Korku - Hiçlik ve Ölüm.
|
Peter Kraus
Heidegger’e göre temel deneyim olan varoluşsal korkunun altında yatan şey, kendi ölüme-doğru-varlığımızı kavramamızdır… Ve ölümle bu karşılaşma aynı zamanda hiçlikle de bir karşılaşmadır… Varlık ve Zaman da şöyle yazar: ‘Bizi “yokluk” [hiçlik, das Nichts] ile yüzyüze getiren korku, Dasein’ın tam kendi temelinde onun yoluyla tanımladığı hiçliğin örtüsünü kaldırır; ve bu temelin kendisi de ölüme fırlatılmışlık olarak tanımlanır…
Korku da ve ölümle karşılaşmadadır ki hiçliğin olgusllığının, ya da daha iyisi, ‘olgusallığın’ (Wirklichkeit-nedensel yasalar altında ki şeylerin dünyası) hiçliğin ve aynı şekilde kendi özsel hiçliğimizin farkına varırız… Korkuda, varlıkların dünyası, günlük yaşamımızı üzerine kurduğumuz, güvendiğimiz ve genellikle onun aracılığıyla kendilerimizi tanımladığımız dünya kayıp gider ve tutumumuz varlıkların dünyasına bir kayıtsızlık tutumuna döner… ‘Şeylere tutunamadığımız bir kayıtızlık… Varlıkların kayıp gitmesinde, yalnızca bu ‘şeylere tutunamama’ üzerimize yapışıp kalır… Korku yokluğu açığa serer…’
Varlıklara olan büyülenmişliğimiz kesildiği zaman, “tüm şeyler ve biz kendimiz kayıtsızlığa gömüldüğümüz” ve ‘varlıklar artık yanıt vermedikleri’ zaman hiçlikle karşılaşma korku halinde ortaya çıkar… Bunun anlamı, Dasein ile varlıklar arsında alışıldık ilgi bağının korku durumunda koptuğudur… Dasein varlıklara hatta kendisine bile alışıldık tarzda yanıt vermez… ‘Kişi’ yani dasein terkedilmiş olduğunu, evinde olmadığını hisseder… Bu şekilde kendini rahatsız hisseden tikel ‘sen’ ya da ‘ben’ değildir… Ama doğrusu kişiyi huzursuz hissettiren şey, o halin kendisidir… Korku halinde ki Dasein varlıklardan uzaklaşır ve anlamlığın yokluğundan ötürü artık tutunamadığı varlıkların üzerine yükselip havada asılı kalır… Korkuda ve ölümle karşılaşmada Dasein tek başına ve varlıklarla ilişkisiz durmaya zorlanır ve bu konumda, varlıkların bütünlüğünün çökmesinden hiçlik ortaya çıkar… Bu temel ruh halinde, hiçliğin anlam ve önem taşımayı sürdüren tek fenomen olduğu görülür…
Korkuda hiçlikle bu yüzyüze gelme bizden konuşma yetimizi çalar ve onun yakınlığıyla sersemleriz… Gerçekten de, bu yüzyüze gelme karşısında, geleneksel biçimiyle anlaşıldığında, mantığın görüş noktası dağılıp gider… Hiçliğin karşısında aslında us ve mantığın sınırlarını görme noktasına varırız… Onun karşısında us ve mantık güçsüzdürler, çünkü hiçlik kesinlikle us ya da mantığın bir nesne olarak alabileceği bir şey değildir… Bu bakımdan çok açıktır ki, Heidegger’e göre, varlıklar hakkında ki, bilgimizin türü her günkü yaşamda tanıtlanan ve bilimsel tutumda örneği verilen bir bilgi, bir varlık olmayanın, hiçliğin bilgisini içeremez… Bu yüzden hiçlik ile böyle sıradan bilginin temelinde karşılaşamaz, ne de çünkü o böyle bilginin (sıradan varlıklarla karşılaşabileceğimiz tarzda bilginin) nesnesidir… Aşağı yukarı aynı irdelemeler biyolojik bir fenomen olarak değil, ama bizim ‘en kendi olanağımız’ olarak anlaşılan ölüm düşüncesi için de geçerli görünürler… Ölüm herhangi bir sıradan olayın anlaşıldığı şekilde bilinmez ya da anlaşılamaz… Gerçekten de ölüm bu anlamda bir olay bile değildir…
