştırmak, yazım için bilgi toplamak, periyodik olarak topluluğun kendine has faaliyetlerini konuşmak, düzenlenen toplantıları organize etmek vb. faaliyetler olabileceği akla gelmektedir. Grubun isimleri bilinen üyelerinden Zencanî, İhvân-ı Safa topluluğunun başkan ve önde gelenlerinden birisi olarak kabul edilmektedir.
Cemiyetin nerede ve nasıl kurulduğu tartışmalı bir konudur. Bizzat İhvân-ı Safâ'nın Resâil'de anlattıklarına göre Cemiyet'in üyeleri çeşitli şehirlere yayılmıştır. Onların faaliyet merkezi Basra olmasına rağmen Bağdat ve Mısır'da da şubelerinin bulunması muhtemeldir.
Basra'da ortaya çıkmış, siyasî, dinî, felsefî ve ilmî amaçlan olan, faaliyetlerini gizli olarak sürdürmüş bu organize topluluğa, ancak şahsi ve güvene dayalı temaslarla girilebiliyordu. Propagandacılarına, yaşlı kesim genellikle eğilip bükülmez olduğu ve herhangi bir harekete uygun yapıda bulunmadığı düşüncesiyle gençler arasında faaliyet göstermesi tavsiye edilmekteydi. Grup üyeleri genel olarak yaş durumuna göre tayin edilmiş olan dört dereceden oluşmaktaydı.
Mensupları müslüman olan îhvân-ı Safa, genelde din, özelde İslam dini hakkında batınî tevillere yönelmişlerdir. Özel bir misyon duygusuyla yürütüldüğü hissini veren faaliyetlerde hemen göze çarpan Şiî renkler, sadece dramatik bir özellik taşımaktadır; zira bu özellik, onlara, kitlelerin duygularım zekice yönlendirme konusunda oldukça yardımcı olmuştur.
Topluluğun kurucularının kimler olduğu, ne zaman ve nerede yaşadıkları, faaliyetlerini nerede ve hangi tarihlere kadar sürdürdükleri, İslâm toplumunun hangi kesiminden oldukları gibi konular yüzyıllar boyu tartışılmış, hem Doğulu hem Batılı araştırmacıları uzun süre meşgul etmiştir. İhvân-ı Safa Rısâleler'inde bile topluluk mensuplarının isimlerinin zikredilmemesi, çalışmalarında gizliliği kendilerine ilke edinmeleri, bilimsel problemleri tartışmak üzere belirli zamanlarda düzenledikleri toplantılara kendilerinden olmayanların katılamaması bu topluluğun gizli bir örgüt olduğu görünümünü vermekte, onların kimlikleri ve dolayısıyla Resâ'ilu Îhvâni's-Safâ yazarı veya yazarları hakkındaki tartışmaların da kaynağını oluşturmaktadır.
Bu çalışma, bahsettiğimiz felsefe cemiyetinin ve dolayısıyla arkalarında bıraktıkları Risâleler'in sayılara bakışını ve sayılara yükledikleri gizli ve açık anlamların neliğini ortaya koymaya çalışacaktır. Bu çerçevede, İhvan için sayı nedir? İhvan, niçin sayılarla ilgilenmiştir? Sayıların bir şifresi var mıdır? Sayı ile harfler arasında bir korelasyon söz konusu mudur? Sayıların yaratılışla ve varlıklarla ilgisi nedir? Sayılar gelecekle ilgili haber verir mi? vb. sorulara - belki tam olarak tatmin edici olmasa da- bir cevap vermeye teşebbüs edilecektir.