Dasein’in kendi ölümünü yalnızca varoluşunun olumsuzlaması olarak kavramaması dikkate değerdir… Bunun yerine ölüm Dasein’in ‘en kendi olanağını’ belirten şey diye anlaşılır… Benzer olarak, Dasein’in hiçliği de yalnızca varlıkların olumsuzlaması olarak, sözgelimi varlıkların bundan böyle ilgi çekici olmalarının sona erdiği anlamda kavramaz… Doğrusu hiçliğin kendisi öne çıkar, bundan böyle varlıklara ve onların varlığına olan her zaman ki büyülenmemiz tarafından gizlenmiş değildir… Korku durumunda Dasein ile hiçliğin yakınlıkları, korktuğu şey aslında hiçbir şey değilmiş ifadesiyle canlı biçimde anlatılır… ‘ Gerçekten de ; yokluğun kendisi –yokluk olarak- oradaydı…’ Kişinin türdeşi insanlar ve kişinin kendisi de dahil tüm varlıkların tam da önemsizlikleri hiçliğe bu tanık olmada açık seçik belli olur… Yokluğa tanık olmasında Dasein dünyaya olan her zaman ki ilgisi düzeyini aşar ve bu aşma daha ezeli bir olgusallığı kavramasına izin verir… Dasein varlıkları –kendi varlığı dahil- bütünlükleri içinde ve dolayısıyla özünlü “varlık-olmamaları’ içinde de düşünmesine izin veren, dünyanın daha temel bir koşulunu algılar…
Heidegger’e göre temel deneyim olan varoluşsal korkunun altında yatan şey, kendi ölüme-doğru-varlığımızı kavramamızdır… Ve ölümle bu karşılaşma aynı zamanda hiçlikle de bir karşılaşmadır… Varlık ve Zaman da şöyle yazar: ‘Bizi “yokluk” [hiçlik, das Nichts] ile yüzyüze getiren korku, Dasein’ın tam kendi temelinde onun yoluyla tanımladığı hiçliğin örtüsünü kaldırır; ve bu temelin kendisi de ölüme fırlatılmışlık olarak tanımlanır…
Korku da ve ölümle karşılaşmadadır ki hiçliğin olgusllığının, ya da daha iyisi, ‘olgusallığın’ (Wirklichkeit-nedensel yasalar altında ki şeylerin dünyası) hiçliğin ve aynı şekilde kendi özsel hiçliğimizin farkına varırız… Korkuda, varlıkların dünyası, günlük yaşamımızı üzerine kurduğumuz, güvendiğimiz ve genellikle onun aracılığıyla kendilerimizi tanımladığımız dünya kayıp gider ve tutumumuz varlıkların dünyasına bir kayıtsızlık tutumuna döner… ‘Şeylere tutunamadığımız bir kayıtızlık… Varlıkların kayıp gitmesinde, yalnızca bu ‘şeylere tutunamama’ üzerimize yapışıp kalır… Korku yokluğu açığa serer…’