II. İhvân-ı Safâ'nın Kaynağı Fisagor (Pythagoras) ve İslâm Düşüncesinde Sayılar
Eflâtun (M. Ö. 427-347) , Aristo (M.Ö, 384-332) ve Plotinus (204-264), İhvân'ın etkilendiği filozoflardır. Bunun yanında İhvan metafiziğinin önemli kaynaklarından birisi de Fisagor (M. Ö. 580-500) ve dolayısıyla Fisagorculuktur. Onların düşüncesi en fazla Fisagorcu temeller üzerinde yükselmiştir denilebilir. Fisagor, ihvan nezdinde, ilk büyük öğretmendir, hikmetin hazinesi ve kütüphanesidir. Bununla birlikte Fisagor, onlara göre, sayılar ilmi(ilmü 1-aded) ve onun doğası hakkında konuşan ilk filozoftur (hakîmdir). Özellikle sayılar hususunda İhvan, Fisagorculuğun etkisinden kendisini kurtaramamışür. İhvân'a göre, bu alemi sayılar alemine benzeten Fisagorcular için sayıların ilkesi (mebâdi) varlıkların unsurlarıdır. Varlıklar, sayılardır. Ve yine alem sayı ve nağmedir (müzik).
İhvân'a göre, Fisagor eşsiz, muvahhid bir bilgedir. Harranlı bu bilge (Mezopotamya'daki Harran toplumundan; bu topluluk genellikle Hermes Trismegistus ile bir tutulan İdris ya da Hermes'in kendi peygamberleri olduğunu öne sürmüşlerdir) sayılar ilmine ve sayıların kökenine büyük ilgi duymuş ve onların özelliklerini, sınıflandırmasını ve düzenini tüm ayrıntılarıyla incelemiştir. Fisagor daima şöyle derdi:
"Sayılar ilmi ve kökeninde bir'in (ikiden öncedir) bulunduğu ilim, Tevhid ilmidir; sayıların özelliklerine sınıflandırılmasına ve düzenine ilişkin ilim yüce Yaradan tarafından yaratılan varlıkların ve onun sanatının, düzeninin ve sınıflandırılmasının ilmidir. Sayılar ilmi nefsin merkezine yerleştirilmiştir; açıklığa kavuşmadan ve hiç kanıtsız bilinmeden önce pek az tefekküre ve pek az hafızaya ihtiyaç duyulur."
İhvân'm sunduğu gibi Fisagorasçı anlayış, matematik ve buna bağlı olarak sayılar üzerinde temellenmiştir. Onların önemsedikleri nokta, maddede maddî olmayandır; evrende bir düzen vardır ve her şeyin temelinde bulunan matematiksel ilişkilerdir. Astronomi ve müzikte olduğu gibi geometride de her şey sayılara indirgenir. Âlemin özü ve ilkesi sayılardır ve eşya duyulur hale gelmiş sayılardan ibarettir. Her varlık bir sayıya tekabül eder, bilimin nihaî amacı, varlıklara karşılık gelen sayıları tespit etmektir. Sayılar ve varlıkların sonsuz dizisi bir'den çıkar.
Sayıların özü "bir"dir. Fisagorcular iki tür "bir"den bahsederler:
1. Sayılar (Varlıklar) dizisinin çıktığı, onları kapsayan, kuşatan, özetleyen, mutlak ve zıddı olmayan bir, monadların Monadı (e monas), tanrıların Tanrısı.
2. Çıkan sayılar dizisinde birinci olan, iki ve üç gibi her çokluğa (plethos) zıt olan, iki ile, üç ile, çokla sınırlandırılmış olan Bir. rölatif Bir, yaratılmış monad (to en). Bir ile çok zıtlık bütün diğerlerinin temelidir. Tabiattaki bütün zıtlıklar, kuru ve yaş, sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık, erkek ve dişi, iyi ve kötü, sonlu ve sonsuz veya tek ve çiftin çeşitlerinden başka bir şey değildir. Çokluk yalnız başına kararsızdır ve birlere ayrılır, çift sayı tek olan bire indirgenir. Fisagorcularda, halefleri İhvân-ı Safâ'da olduğu gibi mutlak bir, ne çift, ne tektir, veya aynı zamanda çift ve tek, tekil ve çoğul, Tanrı ve âlemdir.
Özetle, Fisagor için, her şey sayıya, sayı bağlantılarına ve nihayetinde İde'ye indirgenir.
Diğer taraftan İslâm'dan önceki Arapların sayı sistemlerine bakıldığında, onların sayıları alfabetik sembollerle ifade ettikleri görülmektedir. Ancak bugün dünyanın kullandığı ve Müslümanlann icat ettikleri sayı sistemi, gerek İslâm'dan önceki Arapların kullandığı ve gerekse Romalıların kullandığı sayı sistemleri kadar kullanışlı değildir.
İhvân'ın beslendiği bir diğer ana ırmak olan İslâm düşüncesinde, sayılar ve harfler dünyası değişik bir üslupla açıklanır. Tasavvufî bakış açılarının baskın olduğu izahlara göre, varlık Allah'ın "kün" (ol) emriyle meydana gelmiştir. "Kün" (ol) İlâhî bir emir ve sözdür. Harfler, söz ve seslerin simgeleridir. Bütün sesler 28 harften oluştuğuna göre varlıklar ile harfler arası karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Her varlığın adı bir kelimedir ve harflerden teşekkül etmiştir. Harfler sayılara karşılık getirilirse, sayılarda varlıklarla korelatif bir ilişki ortaya çıkar. Sufi düşüncede insan mikrokozmos olarak nitelendirildiğinden, varlığın özüdür, çekirdeğidir. Tann'nın kâinata yani makrokozmik âleme tecellisi tıpkı onun özü ve çekirdeği olan insana da olmaktadır. Evrenin ruhu gibi insanın da ruhu ilâhî bir mahiyet ve cevher arzederken, bedeni de maddî âlemden bir cüz oluşturmaktadır. Maddî âlem, "anâsır-ı erba'a" denilen toprak, su, hava ve ateşin terki-bir'in evrimleşmesi sonucu meydana gelir. Varlığın esasını oluşturan 28 harf dengeli bir dağılımla bu unsurlarda yer alır.
Gerek Fisagorculukta gerekse İslâm düşüncesinde bu mevzu kuşkusuz geniş şekilde ele alınmıştır. Çalışmanın sınırlarını aşmamak için bu konuda sözü fazla uzatmıyoruz.
III. Sayıların Dünyası
İhvan, yaşadıkları zamanın bütün ilimlerini incelemeye ve tek bir sistem tarafından bir araya getirilmiş bilginin bütün bölümlerini bir özet içinde toplamaya gayret etmiştir. Risaleler (Resâil), mineralojiden botaniğe, jinekolojiden ahlâk ve dinî hükümlere kadar bütün alanları kapsamaktadır. Böylece birleştirici yapının ahlâkî olduğu neticesi açıkça ortaya çıkmıştır. Hatta incelenen sayılar bile yalnızca miktarlar olarak değil, aynı zamanda tabiî fenomenlerin yorumlanması olarak ele alındılar ve sayıların bu hâli kozmosta tek hâkimdi. İlimler manevî ehemmiyet sıralarına göre sınıflandırıldılar.
Risâleler'in belkemiği bir sayı sembolizmi ve matematiksel teoridir. Bu teori, sayıları Fisagorcu tarzda algılar, yani sadece niceliksel olarak değil, aynı zamanda metafiziksel gerçekliklerin ve eşyanın ilkelerinin sembolleri olarak da görür. Bu bağlamda Risaleler, bilimlerin sembolik yönü vasıtasıyla bilimleri dinî bir bakış açısıyla birleştirmiştir. Bu ansiklopedik eser, o dönemde var olan bilgilerin bir sentezini yapmasının yanında bir de dördüncü/onuncu asırda din ile felsefenin uyumunu sağlamak amacıyla önemli bir çaba göstermiştir. Risâleler'in kapsamlı yapısı ve onun hayatî sorunları basit bir anlatımla ele alışı göz önünde bulundurulduğunda Meşşâî filozolarm, kelamcıların, sufılerin ve hemen her eğilimden düşünürün bu eserleri okuması ve onlardan etkilenmesi şaşırtıcı değildir.