Varlıklara olan büyülenmişliğimiz kesildiği zaman, “tüm şeyler ve biz kendimiz kayıtsızlığa gömüldüğümüz” ve ‘varlıklar artık yanıt vermedikleri’ zaman hiçlikle karşılaşma korku halinde ortaya çıkar… Bunun anlamı, Dasein ile varlıklar arsında alışıldık ilgi bağının korku durumunda koptuğudur… Dasein varlıklara hatta kendisine bile alışıldık tarzda yanıt vermez… ‘Kişi’ yani dasein terkedilmiş olduğunu, evinde olmadığını hisseder… Bu şekilde kendini rahatsız hisseden tikel ‘sen’ ya da ‘ben’ değildir… Ama doğrusu kişiyi huzursuz hissettiren şey, o halin kendisidir… Korku halinde ki Dasein varlıklardan uzaklaşır ve anlamlığın yokluğundan ötürü artık tutunamadığı varlıkların üzerine yükselip havada asılı kalır… Korkuda ve ölümle karşılaşmada Dasein tek başına ve varlıklarla ilişkisiz durmaya zorlanır ve bu konumda, varlıkların bütünlüğünün çökmesinden hiçlik ortaya çıkar… Bu temel ruh halinde, hiçliğin anlam ve önem taşımayı sürdüren tek fenomen olduğu görülür…
Korkuda hiçlikle bu yüzyüze gelme bizden konuşma yetimizi çalar ve onun yakınlığıyla sersemleriz… Gerçekten de, bu yüzyüze gelme karşısında, geleneksel biçimiyle anlaşıldığında, mantığın görüş noktası dağılıp gider… Hiçliğin karşısında aslında us ve mantığın sınırlarını görme noktasına varırız… Onun karşısında us ve mantık güçsüzdürler, çünkü hiçlik kesinlikle us ya da mantığın bir nesne olarak alabileceği bir şey değildir… Bu bakımdan çok açıktır ki, Heidegger’e göre, varlıklar hakkında ki, bilgimizin türü her günkü yaşamda tanıtlanan ve bilimsel tutumda örneği verilen bir bilgi, bir varlık olmayanın, hiçliğin bilgisini içeremez… Bu yüzden hiçlik ile böyle sıradan bilginin temelinde karşılaşamaz, ne de çünkü o böyle bilginin (sıradan varlıklarla karşılaşabileceğimiz tarzda bilginin) nesnesidir… Aşağı yukarı aynı irdelemeler biyolojik bir fenomen olarak değil, ama bizim ‘en kendi olanağımız’ olarak anlaşılan ölüm düşüncesi için de geçerli görünürler… Ölüm herhangi bir sıradan olayın anlaşıldığı şekilde bilinmez ya da anlaşılamaz… Gerçekten de ölüm bu anlamda bir olay bile değildir…
Dasein’in kendi ölümünü yalnızca varoluşunun olumsuzlaması olarak kavramaması dikkate değerdir… Bunun yerine ölüm Dasein’in ‘en kendi olanağını’ belirten şey diye anlaşılır… Benzer olarak, Dasein’in hiçliği de yalnızca varlıkların olumsuzlaması olarak, sözgelimi varlıkların bundan böyle ilgi çekici olmalarının sona erdiği anlamda kavramaz… Doğrusu hiçliğin kendisi öne çıkar, bundan böyle varlıklara ve onların varlığına olan her zaman ki büyülenmemiz tarafından gizlenmiş değildir… Korku durumunda Dasein ile hiçliğin yakınlıkları, korktuğu şey aslında hiçbir şey değilmiş ifadesiyle canlı biçimde anlatılır… ‘ Gerçekten de ; yokluğun kendisi –yokluk olarak- oradaydı…’ Kişinin türdeşi insanlar ve kişinin kendisi de dahil tüm varlıkların tam da önemsizlikleri hiçliğe bu tanık olmada açık seçik belli olur… Yokluğa tanık olmasında Dasein dünyaya olan her zaman ki ilgisi düzeyini aşar ve bu aşma daha ezeli bir olgusallığı kavramasına izin verir… Dasein varlıkları –kendi varlığı dahil- bütünlükleri içinde ve dolayısıyla özünlü “varlık-olmamaları’ içinde de düşünmesine izin veren, dünyanın daha temel bir koşulunu algılar…