İhvan, ilimlerde, amelî ve realite olarak vâki müşahedelere dayanarak ilerleme yerine, sayılar arasındaki ilişkilere ve mantıkî analojilere uygun fantezilere bağlandılar. Onların aritmetiği, sayıyı sayı olarak değil bir takım özellikleri ile ele alır. Keza bir şey, sayıların ifade ettikleri sayı mefhumuna uygun olarak araştırılamaz, fakat eşya bizatihi sayılar sistemine uygun olarak açıklanır. Sayı teorisi ilâhî hikmettir ve mahsus olanların hepsinin üstündedir. Çünkü mahsusât sayıların örneğine göre meydana gelmiştir.
Sayılar, İhvân-ı Safa doktrininin taşıyıcısıdır. Fisagorcu sayı teorisi (sayıların özellikleri, oran, artma,...vs.) ve bu teorinin insanın dünya ve ahiret hayatıyla mistik bağlantısı onların zihinlerini adeta esir almıştır. îhvân'ın kullandığı çeşitli sembolizm türleri arasında en önemli yeri sayılar tutar, çünkü sayılar sayesinde evrende var olan ahengi açığa çıkarmak ve çokluğu Birliğe (Tevhide) bağlamak mümkün olur. îhvân, özellikle sayılan her şeyin nedeni ve evren'deki ahengi anlamaya yarayan bir anahtar olarak görmeleri konusunda, kendilerinin Fisagor ve Nikamokus'un öğrencileri olduklarına inanmışlardır.
İhvan, sayının evrendeki ilk prensip ve ayrılamaz şekilde onun yapısına bağlı olduğu kanaatlerini Fisagorcularla paylaştığı gibi, belirli sayıların özel bir anlam ve önemi bağlamında da onlara benzemektedir.
Risaleler dahil bir çok eski eserlerdeki sayılarla ilgili bu telakkilerin yanlış anlaşılması, onların, çağdaş okurlara saçma ve aptalca görünmesine neden olmuştur. Halbuki Risaleler ve diğer kadîm eserler, sayılarla neyi kastettiklerini ve onları nasıl kullandıklarını defalarca tekrarlamışlardır.
Her şeye rağmen Risaleler, İhvân-ı Safâ'nın en sonda bir takım harfler ve sayılar sofizmine saplanıp kalmasından ötürü , gerek din alanında ve gerek ilim ve felsefe alanlarında büyük hücumlara uğramıştır. Bununla beraber bu Risaleler, aydınlar ve özellikle yarı aydınlar üzerinde büyük etkiler yapmış ve daha sonraları da Bâtınıyye, Haşşaşiyye, İsmâiliyye, Dürzîlik gibi bir çok fırkalara İhvân-ı Safa felsefesini taşımıştır. Aristo felsefesi yalnız yüksek tabakanın malı olmuşken, İhvan'in felsefesi halk tabakalarının felsefesi olmuş ve hatta Gazâlî (1058-1111) bile bu felsefeden bazı fikirler almıştır.
Risâleler'den anlaşılan o dur ki, İhvân-ı Safa felsefesi, daimî olarak harfler ve sayılarla oynayan bir matematiksel yöntemle işe koyulur ve sonra mantık ve fizik (tabiiyât) alanlarına geçer; fakat her şeyi nefs ve onun kuvvetlerine bağlar ve sonunda mistik ve sihrî bir yoldan 'marifetullah'a ulaşır.
IV. Sayılara İlginin Amaç ve Sebepleri
Fisagorcularda, Hindularda ve Ortaçağ Kabbalistlerinde de görülen harflerin say isal sembolizmi (ilmi'l-Cifr) , bu bilimin İslâm dünyasındaki ustalannca, Ali İbn Ebi Talib'e kadar dayandırılmaktadır. Sayısal sembolizm tasavvufta ve bir çok Şîî ekolünde önemli bir rol oynar ve Kur'an'm bazı bölümlerini tevil etmek için temel teşkil eder. İhvan da bu sembolizmi kullanır, böylece onlar sayıları, tabiat ve vahiy kitapları arasındaki bağlantı ve şifre kodu konumuna yerleştirirler. İhvan'ın sık sık sayılara baş vurması ve kullandığı teşbih dili, çokluk'ta Birlik'i görme ve çokluğu Birlik'in yansıtılmış bir imaji olarak görme yollarından biridir.